Ödül Aşık ÜLKER
CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman, ülkede tüm kesimlerin şikayetçi olduğunun altını çizerek, “Yok hükmünde bir hükümet, ülkeyi yokoluşa sürüklüyor” dedi.
Erhürman, sorunları tüm kesimlerin yaşadığını ve dillendiğini kaydederek, “Sadece CTP’nin ve CTPlilerin hareketliliği olmaması gerekiyor. Bunlar sadece CTP’nin dillendirdiği sorunlar değil, UBP, DP ve YDP’ye oy vermiş kişilerin de dahil olduğu, ekonomik örgütlerin, sendikaların da dahil olduğu çok geniş kesimler, durumdan son derece şikayetçi. İnsanlar yaşananları, ‘Kıbrıs Türk halkının haysiyetine dokunan iradesizlik ve gailesizlik’ olarak tanımlıyor” diye konuştu.
CTP’nin, tüm kesimlerle birlikte hareket etme yoluna gideceğini vurgulayan Erhürman, yapacakları istişareler sonucu ortaya çıkacak somut talepleri ortaya koyacaklarını söyledi.
Yoklaşma...
Soru: Ekonomik sorunlar büyüyor, alım gücü düşüyor. Mülksüzleşiyoruz. Güvenlik sorunu var, okullar açılacak ama hiç bir adım atılmadı, özgürlükler tehdit altında. Tüm bunlar varken, hükümet T&T’ye vergi bağışı yapıyor, kabinede yine değişiklik yapıldı. Hükümet ne yapmaya çalışıyor?
Erhürman: “Hükümet”in herhangi bir şey yapmak istediği kanaatinde değilim. Kendine “hükümet” diyen bu arkadaşların hepsi bir şey olmak peşinde, bir şey yapmak peşinde değil. Aksi takdirde, memlekette ekonomik açıdan bu kadar dibe vurulduğu, yoksullaşmanın kelimenin gerçek anlamıyla çok ciddi yaygınlaştığı, yoksullaşmanın yanında, bir de yoklaşmanın yaşandığı bir dönem… Bizim her gün alım gücümüz düşüyor, “çocuklarımıza artık ev alamayız”, “bu kiralar karşısında ev de kiralayamayız”, “araba da alamayız”, “markette aldıklarımızı eksiltmek zorundayız” düşüncesi Kıbrıslı Türkler arasında son derece yaygınlaşırken, bizim talebimizin azalması piyasadaki toplam talebi düşürmüyor. Ev alımlarında bir düşüşle karşı karşıya değiliz çünkü Ukraynalı, Rus, İranlı bu evleri almaya devam ediyor. Ev kiralamakta sorun yok, Afrikalı öğrenciler ev kiralıyor. Hatta güneye yakın bölgelerde, Kıbrıslı Rumlar da ev kiralıyor. Bu piyasada da bir düşüş söz konusu değil. Marketlerde de, “talep düştü, kar marjını biraz kısayım ki biraz olsun satabileyim” diye bir kaygı yok. Çünkü oralarda da, özellikle Kıbrıslı Rumların ve saydığımız yabancıların alımı devam ediyor. Dolayısıyla piyasa açısından da, Kıbrıslı Türkler yoklaşmış durumda…
Bu, “Türkiye’de döviz yükseliyor”, “Türkiye’de de TL değer kaybediyor” noktasından bizim ayrıştığımız bir nokta... Dövizin yükselmesi KKTC’yi her zaman Türkiye’yi etkilediğinden daha fazla etkiler. Biz hizmetler sektörüyle ekonomisini döndüren bir ülke olduğumuz için, pek çok şeyi dışarıdan getirdiğimiz için, ithalata çok daha bağımlı bir ülkeyiz. İthalata bu kadar bağımlı olmak, dövizin yükselmesi veya TL’nin değer kaybı karşısında bizim kırılganlığımızı daha da arttırıyor.
Göç...
