Bir haftadır, yıllık iznimin bir bölümünü kullandığım için buralardan uzaktım, ancak olanları takip etmeye çalıştım. Şimdi durum biraz daha sakin, yazmakta fayda var.
Genel seçimden bu yana bozulan iki hükümet modeli var önümüzde, biri 4’lü, diğeri 2’li…
Dikkatinizi çekerim; ikisinde de “bozan” taraf HP…
4'lü koalisyonun bozulması çok farklı noktalardan değerlendirilebilir elbette.
Olayın duygusal tarafı da var, ekonomik tarafı da, Türkiye ile ilişkiler tarafı da…
Nereden bakarsanız bakın, zaten bu koalisyon denemesi çok zordu.
Bir kere, 4 parti bir araya gelmişti.
Peki son bozulan ikiliye ne demeli!
Yine “bozan” HP tarafı… Bu kez bahane ne? Maraş!
Aslında işin özü Maraş’tan öte Türkiye ile kurulan siyasi partnerlik ilişkisinde kimin “esas oğlan” olacağında gizli, bakmayın siz Maraş bahanesine!
Hemen hemen her dost sohbeti “peki şimdi ne olacak” diye başlıyor.
Gerçekten de ne olacak?
Aritmetik iki modele işaret ediyor ancak biliyorsunuz ki siyasette 2 kere 2 her zaman 4 etmez!
Şimdi en çok dillendirilen senaryolardan biri olan UBP-HP hükümetinin vitrini yenilenmiş halinin devamı, bir başka deyişle yeni bir yeni UBP-HP hükümeti…
Zaten Ocak 2018 seçiminin rakamsal bir sonucu değil miydi? Peki neden olmadı?
***
Elbette 4 partiyi 2018 yılının başında bir araya getiren, UBP-HP'yi o dönem imkansız kılan bazı siyasi gelişmeler vardı.
Neydi bunlar? En önemlisi Hüseyin Özgürgün faktörü.
Serdar Denktaş o günlerde UBP'ye çok kızgındı.
Çünkü seçimden önce iktidar ortağı olduğu dönemin başbakanı Özgürgün, muhalefet lideri Erhürman'ın hodri meydanına olumlu yanıt vermiş, Denktaş'a danışmadan erken seçim yolunu açmıştı.
Denktaş bu duruma çok ama çok kızmıştı. Kızgınlığını da saklamıyordu.
Ki aynı Denktaş o dönemde, arazi meseleleri ile eleştiriliyordu.
Uzun süredir bilinen Denktaş-AKP geriliminin de bitmediğine yönelik siyasi kulislere yansıyan sinyaller hala hafızalardaydı.
TDP desen zar zor sandıktan çıkmayı başarmıştı. Seçimin normal (parti mührü) sonuçlarına göre TDP baraj altındaydı ancak Zeki Çeler faktörü partiyi birkaç tık yukarıya çekiyor, baraj üzerine çıkmasını sağlıyordu.
2018 seçiminden önceki siyasi atmosferde TDP'nin AKP'nin hoşlanmayacağı bazı argümanlarla siyaset yaptığı da herkesin malumuydu. Buna İlahiyat Koleji meselesini de ekleyebilirsiniz.
CTP keza 2018 seçimlerinin sonuçlarına göre toplum tarafından ana muhalefet görevi verilen bir partiydi. Yenilenen kadroları ile siyasette yeniden umut partisi olan CTP'ye toplum iktidar olma görevini vermiyordu, en azından birinci parti seçilememişti.
Ancak seçim öncesindeki UBP yönetimiyle yaşanan gerginlikler siyaseti oldukça ısıtıyordu. Yani olası erken seçimde daha önceki CTP-UBP koalisyonunu da bir acı deneyim olarak hatırlanması nedeniyle UBP ile koalisyon mümkün değildi.
UBP'nin başında ise yukarıda da bahsettiğim gibi Özgürgün vardı.
Özgürgün özel hayatına ilişkin bazı gelişmeleri ve rüşvet iddialarının dillendirildiği çok eleştirildiği bir dönem geçirmişti.
Bu gelişmeleri kapalı kapılar arkasında birçok UBP'li de eleştiriyordu, kurultay gerilimi de kendini yavaş yavaş hissettiriyordu. Kimilerine göre AKP de olanlardan rahatsızdı.
***
O dönem meclis dışında olan Kudret Özersay'ın partisi HP, UBP ve DP'deki kritik noktaları kaşıyarak muhalefet ediyor, siyasette kendine "eleştiren-temizler" görüntüsü veren bir çizgi izliyordu. Bu siyasi çıkışı CTP'nin 2013'te aldığı % 15'lik bir ek oyu da kendine çekiyordu.
İşte tüm bu siyasi gelişmeler aslında Özgürgün-Denktaş karşıtlığına yönelik bir siyasi gidişattı.
Siyasi konjonktür ikisinin de gitmesini gerektiriyordu.
Zira hem Denktaş hem de Özgürgün'ün UBP-DP iktidarında yakınlarına hatta bizzat kendilerine yönelik bazı ayrıcalıklar yarattığını herkes konuşuyordu.
2018 Ocak seçimleri bu havada geçti.
Ancak rakamsal sonuçlar hem Denktaş hem de Özgürgün'den kurtulmaya olanak vermiyordu.
Farkı bir yol olmalıydı.
Kudret Özersay bu noktada bir seçim yapmalıydı.
