Yeni Kıbrıs Derneği’nin kuruluş yıldönümünde 4 Nisan 2015’te Lefkoşa’da Classic Otel’de bir konuşma yapan dernek liderlerinden Takis Hacıdimitriu, şöyle dedi:
“Yeni Kıbrıs Derneği’nin kuruluşundan 40 yıl sonra, derneğin hangi koşullarda kurulup idame edildiğini anlamak için o günlere dönmek gerekir: Her şeyin çökmekte olduğu bir andı. Darbeye ve işgale, yönetim ideolojisi ile birlikte onu temsil edenler de dahil olmak üzere tüm sistemin başarısızlığı eşlik ediyordu.
Eşi benzeri olmayan bu krizin en uç noktasına vardığımızda aşılması mümkün olmayan bir açmazla karşı karşıya kaldık ve korku içinde bu manzaraya bakakaldık. Ufukta ne bir çözüm ihtimali görülüyordu ne de geçmişe dönmek mümkündü. Eski sloganlar felâket getirmişti, yeni durumun da üstesinden gelinemiyordu. Artık kendimizi aşmamız gerekiyordu. Durumun üstesinden gelmek için yeni metotlar bulmamız ve şimdiye kadar denenmemiş yollar keşfetmemiz gerekiyordu. Tam da o günlerde kendine has mesajlarıyla Yeni Kıbrıs Derneği (YKD) ortaya çıktı.
İlk bildirisinde YKD şöyle diyordu: “Mutluyuz, dürüstüz, hoşgörülüyüz ve özgürlükçüyüz. Rahat ve tasasız bir hayat sürdürüyorduk ve susuyorduk. Şimdi suskunluğumuzun cezasını ödüyoruz. Düşüncelerimizi ve vicdanımızı yoklamamız, ve çoğunlukta olan bizler, darbe ile işgal arasında geçen yedi günün kalk çağrısını değerlendirmemiz gerekiyor.”
İlk mesaj uyandırma mesajıydı. İyi de, gözlerimizi neye bakmak için açacaktık?
Yalanlara, anavatanın talan edilmesine, devletin sömürülmesine, sürekli atılan milli sloganlara, durmadan milli davadan söz edilmesine, düzmece Helen tapınmasına.
Ellerinde Yunan bayrakları ağızlarında marşlar ve milli sloganlar ile Yunan subayları, cumhurbaşkanlığını bombalar ve sivilleri katlederken bakış açıları ve hayaller çöküyor; ruhsal ve ideolojik güvenliğimiz sarsılıyordu. Türk istilâsı da işgal ve öldürmelerle, ve insanları yerlerinden yurtlarından kovarak insanlık dramını tamamlamış oluyordu. 1974 yılının Temmuz ayı, Kıbrıs tarihini 1974’ten önce ve 1974’ten sonra olarak iki döneme bölen andır. Tıpkı insanlık tarihinde var olan İsa’dan önceki ve İsa’dan sonraki çağlar gibi.
Bu karmaşık ve kaos ortamı içinde, yaşama karşı güvenimizi yitirdiğimiz ve
hiç kuşku duymadığımız değerlerimizin sarsıldığı anda YKD ortaya çıktı. Alışılagelmişin dışında fikirleri ve bir programı vardı. Büyük bir sıçrayış yapmıştı.
YKD bize neler söyledi?
Bize dedi ki bu topraklar üzerinde yaşayan herkes Kıbrıslıdır, Herkesin kendine özgü kültürel ve dinsel özellikleri olan ama ortak çıkarlar, ortak deneyimler ve gelenekler bize Kıbrıslı bir kimlik kazandırmaktadır. Tüm Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türkler, Maronitler, Ermeniler ve Latinler ortak anavatan olan Kıbrıs’ın kültürel ve siyasal mirasçılarıyız.
YKD dedi ki Kıbrıs sorunu, kendini haklı çıkarmak için tek taraflı eylemlere girişen ve güç kullanarak isteklerini karşı tarafa kabul ettiren ulusal bir sorun değildir. Ve YKD bize dedi ki, Kıbrıs’ın sorunu politik bir sorundur. Bunun çözümü için de, her şeyden önce, tüm tarafların ve özellikle de iki büyük toplum olan Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin işbirliği ve ortaklığı şarttır.
YKD, Kıbrıs ve onun insanları için yeni dayanak noktalaları aramıştır.
Dedi ki, Kıbrıs’ın sorunu içişlerinin yeniden yapılandırılması meselesidir ve bunun için de toplumun çağdaşlaşması, Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türklerin ortaklığı ve bu iki toplumun bölünmüş bir Kıbrıs için değil birleşmiş bir Kıbrıs için ortaklaşa mücadele edecek ittifaklar oluşturmaları gerekir.
YKD bu soyut teori ile yetinmedi. Teorinin ötesine geçerek pratikte bunun nasıl yapılması gerektiğini de gösterdi.
Aşikâr olanı talep etti. Ta başından itibaren yani 1960’tan başlayarak yapmamız gerekeni istedi: Bir devlet kuralım ve sembollerine saygı gösterelim. Devleti toplumdan ayıralım.
Bir Kıbrıs bayrağımız olduğunu hatırlayalım ve ancak hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik bir Kıbrıs devleti oluşturduğumuz zaman daha iyi bir gelecek ümit edebiliriz.Bunun gerçekleştirilebilmesi için bizi ayıran şeyleri bir kenara itmek ve bizi birleştiren her şeyin açığa çıkarılması gerekir.
Ve o zaman aşikâr olanı söyledi: Kıbrıs’ı kurtarma mücadelemiz için Yunan bayrağı ve Yunan milli marşı sancağımız olamaz. Bu davranışlar, Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin ortaklaşa yaşayacakları yeni bir dönemi başlatmaya katkı yapmaz. Kıbrıs’ın bağımsızlık yıldönümlerinin kutlanmasının hükümetin ve halkın hem sorumluluğu hem de yükümlülüğü olduğunu da savundu.
Semboller ve belli anayasal meselelerle yetinmedi, eğitim konusunda da sesini yükseltti. İçi boş milliyetçiliği aşıp kendi ülkesine ve insanlarına yeni örneklerle sevgi aşılaması gerekliliğini açık ve seçik bir dile savundu. Yunanistan’ı bilelim ama Kıbrıs’ı da öğrenelim. Eğitim sisteminin Kıbrıs odaklı yeni bir içeriğe ihtiyacı olduğunu ve insanlar arasında ortaklık ve işbirliğinin vurgulanması gerektiğini savundu.
Bize şunu da hatırlattı: Bağımsızlık mücadelesinde ölen kahramanları andığımız gibi Kıbrıs Cumhuriyeti’ni savunan ve bu uğurda öldürülen insanları da anmalıyız. Kavazoğlu ve Mişaulis, ayrıca Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk şehitleri olan Ayhan Hikmet ve Ahmet Gürkan; Kıbrıs’ın demografik değişiklikleri aleyhinde yazılar yazdığı için daha sonra öldürülen Kutlu Adalı ve son olarak da toplumlar arası çatışmaları önlemek çabalarında öncü olan İhsan Ali bunlar arasında sayılabilir.
DEVAM EDECEK