Yoksullaşmanın, yoklaşmanın yanına üçüncü unsur olarak göç ekleniyor. En iyi ihtimalle, özellikle üniversite mezunu gençlerimizin önemli bir kısmı, eğer Kıbrıs Cumhuriyeti kimliği de taşıyorsa, güneyde mezuniyetiyle hiç alakalı olmayan yerlerde, alt düzeyde çalışmayı tercih ediyor. Çünkü orada Euro ödeniyor ve aldığı paranın değeri, kuzeyde her gün artıyor. Biz hep “yapısal önlemler almamız lazım. TC ile imzaladığımız protokollerde, bu tip durumlar için, bir ihtiyat akçesi muhakkak konulmalıdır ki, bu yaşandığı zaman, insanlarımızın düşen alım gücünü mümkün olduğunca telafi edebilelim. Esnafımızın, işletmelerimizin döviz karşısındaki kırılganlığını başka türlü desteklerle telafi etmeye çalışalım” demiştik. Söylediklerimiz, bu hükümet tarafından da, bundan önceki UBP hükümetleri tarafından da hiç dikkate alınmadı. Stabil para birimine endeksli muhasebe sistemini defalarca gündeme getirdik, bu da dikkate alınmadı. Kendileri “hayat pahalılığını altı ayda bir değil, iki-üç ayda bir uygulayalım veya asgari ücreti yıl içinde bir kaç defa gözden geçirelim” demişlerdi ama kendi bünyelerindeki insanların önerdiklerini, yine kendileri reddettiler. “Piyasayı denetleyeceğiz, fiyatların şişkinliğini önleyeceğiz” dediler. Böyle bir şeyin mümkün olmadığını defalarca söyledik, ülkenin mevzuatında böyle bir şey yok. Tek biçimde yapılabilir, belli ürünlere üst fiyat sınırı koyulabilir. Bu da uzun vadeli uygulanabilecek bir şey değildir. Bu da yapılamadı, gerçekten yapılması da çok kolay olan bir şey değil. Aslında kendine “hükümet” diyen bu yapı, bütün bu saydığımız gelişmeler karşısında kılını dahi kıpırdatmayan, bunu gaile de etmeyen, açıklamalarında bunlara yer vermeyen bir yapıya dönüştü.
“Sorunlar ‘hükümet’in gündeminde değil”
Yoklaşma, sadece piyasadaki yoklaşma değil. Hastanelerde de yok oluyoruz, çünkü nüfus arttıkça, hastane hizmetlerine ulaşmamız sınırlanıyor. Kamu okullarından aldığımız hizmet sınırlanıyor. Güvenlik ciddi şekilde tartışılır noktaya geldi. Kafamızda, kendi ülkemizi “güvenliksiz bir ülke” olarak kodlamaya başladık. Bütün bunlar “hükümet” denilen bu yapının gündeminde mi? Bunlarla ilgili de bir şey duymuyoruz. Yapılan istatistiki açıklamalar bize gösteriyor ki, kamu okullarında 40’ın üzerinde farklı ülkeden öğrenci var. Hapishanede 40’ın üzerinde farklı ülkeden gelen, orada bir şekilde yatan insanlar var. Hapishanede küçücük Afrikalı bebekler var. Bütün bunların hiçbiri “hükümet”in gündeminde değil. “Hükümet” neyi yapacağından bahsediyor? Bir şey yapacağından bahsetmiyor. Birilerinin bir şey olacağını anlatıyor sürekli ve gündemi de o birilerinin bir şey olması üzerinden kurmaya çalışıyor. “Kim bakan olacak” meselesini tartıştırıyor, “herkes olacak” demek suretiyle, şimdi oluşturduğu kabinenin de, son kabine olmadığını, bunların da değişeceğinin sinyalini veriyor. Bunu sürekli bir tartışma konusu olarak tutmayı tercih ettiğini gösteriyor. Oysa bu yapı değil miydi, Ocak 2022 seçimlerinden önce sadece istikrar kelimesiyle yola çıkmış olan. Aslında istikrarsızlıktan medet umuyor. Neden? Çünkü sürekli olarak bütün bakanları, her an görevden alınabilir noktasında tutmanın, kendi iktidarını sürdürmenin bir aracı olarak görüyor. Dolayısıyla bunu pompalıyor, bırakın istikrara oynamayı, tam tersine istikrarsızlığa oynuyor. Sadece bakanları değil, müsteşarları ve müdürleri de öyle bir hale getiriyor ki, onlar “acaba gider miyim” kaygısıyla yapmaları gereken işlere odaklanamaz duruma geliyor, bir şey yapmak niyetleri olsa da. Bütün bunların üstüne bir de kurultay tartışması eklendi. Biliyorsunuz UBP iktidardaysa ve kurultay gündeme geldiyse, bütün bakanlar, müsteşarlar, müdürler kurultaydan başka hiçbir şey düşünmez hale gelir. Meşhur bir rivayettir, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethetmeye giriştiğinde, oradaki rahimler meleklerin cinsiyetini tartışıyormuş. Bu arkadaşların bu tartışması, meleklerin cinsiyetinden bile çok daha anlamsız bir tartışma.