Seçim rakamsal sonucunun bir nihayeti olarak UBP-HP koalisyonuna olanak mı verecekti? Yoksa Serdar Denktaş'la aynı ekipte mi yer alacaktı.
İkisinden kurtulmanın yegane yolunun DP'li bir koalisyona girip UBP'yi kurultay tantanasının içine sokmaktı.
Öyle de oldu.
Bir yandan CTP-HP-TDP-DP koalisyonu kuruluyor, diğer yandan UBP içindeki Özgürgün sancısı daha da derinleşiyordu.
Daha sonra kurultay gerçekleşiyor ve UBP’de Özgürgün ismi başkanlıktan atılıyordu.
Bu arada 4'lü koalisyon icraat yapmaya çalışıyor, krizlerin ardı arkası kesilmiyordu.
Su baskınları, trafikte yaşanan acı sonuçlar, ekonomik kriz ve Türkiye ile yürütülen protokol sürecinin nihayete varmamasına yönelik yaşanan süreçler…
Özgürgün'le koalisyon kurmayan ve ortak noktası sadece bu "Özgürgün karşıtlığı" olan 4'lünün şimdi icraat yapması gerekiyordu. Birçok noktada atılan adımlar kimilerini mutsuz ediyordu.
Özele maaş desteği, vicdani ret gibi sol tandanslı adımlar, özelleştirmelere teslim olmayan planlamalar…
Aslında 2019 yılı ile en zor dönem başlamıştı.
Siyasette ağır sorumluluk gerektiren, krizlerle baş edebilecek, Türkiye ile sağlıklı ilişkiler geliştirecek ve bu süreci başarı şile tamamlayacak bir liderliğe ihtiyaç vardı.
İşte tam bu noktada Tufan Erhürman süreci bizzat yönetiyor, Türkiye ile ilişkilerden tutun da Ekonomik Protokol dahil birçok noktada bu zor adımları yürümeye çalışıyordu.
Nihai sonuç için tarih de vermişti Ehürman! Mayıs 2019…
Bir takvim çalışıyor, müzakereleri sürdürüyor, içteki mali sorunlara da dönemsel-geçici tedbirlerle çözümler getiriyordu.
Erhürman'ın Ekonomik Protokol'un imzalanacağı tarihi ilan etmesiyle çok başka siyasi bir hareketlilik başlıyordu.
Medya eliyle "hükümet düştü düşecek" iddiaları ortaya atılmıştı. Bu iddiaları Erhürman'ın "Haftaya protokolün son şekli elimizde olacak" demesiyle tavan yapıyordu.
Krizi yönetenler için çok fazla süre kalmamıştı.
Bu iddiaların tek merkezden yönetildiği de çok belliydi.
Belli ki zor sürecin nihayete vardırılmasında CTP'li bir başbakanın imzasının bulunmasını istemeyenler vardı.
Bu duruma içerlenenler hem dedikoduları çıkartıyor, hem de hükümetten kaçmanın yollarını arıyorlardı.
Ne de olsa UBP'de Özgürgün de yoktu!
Önce TDP üzerinden bir kriz yaratılabilir mi diye düşünmüşler!
Uzun süredir sessiz olan TDP ile ilgili bir siyasi kriz yaratmanın olanağı yoktu.
Bu kez son malzeme olan Serdar Denktaş olayını kaşıyarak bir kriz yaratmanın toplumda tutacağına yönelik bir senaryo ortaya koymak daha mantıklı geliyordu.
Arazi, kişisel menfaat gibi konularda zaten karnesi zayıf olan Denktaş üzerinden eski malzemelerle yeni bir arazi krizi böylece yaratılmış olacaktı.
Sonrasında olanları hep birlikte izledik.
4’lü bu havada bozuluyor, yerine 2’li başlıyordu.
Pek tabii gizli anlaşmalar, yazılmamış metinler üzerine kurulu bir hükümetti bu!
Sağda birlik olunacaktı, 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimine tek vücut girilecekti, hatta sağın adayı Özersay olacaktı!
Ancak evdeki hesap çarşıya uymamıştı!
Önce pandemi krizi baş göstermişti.
İyi kötü bu süreç ilerletiliyordu.
UBP’deki iç hareketlilik bu planı bozuyordu, hükümette yaşananlar, İmar Planı gerilimi Özersay’ın büyük planını darmadağın etmişti.
Böylesi bir dönemde Ersin Tatar’ın Cumhurbaşkanlığı’na aday olacağının dillendirilmesi ipleri koparan son nokta olmuştu.
Sonrası zaten yakın geçmişimiz…
Türkiye Kıbrıs’taki siyasetini Tatar ile yürütme kararı vermiş, Özersay çok net şekilde dışlanmıştı.
4’lüyü bozan Özersay bu kez 2’liyi de bozuyordu.
Kendisi yoksa hükümetlere ne gerek vardı (!)
Sadece ama sadece kendi kişisel siyasi geleceği üzerine iki hükümet bozan Özersay Cumhurbaşkanlığı’nda % 5’e kadar gerilemişti.
Sonrasını şimdi yaşayacağız.
Ancak çok başka şeylerin yaşanacağı çok yenilerin olacağı bir siyasi dönem başlıyor şimdi…
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, o belli…
Ne iç siyaset, ne koalisyon, ne de Kıbrıs sorunu…
Şimdi oyunun yeniden başlaması için kartlar dağıtılacak.
Eski oyunculara ise bu yeni oyunda yer olmadığı yakında ortaya çıkacak.
Göreceğiz.