Ünlü kâhin Nostradamus’un günümüze atfedilen “Doğu’nun yükselen yıldızı” kehanetini Türkiye ile ilişkilendirenlerin sayısı hiç de küçümsenecek gibi değil. Sadece fantezi meraklılarından söz etmiyorum, ciddi ciddi ekonomi ve siyaset çevrelerinde tartışılıyor bu…
Kâhinin Yunanistan krizini “bildiği”, milenyum sonrasında başlayacağını söylediği “altın çağın” piyasalarda altın fiyatlarının yükselişi anlamına geldiği gibi sayısız yorum yapılıyor. Avrupa ekonomi ve siyaseti hızla çökerken, Türkiye’nin en azından şimdilik “taş gibi” bir görüntü sergilemesi ve Orta Doğu’daki etkinliğinin artması Nostradamus takipçilerinin gözlerinin parlamasına neden oluyor.
Konunun “kehanet” boyutunu meraklılarına bırakıp bugün olup bitenlere dönelim biz.
Türkiye-İsrail gerilimi her yeni gün biraz daha derinleştiriliyor. Ama ilginç bir derinleşme bu. Zira Türkiye bir yandan İsrail’le gerilimi Orta Doğu’daki karizmasını daha da parlatacak gösterilerle zenginleştirirken öbür yandan da NATO kalkanı ile İran’ı kızdıracak işlere de imza atıyor.
Komplo teorisyenleri ise bu gelişmeleri “İsrail ile yaratılan fake gerilim aslında NATO kalkanına olası tepkileri engellemek için planlandı” biçiminde yorumluyor ve asıl tehlikenin Türkiye ile İran arasında ortaya çıkabilecek bir gerilimde olduğunu vurguluyorlar.
Her ne olursa olsun Orta Doğu’nun ateş çemberi içerisinde yeni bir dehşet dengesinin kurulmakta olduğu ortada…
Mübarek’in saf dışı edilmesinin ardından Orta Doğu liderliği konusundaki iştahını gizleme gereği duymayan “Demokratik- Ilımlı İslam” prototipi bir Türkiye, ne İran’ı ne de İsrail’i mutlu edebilecek bir görüntü sergiliyor.
“Yeni Türkiye” Batı ile ilişkilerinde de artık yeni bir dil kurmuş durumda. Eskisiyle kıyaslanmayacak biçimde eşitlikçi, özgüvenli, gücünün farkında olduğunu hissettirmekten kaçınmayan bir dil bu…
Ekonomik sorunlarla boğuşan ve bölgede tartışmasız biçimde izole olmuş İsrail karşısında Türkiye Batı için eskisinden çok daha “ilginç” bir partner. Orta Doğu’da İsrail artık yaşlandığını ve yıprandığını kabul etmekte zorlanan bir Hollywood starıysa, Türkiye yeni rolüne uyumuyla şaşırtan, “umut vaat eden” bir star görüntüsünde…
“Kimin için umut vaat ediyor?” sorusunun yanıtı da açık aslında.
Yeni küresel düzende geçen yüzyılın diktatörlük rejimleriyle artık Orta Doğu’yu kontrol edemeyeceklerinin farkına varanlar için elbette… Nitekim bütün bir geçen yüzyıl boyunca Arap diktatörlükleriyle öpüş kokuş ilişki içerisinde Orta Doğu’yu sömürenlerin, “Arap Baharının” yeni rejimleriyle de flört evresine bile gerek duymadan çabucak yatağa girdiklerine bakılırsa durum ortada.
Libya halkı, daha 6 ay öncesine kadar Kaddafi ile sarmaş dolaş olanların yeni rejim daha tam olarak koltuğuna oturmadan petrol ve ülkenin yeniden inşası imtiyazlarını paylaşıveren Fransa, İtalya, İngiltere ve Amerika’nın el çabukluğuna şaşırmış mıdır acaba?
Orta Doğu’da bütün bunlar olup biterken etrafını sadece endişeli gözlerle izleyip gıkını bile çıkartmayacak bir İsrail tahayyül edilebilir miydi?