Bu arada, TC ile çok iyi ilişkiler içerisinde olduklarını söylüyorlar. En son, Türkiye’de Bankacılık Düzenleme Denetlemek Kurulu bir karar aldı, kredi kartlarıyla yurt dışında taksitlendirme olanağı kalktı. TC dışında, TL kullanan tek devlet biziz, bizim bir istisna olarak tutulmamız çok makul olur. Bu kararın üstünden 15-20 gün geçti, hala bu konuda hiçbir değişiklik olmadı. Bu neyi etkiliyor? TC’den gelip, burada öğrenci veya turist olarak bulunacak insanlar, buralarda taksitlendirme olanağı olmadığını görürlerse, elbette bu yönde turizm de, yüksek öğretim dolayısıyla piyasa da olumsuz etkilenecek. Yani bırakın TC’de TL düştü diye buraya bir ek destek gelmesini, tam tersine, bu yolla TL’nin düşmesi bizi bir de buradan vurur noktaya geliyor. Ama bununla ilgili de kıllarını kıpırdatmayan bir yapı var karşımızda. Ben bu yapıya hep, tırnak içinde hükümet dedim, meşruiyet meselesi dolayısıyla. Sadece meşruiyet meselesi dolayısıyla değil, ülkedeki bütün bu sorunlar karşısındaki duruşu ya da durmayışı dolayısıyla tırnak içinde bir yapı var. Durum çok açıktır, bütün halk bunu biliyor. Bugün sokağa çıktığınızda, sadece CTP’ye, TDP’ye, HP’ye oy verenler değil, UBP’ye, DP’ye, YDP’ye oy verenler de “hükümet” diye bir şeyin olmadığını sürekli söylüyorlar.
“Planlama söz konusu değil”
Zamlar yağmur gibi yağıyor, depreme dayanıksız okullar olduğu tespit edildi, bunların tamiriyle ilgili gecikmeler yaşanıyor. Yol güvenliği açısından yapılması gereken işler var. Bunlarla ilgili hiç bir şey yapmıyorsun, ansızın Ercan’daki şirketle bir sözleşme imzalıyorsun ve bir kalemde, hesabını kimsenin anlamadığı bir şekilde 59 milyon Euronun şu anki karşılığı olan 1 milyar 770 milyon TL “bağışlıyorsun”. Bir taraftan “para yok” derken, diğer taraftan da bunları yapıyorsun. Bu rakam, bu ülkenin ihtiyaçları açından bakıldığında, çok yaşamsaldır. O parayla yapılabilecek çok iş vardır. Yok hükmünde olan, kendine “hükümet” diyen bir yapı var. Herhangi bir planlama söz konusu değil. Daha da vahimi, bu durum kısa dönemli bir durum gibi de görünmüyor. Gerek TL’nin değer kazanması, gerekse nüfusun akışının durması beklentisi gibi bir durum yok. TC’nin en yetkili makamları bile, enflasyonun makul bir seviyeye gelmesi için, iyimser ihtimal olarak, 2026’yi işaret ediyor. Bu da, bu tirbülans devam edecek demektir. Nüfus akışı da devam edecek, hiçbir önlem alınmıyor, herhangi bir şey konuşulmuyor. Bunlar bizi, 3-5 sene içerisinde ciddi bir yok oluşa doğru sürüklüyor. Yok hükmünde bir “hükümet”, ülkeyi yok oluşa sürüklüyor.
