Evren İnançoğlu
evrenin55@hotmail.com
Her ne kadar “Napoli Romanları”nın gölgesinde kalacak gibi görünse de Elena Ferrante’nin son romanı “Yetişkinlerin Yalan Hayatı” etkileyici bir yapıttır. Romanda, Ferrante; evrenine aşina olan okuyuculara tanıdık gelecek, büyüme sancıları, cinsellik, aşk, sınıf farkı, yalan, aldatma, kayıp, iki dünya arasında sıkışıp kalma gibi temalar yine ustalıkla işlenmiş. Psikanalizin de yakından ilgilendiği melankoli ve Gerçek romanda ağırlık noktası olarak ele alınan temel kavramlardır.
Diğerler romanlarında olduğu gibi Ferrante bizi yine Napoli’ye götürüyor. Romanın başlarında on iki yaşında bir kız olan Giovanna’nın ebeveyninin görüşmediği eksantrik halası Vittoria’yla tanışmasına şahit oluruz. Bir gün Giovanna anne ve babasının konuşmalarına kulak misafiri olur ve babasının kendini ailece görüşmedikleri Vittoria halasına benzettiğini duyar. Bunun üzerine, Giovanna hiç tanımadığı halasıyla iletişime geçmeye karar verir. Anne ve babasının her daim kötü olarak andıkları halasını tanımak ve ona benzemediğinden emin olmak ister. Şüphe, öz güveni yara alan Giovanna’nın içini kemirir.
Giovanna’nın Vittoria ile tanışmaya gitmesiyle romanda zaman zaman kesişen farklı dünyalara şahit oluruz. Bir yanda halanın ve çevresinin işçi sınıfı hayat tarzı, diğer yanda öğretmen anne ve babasının çevresinin orta sınıfa ait dünyaları. İki dünya bir birinden sadece yaşam tarzıyla değil dille de ayrılmıştır. Anne ve babasının çevresi standart İtalyanca konuşurken halası ve onun çevresi yerel lehçede konuşmaktadırlar. Öyle ki Giovanna’nın ismi bile bu iki farklı dünyada farklı şekilde telaffuz edilmektedir. Giovanna, yerel lehçenin hüküm sürdüğü teyzesinin çevresindeyken artık “Giovanna” değil “Giannina”dir. Bir öğretmen olan ve konuşmalarında standart İtalyanca kullanan babasının arkadaşıyla tartışırken standart İtalyanca yerine yerel lehçeyi kullanması Gioanna’yı şaşırtır. Babası, bir an için iki dünya arasında gidip gelmiştir. Romanda aslında bir başka iki dünya daha vardır: Yaşayanların ve ölülerin dünyası. Gioanna Victoria halasının ölmüş sevgilisinin fotoğrafıyla konuşmasına şahit olur. Vittoria bu iki dünya arasında sıkışıp kalmıştır. Vittoria’yı melankolik yapan tam da bu sıkışmışlıktır.
Psikanalitik bilgeliğe göre yas tutma ve melankoli iki farklı şeydir. Yas tutma kaybın kabulünü amaçlayan bir süreçken melankolik kayba daha da bağlanır. Darian Leader (2008) ikisinin arasındaki farkı şu şekilde ifade eder: “Yas tutan insan ölen için üzüntü duyar. Melankolik ise ölenle birlikte adeta kendi de ölür.”
Vittoria hala bu anlamda iflah olmaz bir melankoliktir. Gioanna’nın babasının evli bir adamla aşk yaşamasını öğrenip adamın karısına haber vermesiyle sevgilisinden ayrılmıştır. Üstelik sevgilisi kendisinden ayrıldıktan sonra ayrılığın verdiği üzüntünün etkisiyle hastalanarak ölmüştür. Vittoria, yeğeni Giovanna’ya, sevgilisi Enzo’nun ölümünden sonra hayatının mahvolduğunu, ondan sonra başka hiç kimseyle birlikte olmadığını anlatır. Giovanna, Vittoria halasını Enzo’nun mezarındaki fotoğrafıyla konuşurken bulur. Yaşayanların ve ölülerin dünyası arasında kalan Vittoria, kaybı bir türlü kabullenememiştir. Enzo’nun yasını tutup zamanla bu kaybı kabullenememiş, adeta Enzo’yla birlikte kendi de ölmüştür. Freud (2017) yas tutma ve melankoli ile ilgili olarak “yas ediminde dünya boş ve çorak bir hâl alırken; melankolide boş ve çorak olan benin kendisidir” diye yazar. Vittoria’nın benliği boştur ve onu ayakta tutan şeylerden biri kaybından sorumlu tuttuğu kardeşine duyduğu nefrettir.
Roman ilerledikçe Gioanna’nın babasının ve aile dostlarından Constanza’nın sırlarına şahit oluruz. Bu sırra bir de bilezik eşlik eder. Costanza, bilezikle ilgili gerçeği kendi kızlarından saklamasıyla ilgili olarak Gioanna’ya şöyle söyler: “Gerçek çok zor, bunu büyüdükçe anlayacaksın, bu romanların da yeterli gelmediği bir konu.”
