Mustafa Öngün
m.ongun85@gmail.com
Ekonomik ve siyasi bir krizin içinde olduğumuz artık herkesin bildiği ve hissettiği bir gerçek. Belli bir süre bazı zenginliklere sahip olan bu toplum bugün artık her şeyini yitirmek üzere. Göreceli iyi maaşlar, iyi çalışma koşulları, eşitlik gibi değerler artık yavaşça adadan ayrılıyor. Belki bu değerler hiçbir zaman toplumun tamamına yayılmamıştı düşünebilirsiniz ama bugün artık elitlere mahsus olduklarını herhalde yadsıyamazsınız. Kurumlarımız daha önce rastlanmamış bir şekilde kendilerini sadece belli zümrelerin çıkarlarını korur halde buluyor. Toplumun çoğunluğunu oluşturan gençler ve özel sektör çalışanları serbest piyasanın acımasız şartları dışında herhangi bir kurumun etkisini göremiyor. Toplumun önemli bir kesimi için herşey irademiz dışında; rüzgâr nasıl eserse öyle şekilleniyor. Devlet çalışanları, sendikalılar ve siyasiler kendilerini koruyacak göreceli bir güç bulurken, gençler ve özel sektör çalışanları örgütsel anlamda yapılacak pek de bir şey olmadığını düşünüyor. Çoğunluk kendini çaresiz hissediyor.
Bu kadar lafın ardından alternatif ekonomi politikalarından veya Kıbrıs sorunundan bahsetmemi bekleyebilirsiniz, ancak bunların hiçbirine değinemeyeceğim. Aksine kriz döneminde toplumların ihtiyacı olan fakat çoğu zaman konusu bile geçmeyen bir başka niteliğe parmak basacağım: Erdem.
MacIntyre toplumların gerçek anlamda gelişmesi veya krizlerden kurtulması için cömertlik, adalet ve dürüstlük gibi erdemlere ihtiyaçları olduğunu söylüyor. MacIntyre’a göre, bu erdemlere değer vermeyen toplumlar ne hakiki manada gelişebilir ne de krizleri atlatabilir. Buna katılmamak elde değil. Gerçekten de erdemli insanların ön plana çıkmadığı bir toplum neredeyse hiçbir zaman toplumsal olarak yükselemediği gibi krizleri de atlatamaz. İşte içinde bulunduğumuz krizi bir türlü atlatmamamızın nedeni de sanırım buraya dayanıyor. Neden mi diye sorarsanız iyi veya erdemli insanları nasıl algıladığımıza bakabilirsiniz. Kuzey Kıbrıs’ta iyi insanlar, “melek gibi”, “kimseye bir zararı olmayan” ve de en önemlisi, “varlığıyla yokluğu bir olan” insanlar olarak algılanır. Yani iyi insan olsa da olur, olmasa da. Bizim için erdemsizlik pek de bir kayıp değildir.
Bu mentalite bize erdemli olanların toplumda yükselemeyeceği, iyiliğin sosyal, siyasi ve ekonomik alanda pek de işe yaramayacağı mesajını verir. Okuldan tutun da aileye kadar birçok önemli sosyal alanda cömertlik, dürüstlük ve cesaret gibi erdemler en iyi ihtimalle ikincil dereceden öneme sahiptir. Birincil öneme sahip olan kariyer yapmak ve yükselmektir. Erdemlerin ise buradaki yeri sadece birer eşantiyondur. Oysa erdem, uzun yıllar gerekli bir özellik olarak algılanmıştı. Krizlerde ve gelişmede toplumlara yardımcı olan bir özellik olarak düşünülmüştü. Bunlar belki çoğumuz için gereksiz ve anlamsız laflardır ancak yanlış politikalar ve ekonomik yaklaşımlar kadar, erdemin önemini yitirmesi de bugünlere gelmemizde büyük bir rol oynamıştır diye düşünüyorum. Statüko dediğimiz şey sadece KKTC’nın yapısal (ekonomik/siyasi) sorunları değildir. Kimsenin ağızından düşürmediği yapısal sorunlar artık kendi başına var olabilen ve hepimizi etkileyen mevki odaklı, kariyerist bir kültürü ortaya çıkarmıştır. Bu kariyerist, mevki odaklı kültüre karşı erdemleri savunmadan bu ülkenin değişebilmesi neredeyse imkansızdır.
Bu konu üzerine söylenecek birçok şey olmasına rağmen şunu söyleyerek bitirelim: Eğer toplum olarak yenileceksek ve elitler işin içinden sıyrılacaksa, buna neden olan şeylerden birisi de günden güne erdemleri kaybetmemiz olacaktır. Yanlış ekonomi politikaları bir toplumu krize sürükleyebilir. Ancak erdemin olmaması, krizin eşiğine gelmiş bir toplumun sonunu getirecek şey olur. Şimdi gelin siz cevap verin: nereye gidiyoruz? Sona mı? Yoksa yeni bir başlangıca mı?