“CTP milletin sinesindedir”
Soru: CTP de zaman zaman gerekli muhalefeti yapmamakla eleştiriliyor. Sine-i millet söylemleri var. CTP Genel Başkanı olarak, CTP’nin muhalefet olma konusundaki duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Erhürman: Sine-i millet sözü, bugüne belli bir amaçla kullanıldı, “meclisten çekilip milletin sinesinde gitmek” şeklinde. Milletin sinesinde olmak, sadece meclisten çekildiğinizde olacak ya da meclisten çekildiyseniz illa ki olacak bir şey değildir. Bazen mecliste olmayabilirsiniz ama milletin sinesine de nüfuz etmemiş olabilirsiniz. Biz zaten milletin sinesinde olduğumuzu düşünüyoruz. 53 yıllık bir parti tecrübesiyle, bu ülkede mücadele etmemiz gereken bir zihniyet, bir statüko var. Bu statükoyla ve bu zihniyetle mücadele ederken, “kullanılabilecek olan bir tek enstürman, meclis enstrümanıdır” demek doğru değil. Meclis dışında da elbette kullanılacak enstrümanlar var ve onları da kullanıyoruz. Yargı, sokak enstürmanlarını, insanlarımızla bir arada birlikte olma, tüm kesimlerle, tüm paydaşlarla istişare içinde hareket etme enstrümanlarının hepsini kullanıyoruz zaten. Ama şunu da biliyoruz, meclis enstürümanı bu zihniyetle, bu statükoyla mücadeledeki tek enstrüman değil ama enstrümanlardan biridir. Bu enstrümanı elde etmek için de, daha çok kısa bir süre önce yapılan seçimlerde, sadece biz değil, bizim dışımızdaki partiler de aday gösterdi. Hem de biz, 18 milletvekiline sahiptik, 19’a çıkmak için aday gösterdik ve 19’a çıktı. Ama bir milletvekilini bu koşullarda meclise sokmak için uğraşan başka partiler de oldu. Onların da, meclisi bir mücadele enstürmanı olarak gördüğü açık. CTP, milletin sinesinde olduğunu zaten görüyor. Kullanıldığı anlamda bir sine-i millete dönüş fikri, CTP içerisinde son dönemde, hiç bir kademede söz konusu olmadı.
“Kıbrıs Türk halkının varoluş, yok oluş meselesi”
CTP’nin verdiği mücadelenin yeterliliği, yetersizliği noktasında gelen her türlü eleştiriyi saygıyla karşılıyoruz, değerlendiriyoruz. “Daha fazla ne yapabiliriz” konusu sürekli olarak partinin gündemindedir. Ama bilinmesi gereken bir şey var, bu artık sadece CTP’nin meselesi değildir. Bu, Kıbrıs Türk halkının varoluş, yok oluş meselesidir. Biz, Kıbrıs Türk halkının buna, tabii ki bizim de dahil olacağımız şekilde, çok ciddi bir tepki vereceği günün hiç uzak olmadığını görüyoruz. Sürekli olarak, kendine “hükümet” diyen yapı, “biz 2027’ye kadar devam edeceğiz”, kendilerinin ağzından ya da basındaki yakınlarının ağzından, “Türkiye Ünal Üstel’i istiyor, o yüzden devam edecek” gibi şeyler söylenmeye devam ediyor. Kimin ne istediğini ben bilemem, bunlar iddialar şeklinde ortada geziyor. Ama bizim açımızdan her zaman önemli olan, Kıbrıs Türk halkının ne istediğidir, Kıbrıs Türk halkının sadece CTPli olanları değil, en geniş kesimleri artık bu hükümetten bir şey beklemenin ölü gözünden yaş beklemek olduğunu çok açık bir şekilde görüyor. Çünkü her insan, kendi hayatının her anında, sözünü ettiğimiz kaosu ve yok olma endişesini yaşıyor. İnsanlar bunun farkındaysa ve “hükümet”in hiçbir şey yapmadığını, herhangi bir şeyi tartışma konusu haline bile getirmediğini, dahası tamamen