Bu yazıyı Gümüşlük Akademisi Meşeli Göl kenarında cırcır böceklerinin senfonisi arasında yazıyorum. Her yaz olduğu gibi diyecektim ama 2020 yazı hariç tabii. Nasıl da özlemişim hem mekânı hem de insanlarını. Özellikle insanlarını kuşkusuz. Bugünlerde, özlediklerimize doyasıya sarılamıyoruz ne yazık. Meşeli göldeki kırmızı balıklar bile suda düşünceli yüzüyormuş gibi geliyor şu an… Ünlü Goran Bregovic şarkısında olduğu gibi “Balık düşünmez/ çünkü balık her şeyi bilir” diyelim.
Korkunç insanlık olarak korkutucu bir dünya yaratmayı başardık sonunda. Deniz her zamankinden daha kirli gibi geldi bu sabah. Belki de psikolojiktir. Her yıl geldiği mekanlarda eski suretini, eski enerjisini anımsıyor insan. Yirmi yıl önceki fiziksel ve ruhsal varlığım zihnimde capcanlı örneğin. Bazı yönleriyle özlediğim bazı yönleriyle de bir radyo paraziti gibi beni huzursuz eden bir dönem.
Yaş alma hüznü biraz geç tanıştığım bir hüzün olmuştur; sürekli bunu inkâr ettiğimden. Aslında bu karanlık dönem bunu bize en çok anımsatan. Hangi yaş aralığına dahil olduğumuz artık daha sık sorulan bir soru.
Bütün kötü haberlere rağmen geçen yılkinden iyi zamanlardayız. Geçen akşam Gümüşlük sahilinde dalgaların sesine eşlik eden cazı dinlerken hayat normalmiş gibi geldi bir an. Şu an cırcırböcekleri de öyle söylüyor sanki.
Yaz hep yeni tanışmalar, kalabalıklar olmuştur benim için. Evlere kapatıldığımız geçen yaz hariç. Her bir hayat hikayesi kendi kırgınlıklarını, engellerini, travmalarını taşıyor içinde. Bunu düşünüp insanlara şefkatle bakıyorum ama bazı kötülükleri görünce de afallıyorum. Çocuklara hayatın başkalarıyla bir rekabet alanı olduğu öğretiliyor. Video oyunlarında birisine engel olmak, onu öldürmek puan kazandırıyor. Gencecik kızlar kendilerine rol modeli olarak sunulan ikonlara bakıp estetik ameliyatlar için bıçak altına yatıyorlar. Hayatın her alanında bir hiyerarşi var. En büyük başarı ölçütü kolay para kazanabilmek. Kendi hikâyesinin çıkmazları içinde debeleniyor pek çok insan.
Bu yaşanan felaket büyük dönüşümlerin, daha iyi bir dünyanın yolunu açacak diye bir umudum var şimdilerde. İyiler için böyle bir dönüşümü gerçekleştirmenin koşulları oluşuyor sanki. Akademi bahçesindeki yalıtılmışlık içinde dünyaya bakan pencerelerim daha çok açılıyor. Ferzan Özpetek filmlerindeki masaları andıran uzun masamızdaki entelektüel sohbetler bu duyguyu veriyor bana belki de.
Bu mekânın henüz inşaat halindeki zamanlarına tanığım. Sonuçta böyle bir yer oluşabilmiş ve varlığını sürdürmüş; bu bile bir umut.
Akademi’nin yöneticisi Emre “Ben sürekli yas içindeyim çevredeki dönüşümden ötürü” diyor. Çılgınca inşaat yapılıyor çevrede. Büyük şehirlerden kaçanlar buralara sığınmış, alt yapı yetersiz kalıyor bu yüzden. Su sorunu baş göstermiş. Dert çok. Yine de içimde geleceğe dair bir umut var işte.
İçimdeki umudun nedeni zekasına, yaratıcılığına güvendiğim iyi insanlar. Başkalarıyla aynı duyarlıkta birleştiğini, benzer kaygıları taşıdığını görmek bile iyi geliyor insana. Dünyaya yayılmış büyük bir ailem varmış gibi hissediyorum.
Felaketler insanları birleştiren durumlar, bir kez daha ayırdına varıyorum bunun. Deneyimler aynı olmasa da kaygı aynı en azından. Dünyalılık duygusunu birleştiren bu fiili durum sınırları hem görünmez kılıyor hem de artan güvenlik kaygıları ile daha da güçlendiriyor. Kendi ulus evine kapanma hali bir yandan da yaşanan.
Ekonomik kaygılarla aralanan kapılardan sızan tehlike bir çıkmaza sürüklüyor ülkeleri. Tünelin ucunda görüldüğü sanılan ışık birden kararıveriyor.
Hayat elimizden kayıp gitmesin diye yapacak öyle çok şey var ki. Abartılı güvenlik kaygıları özgürlüğe set çekiyor ne yazık. Diğer yandan güvenlik ve özgürlük dengesini ustaca kurabilmek de mümkün.
Elimizdeki en değerli şey zaman. Onu heba etmeden yaşamanın bir yolunu bulmak zorundayız. Kayıp bir zamandan söz edebilir miyiz sınırlı hayatlara mahkûm olduğumuz bu dönemden ötürü? Adı kayıp zaman olabilir belki. Ama kaybettiklerimiz ve yeniden bulabileceklerimizdir hayatın anlamını çoğaltan.