Fikri Maraşlı isimli bir genç, seyrüsefer harcına yapılan zammı doğru ve haklı görmeyerek sosyal medya üzerinden bir hareket başlattı ve kısa sürede binlerce kişilik taraftar toparladı; konu ile ilgili olarak gelecek hafta ortası Lefkoşa’da toplanıp eylem de yapacaklar…
Önce bu genç insanı bir sosyo-ekonomik konuda böylesine bir yurttaş grubunu bir araya getirebildiği için kutlamak gerek; eleştirilerinde kullandığı ölçülü, saygılı ve barışçıl dili de takdir etrmek gerek… Bu girişimi kendi doğrultularında siyasallaştırmaya hevesli olanlar da var, onların bu sosyo-ekonomik konudaki sosyal patlamayı siyasi patlamaya çevirmeye çalışma girişimleri sosyal hareketi boğmaktan başka bir sonuç üretmeyecek. Halkın sosyal tepkileri elbette siyasal nedenlerden kaynaklanıyor ancak halkın kendisini siyaset dışı ifade edip, toplam siyasete mesaj verebilmesi kendi başına ve özellikle sol siyaset için önemli ve olumlu bir gelişmedir. Bunun örnekleri çok yaşandı, Fransa’daki 1968 gençliğinin yola çıkışı daha fazla sosyal haklar üzerinden ve siyaset dışı başladı, gelişti ve Fransa sınırlarını aşıp dünyayı sarstı, dünyanın toplam sisyasetine ayar çekti… Ve ondan sonra siyasallaştı veya ayar çektiği siyaset içinde yerini aldı.
Kuzey Kıbrıs’ta da 2000 yılının başında patlak veren bankalar krizi, bankazedelerin sosyo-ekonomik tepkisine neden oldu; meclis baskını bile yaşandı… Ama bankazedeler kendilerini siyasetdışı ifade edebildiği için o hareket etkili oldu. Hareketin başını çekenler sağ siyasi duruşu olanlardı, hükümetin başı da UBP’li Eroğlu… Meclisi bastıklarında taşkınlığı kontrol edip süküneti sağlamayı da meclisin altı milletvekili ile en küçük partisi durumunda olan CTP başarmıştı… Bu sosyo-ekonomik patlama ve hareket siyasete ayar çekti ve finans sektöründe aynı yıkımın yaşanmayacağı yasal düzenleme küçük muhalif parti CTP’nin girişimi ile UBP-TKP Hükümeti zamanında ve oy birliği ile yapıldı… Ve bankazedeler hareketi, sorun çözülene kadar siyasallaşmadı, değişik siyasal duruş ve tercihteki kişiler kendi aralarında barış içinde siyasete karşı tavır koyup toplam siyasetin çözüm üretmesine yol açtı.
“Yol Yoksa Setrüsefer da Yok” sosyo-ekonomik tepkisinin şu aşamada siyasallaşacağını söylemek zor ancak Kuzey Kıbrıs siyasetine ayar çekme olasılığı yüksek, eğer kendi başlangıç mecrasında devam edebilirse… Yoksa, özellikle radikal sol grupların müdahil ve etkin olması mecrayı dağıtacağı gibi, ne onların ne de hareketi başlatanların muradı yerine gelmeyecek. Ve yalnızca sağ siyaset hükümetinin muradı yerine gelecek, tepki balon gibi sönmüş olacak.
“Yol yoksa seyrüsefer da yok” tepkisinden hükümet ve muhalefetin sorunu çözecek adımlar için ilham alması ve adım atması beklenir aslında… Yolların durumunu burda tekrara gerek yok, çözümünün de mali kaynağa bağlı olduğunu inkar eden de yok. Ama ‘Seyrüsefer’ diye bir harç var, yani eskiden anıldığı şekliyle ‘Road tax – Yol vergisi’… Yolları kullanan motorlu araçlar üzerinden alınan bu verginin, yüzde seksen beşinin kamu çalışanlarının maaş ve özlük haklarına giden genel bütçeye girmesinin yanlış olduğunu toplam siyasetin kabul ve itiraf etmesi ve seyrüsefer harç gelirlerini sadece altyapı-yollar ile ilgili yapım-idame-geliştirme-güvenlik sağlama amaçlarına kullanılabileceği bir fonu yasa ile kurması sorunu kökten çözecektir.
Bayındırlık Bakanı İhtiyat Sandığı’na ait bir fonda birikmiş bir kaynağı altyapı için kullanmak amacıyla yasa değişikliği yapmaya kalkışacağına, seyrüsefer harçlarının altyapıya kullanılabilmesini zorunlu kılan bir yasa hazırlığı yapsa daha doğru ve sürdürülebilir bir düzenleme yaratmış olur. İhtiyat sandığındaki para bir birikim sonucu iştah kabartan rakama ulaştı ama tükettildi mi yeniden birikmesi zaman alacak. Halbuki seyrüsefer harç gelirleri her yıl kendini yeniliyor. “Peki, niye bu yola başvurulmuyor?” sorusunun cevabı aslında zor değil; çünkü genel bütçe eksilecek, küçülecek ve örneğin toplam bütçedeki kamu çalışanları maaş ve özlük hakları gideri yüzde seksen beş oranından belki de yüzde doksan bandına girecek… Bütçenin geri kalanıyla kim ne yapsın?!
Marifet işte bu durumla önce yüzleşmekte ve toplam siyasetin “Bütçe gelirlerinde akılcı yöntemlerle artış sağlamak – Bütçe giderlerinde akıllı yöntemlerle tasarruf sağlamak” stratejisini uygulamasında… Aslında zor da değil, zor gelen tarafı siyasetin oy uğruna seçmen dalkavukluğunu terk etmesinde; bir de, sendikaların geçmişten gelen ve geleceğe dair endişelerle birlikte gelen “Bulacan canım – verecen canım; Bulamazsan git da bulabilen gelsin” sözlerini terk ettiklerini halka anlatabilmekte…
Dolayısıyla, motorlu araçlara seyrüsefer çıkarılmaz ve bütçe bu gelirden eksik kalırsa, bu defa eylem “Maaş Yoksa İş da Yok”a evrilebilir. Çaresi vardır; sadece sağ siyaset “Türkiye versin” alışagelmişliğinden çıkıp sol siyasetin “Kendi ayaklarımız üzerinde durabilmemiz mümkün” yaratıcılığına katılsın ve toplam siyaset ‘Barış içinde bir arada’ “Akılcı gelir yönetimi – Akıllı gider yönetimi” konusunu başarsın… Yol da olur, hastane de; okul da olur, üretim de…