kendi iç meseleleriyle meşgul olup, meleklerin cinsiyetini tartışır edada siyaseti yönlendirmeye çalıştığını görüyor. Suni gündemler yaratıyorlar, “Apostolos Andreas’a mescit yapacakmış, egemenliğini ispatlayacakmış”... Kıbrıslı Rumlara, BM’ye karşı “biz egemeniz, eşitiz” diyenlerin, egemenliklerini Kuzey Kıbrıs’ta ispat etmek için, Apostolos Andreas’a mescit yapmak gibi tuhaf davranışlar içerisine girdiklerini, bunların gündem değiştirme maksatlı olduğunu ve gündemi değiştirirken her gün ağızlarının biraz daha pisleştiğini Kıbrıs Türk halkı görüyoruz. Kıbrıs Türk halkı kendi kültüründen böyle bir şey olmadığını da biliyor. Bu arkadaşlar, ne Kıbrıs Türk halkının tarihini biliyor, ne de Kıbrıs Türk halkının geleceğini umursuyor. Bu ülkede dinler, mezhepler, inançlar üzerinden çatışmalar yaşanmadı. Bu ülkede Kıbrıslı Türklerle, Kıbrıslı Rumların çatıştığı dönemlerde dahi, çatışma din ayrılıkları değildi.
“Perşembe gün için olağanüstü toplantı istedik”
Soru: Bahsettiğiniz tüm sorunları tartışmak için mecliste olağanüstü toplantı çağrısı yaptınız. Hükümet gelmedi, sonrasında 11 yasa tasarısıyla ilgili olağanüstü toplantı çağrısı yaptı. Bu konuda tavrınız ne olacak? Hükümet, sizin çağrınıza gelmeme nedeni olarak, çağrı öncesinde kendilerini muhatap almadığınızı gösterdi.
Erhürman: Vah vah, sanki karşımızda diyalog kurmaya istekli, samimi bir yapı var da, kendilerini aramadık diye serzenişte bulunuyor. Bu arkadaşlar ne yaptıklarının, ne konuştuklarının farkında mı? Bu memlekette bu kadar sıkıntı varken, 1 milyar 770 milyonu bağışlayacak sözleşmeyi imzalamadan önce, anamuhalefet partisiyle, meclisiyle, ilgili kesimleriyle herhangi bir istişare yaptınız mı? İddia, kendi bakanlarının bazılarının bile haberi olmadığıdır. Bu ülkede eylemler yapılmış olmasına rağmen, AKSA ile sözleşme gündeme geldiğinde, çok açık bir şekilde, EL-SEN’e, ekonomik örgütlere “merak etmeyin, taslak çalışıldıktan sonra muhakkak sizinle paylaşılacak” dediniz ve bunu yapmadınız. Öğretmenlerle ilgili, Mayıs ayında öğretmenlerin greve çıkacağını bile bile, Öğretmenler Yasası’nı dayattığınızda, “Ne oluyor? Aceleniz nedir?”, “Öğretmenlerle diyalog kurun, bu işi çözün, çocukları mağdur etmeyin” dediğimizde, hiçbir şey söylemediler. O iş bittikten sonra, Haziran ayında, Türkiye ile imzalanan protokol, 6 ay sonra meclise geldiğinde, Mayıs ayında bu işin yapılacağını taahhüt ettiklerini gördük. Bu kadar samimiyetsizlik... Sizi tırnak içinde bir hükümet görmemize rağmen, diyalog kurmaya çalışıyoruz. Çünkü bu memlekete vereceğiniz zararı asgariye indirmeye çalışıyoruz. Samimiyetsizliğiniz çok açık ortadayken, memleket allem gallemken, siz “hükümet” kurma, koltuk oyunu peşindesiniz. Bizi yasalarla ilgili olağanüstü toplantı konusunda aradılar. Olağanüstü toplantı ne zaman çağrıldı da biz gitmedik? Zaten o yasalar oy birliği ile geçen yasalardı. “Bizim meclis kürsüsünden veremeyeceğimiz hesabımız yoktur” dediler. Perşembe gün için de biz olağanüstü toplantı istedik, gelsinler hesap versinler, görelim. Perşembe meclise gelmezlerse, biz cuma neden gidelim? Tahminimiz Perşembe gün gelecekler, veremeyecek hesaplarının olmadığını söylediler.