Eğer ABD “zaten yeterince derdim var, bir de senin mızırdanmalarınla uğraşmayayım” demediyse, İsrail’in Orta Doğu’daki yeni sürece bu denli kayıtsız kalması, bu ülkenin derin ekonomik ve siyasi ilişkiler içerisinde olduğu Batı’nın da derin ekonomik ve siyasi krizlerle boğuşmasından kaynaklanıyor olmalı.
Küçücük ülkede daha geçen hafta mevcut ekonomik politikaları protesto için 450 bin kişinin yürüdüğüne bakılırsa, İsrail ekonomisinin de durumu Rum Kesiminden pek farklı görünmüyor olmalı Erdoğan için…
22 Temmuz’da parmağını AB, Yunanistan ve Rum yönetimine sallayan Erdoğan’ın şimdi büyük bir “incelikle” Osmanlı’ya da gönderme yapan “Türkiye geçmişten beri Doğu Akdeniz’e yabancı değildir” ifadesi “parmağın” İsrail’e karşı da sallanmaya başladığını gösteriyor.
Bilmiyorum dikkatinizi çekti mi, Erdoğan’ın 22 Temmuz çıkışına Rum Yönetiminin cılız protestosu dışında hemen hiçbir Batılı ülke tepki vermemeyi tercih etti. Eskiden böyle bir “suskunluk” mümkün müydü?
Bütün bunlar kuşkusuz İsrail’de de değerlendiriliyor ve aşırı dinci-milliyetçi unsurlar dışında pek çok aklı başında isim “özür dilemeyi milli bir soruna dönüştürmeyelim” çağrısı yapıyor. İyi de gelinen noktada İsrail’in çarçabuk ortalığı toparlaması Türkiye’nin işine geliyor mu bakalım? Gerilimden Orta Doğu’da karizmasına karizma katarak çıkmayı hesaplayan Erdoğan’ın “azıcık daha” zamana ihtiyacı var bence…
Önümüzdeki hafta Mısır’a yapacağı ziyarete kadar en azından! Gazze’yi de kapsayabileceği bildirilen ziyaret için Mısır kamuoyu büyük heyecana kapılmış durumda. Bir çok grup, “Erdoğan’a 1 Milyonluk Karşılama” çağrıları yapmaya başladı bile.
Erdoğan’ın Mısır ziyaretinin önemi çok büyük… Batı’nın Orta Doğu-İslam dünyasındaki “amiral gemisi” Mısır’a gerçekleştirilecek bu ziyaret aslında bir anlamda “devir teslim töreni”! Yüz binlerce kişi tarafından çok büyük sevgi gösterileriyle karşılanacağından kuşku duyulmayan Erdoğan, Mısır’a “Yeni Abdul Nasır” edasıyla girecek. Kaddafi’nin yıllarca büyük paralar dökerek elde etmeye çalıştığı payeyi Erdoğan’ın yeni konjonktürde tereyağından kıl çeker gibi kapıvermiş oluşunun resmen tescili yani…
Öte yanda ipinin çekilmesi an meselesi olan Esad ve ardından sıranın kendisine geleceğinden kimsenin kuşku duymadığı İran’ın Türkiye’nin ego patlaması karşısında yapabileceği çok fazla bir şey yok. Kürt kartından yıllar önce vazgeçmiş Suriye’nin de PKK’nın PJAK uzantısıyla başı dertte olan İran’ın da Türkiye karşısında eli artık güçlü değil. Bu kartı kullansa kullansa İsrail kullanabilirdi ancak: “Sen Gazze’yi kaşırsan ben Kürtleri kaşırım!”… Kürt kartına en fazla Kıbrıs ve Ermeni “soykırımı” eklenebilir ki Batı’nın şu anda ne Kıbrıs’ı ne de Ermeni “soykırımını” mesele etmeyecek kadar hem kendi sorunlarıyla hem de elden kayıp giderse asıl belanın yaşanacağı Orta Doğu’ya odaklandığı ortada…
“E peki bütün bunlardan bize ne?” diyebilir mi hayata soldan bakanlar?
Kimsenin kılının kıpırdamadığına bakılırsa… Diyor zaten…
Ne olacak ki? Çakıver iki bildiriyi, dostlar alışverişte görsün.