Ada yaşantımız içerisinde, sosyal-kültürel ya da örgütsel açıdan birçok şeyin başlangıcını yapabilmekteyiz. Örneğin; bir dergi yayınına başlarız, bir dernek kurarız, bir etkinlik organize ederiz ama ardını arkasını getiremeyiz. Nice dernek mezarlıklarımız var Kuzey Kıbrıs’ın her şehrinde. Ya birileri rant elde etmek için kurar derneği, tabelasını asar ve bir daha uğramaz, diğer yandan bir atımlık kazanç elde etmek için dergi çıkarır, ardını getirmez, ya da ilk olmasına rağmen “gelenekselleştirmeyi” de ekleyerek, organizasyonunu yaptığı bir etkinliğin sonrası gelmez olur.
Tüm bunların aksine; bir dergi çıkarıp da bırakın kazanç elde etmeyi, sırf yayında kalıp, bilgi ve kültürü, toplumsal duyarlılık içerisinde okura ulaştırmanın sorumluluğuyla çalışıp didinen insanların varlığı, dernekleşip; dernekleşmenin yasal statüsünü kullanarak, kurulma amacına daha bir verimli çalışmalar, katkılar koyanların olduğu da bir gerçek.
Yine tüm bunların dışında bir de salt “gönüllülük” esasına göre yol alan insanlar var.
Tıpkı 2008’de yedi müzik insanının biraraya gelerek salt “gönüllülük” esasıyla oluşturdukları ve konserlerine başladıkları, hiçbir ticari kaygu duymaksızın, herkesin işinden, eşinden, çoluk çocuğunun saatlerinden ferakat ederek çalışıp konserler veren Cypress Classica grubumuz gibi.
Ve tıpkı; geçtiğimiz yıl ilk kez böylesi büyük bir organizasyona imza atan ve yine gönüllülük esasından gıdım farklı düşünmeyip, sosyal paylaşım sitelerinde yer alan “Ben Leymosunluyum” grubunda birleşerek, güç alarak oluşturulan “Piknik Komitesinin” gerçekleştirdiği “1.Geleneksel Leymosunlular Pikniği”ni gibi. Bu komitede yer alan biri olarak; geçtiğimiz yıl gördüğümüz eksik-gedik-yanlışlıklar, geçtiğimiz Pazar düzenlenen pikniğin 2.’sinde ortadan kaldırılmış, daha bir organize, detaycı ve yenilikler de katılarak bir kez daha yüzümüzün akıyla bu organizasyondan çıkmak beni sevindirdi. Dediğim gibi, sadece gönüllülük ruhuyla başarılan bir organizasyon. Komitede kimin ne kadar çok çalıştığından öte, kimin verilen işleri yerine getirdiği daha önemli kılındı. Çünkü herkesin kendi alanına göre yapabileceği şeyler vardır ve bana göre de kendi alanlarında uğraş verenler, pek anlamadıkları bir konuda uğraş vermekten kat kat fazlası yararlı olmaka, başarmaktadır.
Uzun uzadıya Leymosunlular pikniğini anlatıp belki de bu yazıyı okuyup da pek ilgilenmeyenlerin zamanını almak istemiyorum. Sadece şunu ortaya koymak isterim ki; neredeyse unuttuğumuz “yardımlaşma” ve “kişisel beklentisiz” birşeyler yapma duyusunun yeniden canlanması için sihirli bir değneğe ihtiyaç olmadığıdır. Ve tabii ki zamanınızı, enerjinizi bu işe vermek ise bambaşka bir olaydır, günümüz çıkar ilişkileri içerisinde.
Bu olay aslında; dağılmış, hergün kültürel erezyona uğrayan, gelenek ve göreneklerimizden bir haber olup, üzerimize giydirilen ama her yönüyle yapay duran farklı kültürel elbiselerimizden arınıp, kendimizi bulmanın bir yoludur. Kimi “akil” insanlar (bu da günümüzün revaçtaki yeni kelimesi), birşey yapmadan, üretmeden eleştirirler ya, iş ola “farklı bir bakış açısıyla”, böylesi organizasyonların bir “azınlık psikolojisinden” geliştiğini ve kendimizi; Türkiye’den gelen ve şu-bu isimle kurulan bölgesel derneklere benzediğimizi söyleyip küçümsemeye çalışırlar. Sosyal bilimciler bunu böyle yorumluyorsa doğrudur. Azınlık değil miyiz? Böyle hissetmek için, birilerinin ya da bir sistemin size bunu hissettirmesi gerek öncelikle. Yoksa böylesi bir duygu içerisine “pat” diye girilmez. Israrla kullanılmaya ve korunmaya çalışılan Kıbrıs Ağzı, açılan işletmelere verilen ve Kıbrıs’ın kültürel zenginliğinden ortaya çıkan isimler, yazılan kitaplar, araştırılan konular, ya da üniversitelerimizde bile yer alan “Kıbrıs Araştırmaları Merkezleri”, neyin bir getirisidir?
Tüm bunların bilinçaltında “kendine sahip çıkma” dürtüsü yok mu?
Peki niye kendimize sahip çıkmaya çalışıyoruz?
Cevabı herkes tarafından biliniyor aslında.
Tüm anlattıklarımın merkezinde kanımca sadece şu dürtü var: “Yok olmaya dur demek”.
Bu ister başına “eko günleri” diyerek uygulamakta olduğumuz etkinlikler olsun, ister “buluşma-piknik-rakı gecesi vb.” başlıklarla oluşturulan organizasyonlar, balolar olsun, temelinde yatan, yok olma sürecine farklı bir şekilde başkaldırı ve insanların, tıpkı geçmişte olduğu gibi bir “doğal örgütlenme, güç oluşturma” refleksidir.
Bunu “akil” insanlar istedikleri kelimenin altına soksunlar.
Sonuç; insanlarımızın böylesi organizasyonlara ihtiyaç duyduğudur...