“Sadece CTP’nin ve CTPlilerin hareketliliği olmaması gerekiyor”
Soru: Yeni bir eylemlilik sürecine geçeceğinizi söylediniz. Bunun içeriği nedir?
Erhürman: Parti yetkili organlarında bunları konuştuk. Yaz dönemi sıkıntılı bir dönem. Eylül ayı itibarıyla artık çok daha hareketli bir dönemin başlaması gerektiği noktasında tüm organlarımız, tüm partililerimiz hemfikir. Sadece CTP’nin ve CTPlilerin hareketliliği olmaması gerekiyor. Bunlar sadece CTP’nin dillendirdiği sorunlar değil, UBP, DP ve YDP’ye oy vermiş kişilerin de dahil olduğu, ekonomik örgütlerin, sendikaların da dahil olduğu çok geniş kesimler, durumdan son derece şikayetçi. İnsanlar yaşananları, “Kıbrıs Türk halkının haysiyetine dokunan iradesizlik ve gailesizlik” olarak tanımlıyor. Herkes bunu kendi tavrıyla anlatıyor. Biz bunları toplayıp bir süzgeçten geçirdiğimizde ortaya çıkan şey şudur, “Bu, asla layık olmadığımız bir durumdur ve bu kadar yıldır, bu ülkede tutunmak için verdiğimiz varoluş mücadelesinin hak ettiği bir nokta olmayan bir iradesizlik ve gailesizlik halidir. Artık yeter, sizin iradesizliğiniz, gailesizliğiniz Kıbrıslı Türkler olarak artık bizim haysiyetimize dokunuyor. Bunu kabul etmiyoruz.” Paydaşlarınızla yapacağımız istişareler sonucu ortaya çıkacak somut talepleri ortaya koyacağız. CTP somut talepleri neden tanımlamadı? Çünkü birinci adımın, toplumun tüm kesimleri açısından halihazırda kararlaştırılmış bir adım olduğunu görüyoruz. Sonraki adımlar konusunda, ilgili tüm taraflarla konuşmadan konuşmayı, biraz o taraflara saygısızlık olarak görürüz. O istişareler sonucunda talepler birlikte ortaya çıkarılacaktır.
“CTP, tüm kesimlerle birlikte hareket etme yoluna gidecek”
Zaman zaman sendikaların şikayet ettiği bir konuda, ekonomik örgütler şikayetçi olmaz. Hatta bazen karşı karşıya gelebilirler. Aynı fikirde olunmayabilir veya hassasiyet ortak olmayabilir. Ama şimdi tüm kesimlerin dinlendirdiği ortak şey, “memleket kaosun içindedir. Yok oluşa sürükleniyoruz. Bu ortamda, kendine ‘hükümet’ diyen yapının kaygısı, endişesi, bir şey yapma niyeti yok. Bu iktidarsızlık, bu gayretsizlik bizim haysiyetimize dokunuyor. Bizim layık olduğumuz yönetim bu değil.” CTP, tüm kesimlerle birlikte hareket etme yoluna gidecek, tüm kesimlerle bu konuları konuşacak.
“Erken seçim, 2022’nin ilk yarısından itibaren var olan temel, demokratik bir gereksinim”
Soru: Erken seçim gündeme gelebilir mi?
