Geçen haftaki yazıma (ağır suçlamalar getirdiğim) politikacıların hiç birinden en ufak bir tepki gelmedi…
Belki de, yoğun işleri(!) nedeniyle yazımı okuma fırsatı bulmamışlar; ya da “yanıt vermeye değmez” bulmuşlardır…
Ya da eleştirilmeye, suçlanmaya (hatta küfür, azar işitmeye) o kadar alışıp kaşarlandılar ki (yüzüne tükürüldüğünde yarabbi şükür çekenler gibi) gülüp geçmişlerdir…
Yazının ardından geçen bir haftalık süreçte mecliste ve dışarıdaki tavırlarına bakıyorum; yüzsüzlük ve şovmenlik daha da artmış…
İtiraf etmeliyim ki, benim yazı, “zırnık” kadar işe yaramamış…
Belki de ben bu işi beceremiyorum…
Cürmü kadar yer yakmayan; sinek vızıltısı kadar (bu günlerde sinek vızıltısı bile rahatsız ediyor oysa çoğumuzu) rahatsızlık yaratmayan; çapsız söylenmelerden öte bir şey değil yazdıklarım…
Politik arenadan, sosyal medyaya; yazılı basından, görsel medyaya kadar, her yazılıp söyleneni takip etmeye çalışıyorum; herkes haklı… herkes hatasız… herkes dürüst…
O zaman sorun bende!..
Bu yüzden, bir kez daha İTİRAF EDİYORUM!... (Aşağıda okuyacağınız ilk itirafım 13-10- 2007’de gerçekleşmişti.)
***
Tamam, tamam… Pes ettim…
Savunduklarımın tümünü birer birer çürüttünüz…
İpliğimi pazara çıkarıp; su katılmamış bir “kalkınma düşmanı” olduğumu kanıtladınız…
Kökü dışarıda, bir hain olduğumu; ülke insanımın hep fakir kalmasını isteyen sinsi bir düşman olduğumu itiraf ediyorum !..
15 yıldır yazdığım yazılarla, Karpaz’ı çevrecilerin diline dolayan da benim…
Üstelik, ikide bir Karpaz balıklarını avlayıp durduğum için çevreye zarar verdiğim halde!..
Şimdi de balık avlaklarım kaybolmasın, şehirli keyfimden olmayım diye bağırıp duruyorum…
Yoksa bana ne Karpaz’ın insanından; kalkınmasından!..
Bana ne doğadan, eşekten, kaplumbağadan…
Eski de olsa, benim 10 yıllık bir kaplumbağam var… Modeli biraz farklı ama sonunda o da bir vosvos… 10 yıldır araba değiştirmediğim, kaza yapıp, iş hacmi yaratmadığım ve de trafik cezası almadığım için devletin ekonomisine ne kadar çok zarar verdiğimi daha yeni yeni anlıyorum…
Dededen kalan bir arsacığa küçük bir ev yaparak; emlak vergisini de az ödediğimi; bahçeye ( o yetmezmiş gibi evimin ve işyerimin karşısındaki yeşil alanlara) bir sürü ağaç ekerek; kuşlara, arılara çekergilere yataklık yapıp “TARIM ZARARLILARI”nı beslediğimi de itiraf ediyorum…
Ekonomiye verdiğim zarar bu kadar da değil… Her özel günü vesile yapıp sevdiklerime pahalı hediyeler almadığım gibi; 14 Şubat sevgililer günüde bir tek gül bile almayarak; onbeş yirmi yıllık giysilerimi atmayıp; uygun yerlerde giyerek tüketime büyük darbeler vurarak, iç ve dış piyasaları allak bullak eden de ben ve benim gibilermiş meğer…
Meğer, ben (ve benim gibiler) bu topluma ne zararlar vermişiz de haberimiz yokmuş…
Sağolsun dostlarımız yazıp, bize bu gerçekleri hatırlattı da biz de o derin “GAFLET UYKUMUZ”dan uyandık!..
EVET’i “neşeli bir kelime” olarak gösteren şiirler yazarak toplumu kandırdığımız yetmiyormuş gibi, yaptığımız her sanatsal etkinliği yüzümüze gözümüze bulayıp, sanatın adını da kötüye çıkarmışız da haberimiz yokmuş!..
Tamam, tamam… Pes ettim…
Söz veriyorum… Artık akıllanacağım ve aşağıdaki gibi aptalca (onurlu) şiirler yazmayacağım…
Söz veriyorum artık ÇOĞUNLUK gibi boynumu eğip; anlımı kapatacağım!..
ALNIMIZ AÇIK
Acılar öğüten
zalim değirmenin
hışmına uğramış saçlarımız…
Kırılıp dağılan umutlar
meteor kalıntısı izler bırakmış
gittikçe çoraklaşan
açık alınlarımızda…
Evet, alnımız açık
omuzlarımızın üstünde
hala dik ve mağrur durur
erdemle yoğrulmuş başımız…
Kazandıklarımızdan
ağır basıyor yitirdiklerimiz
-kamburumuzun büyümesi ondan-
Eskittiğimiz yılların
umut ve düşlerin giysisi
örtüyor pörsümüş tenimizi
ama alnımız açık hala.
Kutsal büyük ana
Kybele’nin kucağı kadar
açık ve davetkar
yeni düşlere, umutlara…
Ocak 2000