Coztanza’nın bu tespiti Lacan’ın hakikat ve Gerçekle ilgili önermelerini çağrıştırır. Lacan’a (2012) göre hakikatin tamamını söylemek mümkün değildir. Gerçek ise simgesel düzene asla dâhil edilemez, bu nedenle de asla dillendirilemez. Romandaki yalanların ardındaki gerçekliğin bizzat kendisinin bir kurgu içinde yapılanması gerçeklikten ayrı bir Gerçek olmadığı anlamına gelmez tabii. Hakikatin söylenebilecek kısmının söylenebilmesi için ise “dile işkence yapılması” gerekir.
Lacancı bilgelik “Gerçek” ve “Gerçeklik” ayrımı yapar. Gerçeklik daima bir kurgu, bir fantezi içerisinde var olur. Gerçeklikten kurguyu çıkarırsak Gerçeğe ulaşamayız ama. Çünkü fantezi gerçekteki eksikliği tamamlayan şeydir. Kurgusuz yaşayamayız. Gerçeğe maruz kalmak travmatiktir. Gerçek, kurgumuzun tutarlılığını yerle bir eder. Travma sonrası yeni bir kurgu geliştirir, onun üstüne yeni bir gerçeklik inşa ederiz. “Gerçekliğimiz Gerçek karşısında çuvallar.” da diyebiliriz. Gerçek, aynı zamanda imkânsız olandır. Žižek, Lacancı gerçeği şöyle tanımlar: “Onu doğrudan gerçekliğin içinde değil de onun yapısal oluşumunun çıkmazı içinde tespit edebiliriz. Bahsettiğimiz bu Gerçek göreceli bir şey değildir belirli tarihsel bir takımyıldızının ’mutlağı’, sabit bir imkânsızlığı ve referans noktasıdır.” (Žižek, 2014).
Gerçek varlığımızın ya da dilin ötesinden gelen aşkın bir şey değildir. Aksine, dile ve varlığa içkindir. Alenka Zupančič (2017) “Gerçek zaten hâlihazırda buradadır” diye yazar. İmkânsız olan olur ve Gerçek hem sistemleri hem de dili başarısızlığa uğratır. Bu anlamda, simgesel düzene dâhil edilemez (dillendirilemez) ama ona içkin bir çelişki, bir eksikliktir Gerçek.
Ljubljana okulu temsilcilerine göre tüm yapılara/sistemlere içkin bu boşluk ya da eksiklik aynı zamanda özneyi oluşturan şeydir de. Zupančič’e (2017) göre “Özne varlıktaki bir eksik ya da boşlukla birlikte oluşur. Eğer dil, söylem veya yapı tutarlı ontolojik kategoriler olsaydılar özne diye bir şey de olmazdı”. Mladen Dolar (2019) da Hegel’in özne nesne korelasyonuyla uğraşmadığını, varlığın içine kazılı bir özne önerdiğini söyler. Tabii ki bu kazınma bir boşluğun, bir eksikliğin, bir çelişkinin sonucu olarak gerçekleşir. Tam da bu nedenle Ljubljana okulunun temsilcileri; gerçek uzlaşmanın çelişkilerin sona ermesiyle sağlanamayacağını, yapılması gerekenin çelişkinin bizzat kendisiyle uzlaşmak olduğunu söylemekten asla bıkmazlar.
Romanın ağırlık noktası olarak ele alınan Lacancı Gerçek “Yetişkinlerin Yalan Hayatı”nın tüm karakterlerini bir gölge gibi takip eder. Gerçek kendini, standart İtalyanca konuşan babanın öfkelenince yerel lehçede konuşması gibi, kiliseye giden itikat sahibi teyzenin cinselliğe bakışının inanç sisteminin dışına savrulması gibi çelişkilerle belli eder. Lacancı Gerçekle birlikte romanın ağırlık noktası olarak ele alınan bir diğer kavram, melankoli ise roman boyunca özellikle Victoria hala karakteri üzerinden ele alınır. Romanın eksantrik karakteri Victoria hala, Hegelci ünlü “olumsuzlamanın olumsuzlamasını” gerçekleştiremediği ve -yani bu bağlamda- kaybın kaybını başaramadığı için melankoliden asla kurtulamaz.
*Bu yazı daha önce Türkiye’de Kimera Yazıları dergisinde yayınlanmıştır.
Kaynakça
Freud, S. (2017). Yas ve Melankoli. Ayrıntı Dergisi. Erişim tarihi: 20.04.2020 https://ayrintidergi.com.tr/yas-ve-melankoli/
Lacan, J. (2012). Televizyon. (Çev. A. Soysal). Monokl Yayınları.
Leader, D. (2008) The New Black, Mourning, Melancholia and Depression. Greywolf Press
Žižek, S. (2014) The Absolute Recoil. Verso
Zupančič, A. (2017) What is Sex. MIT Press
Европейский университет в Санкт-Петербурге (2019, March,1). SUBSTANCE IS SUBJECT, Mladen Dolar, EUSP, 04.12.2018. Youtube. Erişim tarihi: 20.04.2020 https://youtu.be/UBlOABhRglo?t=1802