Erhürman: Bizim açımızdan erken seçim, daha 2022’nin ilk yarısından itibaren var olan temel, demokratik bir gereksinimdir. Çünkü bu ülkede herkesin bildiği şeyler yaşandı, unuttuğumuz, üstünün birileri tarafından örtülüp bastırıldığı zehabına kimse kapılmasın. Bu ülkede, çok açık bir şekilde, seçimden %40 oyla ve 24 milletvekiliyle çıkmış bir parti başkanının, başbakan olamadığı bir dönem yaşadık. Başbakan olamamasının sebebinin, kabineye girmesini engellemek için parti meclisi kararı aldırdığı Tahsin Ertuğruloğlu tarafından “Türkiye Cumhuriyeti Faiz Sucuoğlu ile çalışmak istemiyor” cümlesiyle açıklandığı bir dönem yaşadık. Biz daha o günden, “Kıbrıs Türk halkının iradesi yenilenmelidir, çünkü bu yapı meşru değildir” demeye başladık. Arkasından bir milletvekili için ara seçime giderken, CTP’nin gerek mecliste, gerek dışarıda, “Gidilmesi gereken bir milletvekili için ara seçim değildir. Gidilmesi gereken erken seçimdir. Gelin, halkı bir milletvekili için uğraştırmayalım. Erken seçime gidelim, sandıktan çıkarsanız biz de size meşru hükümetsiniz diyelim” dedik. Bunu yapmamak için, bir milletvekili için seçime atladılar. Aynı zihniyet, Ersin Tatar, Saray’a gittiğinde boşalan bir milletvekili için, Anayasa ihlal etmek pahasına, bir milletvekili için, ara seçime gitmemişti. Dolayısıyla demokrasiye, anayasaya bağlılık olsaydı, o zaman giderlerdi. O zaman, biz de, parlamentoda bulunan başka partiler de bunu söylemişti.
Demokrasiyle ilgili tartışmaların üzerine, bir de ülkenin yok oluş endişesiyle ilgili tartışmalar çerçevesinde bu arkadaşların sandalye oyunu eklendi. Her zamanki alışkanlıkları, vazgeçemiyorlar. Bu onlar için bu bir genetik kod haline geldi. Kıbrıs Türk halkı kaç dönemdir bunu yaşıyor. Bazen kurultay tartışmaları, çok da ülkeyi tehdit etmeyen koşulların bulunduğu bir dönemde yaşanıyor olabilir, ama şimdiki tarihseldir. Çünkü her bir insanın endişe içinde olduğu, 11-12 yaşında çocukların “ben büyüyünce göç edeceğim” demeye başladığı bir dönemde, bildik alışkanlıklarını sürdürerek, başka şeylerle ilgilenmeye devam ediyorlar. Zaten meşru değilsin. Memleketi, yok oluşa doğru, yokuş aşağı adeta ittiriyorsun. Bütün bunları yaşarken, abuk subuk, gündem değiştirme ve toplumda bölme, parçalama ve o şekilde yönetme faaliyetlerine de devam ediliyor. Bütün toplum bunların farkındadır. Önemli olan, şikayet ederken, değiştirmek için harekete geçecek misin? Biz insanlarımızın harekete geçmeye hazır olduğunu hissediyoruz. İstişare kuracağız, göreceğiz. Hem şikayet edip, hem de “bu memlekette seçim de olsa, başkaları da gelse bir şey değişmeyecek” demek olmaz. Memleket bu haldeyken, hiçbir şey yapmayıp sadece kendi sandalye oyunlarını oynayanlar bir tarafta, “bunlar gitse de zaten bir şey değişmez, bu memleketten bir şey olmaz” diyen bir kesim insanımız da diğer tarafta. Ortak sonuç, “değişmez, değişmeyecek”. Değişecek. Eğer sen, “ben buna layık değilim” diyorsan, “bu ülkenin, bu halkın potansiyeli bunun çok daha üstündedir” noktasından hareket edip, değiştireceksin ve bu potansiyeli hayata geçirme olanağını yaratacaksın. “En fazla ben şikayet ediyorum, en sert ben eleştiri yapıyorum ama bir şey değişmez” demekle olmaz. Yurtseverlik, bu memlekette, bu halka sürekli bir demotivasyon sağlamak, sürekli “Senden bir şey olmaz. Bu ülkeden bir şey olmaz” mesajı vermek midir? Bu yurdu, bu halkı seviyorsak, bu halkın potansiyeline inanacağız ve bunun için de aktif mücadele edeceğiz, bir şeyler değişsin diye...
“Pile’deki halkın talepleri var”
Soru: Pile’de yaşananlarla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Erhürman: Bu, bizim bir süredir takip ettiğimiz bir konudur. Pile halkının yaşadığı sıkıntılar var ve bunlar bir süredir görmezden geliniyor. Pile’de yaşayan insanlar arafta kaldılar. Pandemi döneminde de çok ciddi sıkıntılar yaşandı. Orada yaşayan halkın bir biçimde rahatlatılması gerekiyor. Bu olgu bir tarafta duruyor. Bu rahatlatma için, bu yolun yapımı bir çözüm üretebilir mi? Benim için önemli olan oradaki insanların dedikleridir. Bunun bir çözüm olabileceği ve kendilerinin de bunu talep ettiği yönünde açıklamalar var. Yapım çalışmaları bir süredir devam ediyor. Bu da BM’nin bilmediği bir şey değildi. Bir takım istişare süreçleri, bir süredir çeşitli düzeylerde yaşanıyor, ama sonuç itibarıyla bugün geldiği noktada bu konu, BM ile bizim taraf arasında gerginlik haline dönüştü.
Önemli olan, Pile’deki halkın yaşadığı sıkıntıların çözümüne ilişkin talepleri var ve yapılan bu iş, o talepleri karşılayan bir iş. Ama bunun bir de, uluslararası ilişkiler ve siyaset, diplomasi bacağı var. O diplomasi bacağında, belli ki bir takım sorunlar var. O sorunların BM’den de kaynaklanan kısımları vardır çünkü bu aniden bugün gündeme gelen bir şey değil. Bizim taraf açısından da muhtemelen sıkıntılar vardır. Çünkü açıklamalara baktığınız zaman, istişare süreçlerine yeterli referansın verildiğini görebilmiş değilim. Burada esas meselelerden biri, samimiyetten bahsedenler, böyle bir konunun gündeme geleceği çok önceden belliyken, bununla ilgili meclise, kamuoyuna, halka hangi aşamalarda ne bilgi verdiler? Ara ara Dışişleri Bakanlığı’nın resmi açıklamaları dışında, bu konu paylaşılmadı. Bu ülkede istişare kurma konusunda samimiyseniz, anamuhalefetle, vekillerle bu konuda hiçbir paylaşımda bulunmaz mısınız? İşte o samimiyetten bahsedenlerin, samimiyet testinden bir kez daha kaldığı ortaya çıkıyor.
Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasına baktığınızda, Pile halkının ihtiyacı yer alıyor ama bir noktada konu, eşit egemenlik meselesine bağlanıyor. Bu da, uluslararası ilişkiler açısından gerilim yaratıyor. Bu arkadaşlar açısından kaygı, belli ki sadece Pile halkının ihtiyaçları değil. Gerginliği tırmandırma, uluslararası ilişkilerde, Kıbrıs Türk halkının diplomatik itibarını yükseltecek bir şey değil. İtibarınızı yükseltecek şey, ihtiyaçları ortaya koyup, istişareleri yapıp, istişareleri hem dünya kamuoyla, hem de kendi kamuoyunuzla sürekli paylaşıp, eğer sorun tamamen BM’deyse, bunun önceden bilinmesini sağlamaktır. Bunu, kendinizi ortaya koyduğu, siyasi tezler üzerinden bir gerginlik yaratarak, oldu bittiye getirme noktası olarak lanse ederseniz, Pile halkının ihtiyaçları geriye düşer ve uluslararası kuruluşlar nezdinde bunlar görüşülür. Bu da hiç bir şekilde doğru bir diplomatik adım değildir.