Yollar gri… Gerisi yeşil, yemyeşil…

Yollar gri… Gerisi yeşil, yemyeşil…

İSKOÇYA’da dört gün… Yeşilin ve viskinin ülkesi

Cenk MUTLUYAKALI

Fotoğraflar: Birol Bebek

“İSKOÇYA’ya bir tanıtım gezisi var, katılır mısınız?” diye, PR Island Ajans’tan davet geldiğinde, iki nedenle kabul ettim…
Birincisi, İskoçya’ya hiç gitmemiştim ve yeni kentler, kültürler tanımak, insan yaşamındaki en önemli zenginliklerden, en etkili öğretilerden biriydi.
İkincisi, davete, dünyaca ünlü bir firmanın, Diageo’nun Türkiye ve Kıbrıs pazarlama yöneticileri de katılacaktı…
Reklam pastasında Kıbrıs Türk medyasına yönelik haksız rekabet ortamını anlatmak; medyamızın ekonomik özgürlüğünü kazanması, kurumsallaşması, görevini çok daha etkin sürdürmesi ve ayakta durması için böylesi büyük firmaların üst düzey yöneticileri ile yüz yüze gelmek, ilişki kurmak son derece önemliydi…
Günün sonunda, her iki anlamda da iyi bir adım oldu…
Gazeteciler ile büyük firmalar arasındaki bu tür ilişkilere farklı eleştiriler getirenler de olur.
Mesele, sizin “gazetecilik tavrınızla” ilgilidir… Ve kendinizi bilmekle, güvenmekle, karşılıklı saygıyla…
Doğrusu  “satılma” opsiyonu taşımadığımdan, meseleye farklı bir gözle hiç bakmadım…
Aksi halde hiçbir basın toplantısına katılmamak gerekiyor…
Belli ki bu yönde “kompleksleri” olanlar var…
Birisini dinlemek, ilişki kurmak, gözlemlemek başkadır; ‘yalakalık’ ya da ‘borazanlık’ yapmak, bambaşka!..
United Medya Grubu’nun bu yöndeki ‘iradesi’, bu laflarımı dahi gereksiz kılıyor…
Öyleyse, hiç uzatmadan, “İskoçya’ya uzanalım” diyorum…

Yeşilin her tonunun, fazlası

İskoçya denince akla ilk gelen ‘İskoç viskisi’ kuşkusuz…
Bir de “etek” yani “kilt” geleneği…
“Alkol dostu” birisi olmadığım için “viski kültürü” ve “üretim aşaması”nı öğrenmekle yetindim…
İskoçya, (aslında ülkenin kırsalı) viskisi ve geleneksel kıyafetlerinin çok ötesinde, benim için “yeşil örtüsü” ile yer etti…
Mel Gibson’ın “Cesur Yürek” filminin geçtiği topraklar…
Sanki bir gün gökten ‘yeşil’ yağmış ve bir daha kimse temizleyememiş, coğrafyayı boyayan bu çok hoş lekeyi…
Yollardaki gri dışında, her yer yeşil…
Yeşilin her tonunun da fazlası…
Bu yeşili süsleyen kızılı, bordosu, sarısı…
Gözünüzün göremeyeceği kadar tükenmek bilmeyen bir yeşil örtüde, serbestçe otlayan koyunlar, inekler, geyikler, ceylanlar…
Masal gibi…
Hani hayalinde bir ülke yarat deseler, küçük küçük kasabalar…
Birbirinden şirin evler…
Ve tertemiz sokaklar, parklar, alanlar…
Her ne kalmışsa geriye, yeşile boya, desen…
Bu kadar olur ancak…
Hiç kimse, tek bir izmarit, kahve bardağı, bir parça kağıt atmaz mı yere?
Bunu nasıl öğrendiler, bunu nasıl başardılar, bu nasıl bir medeniyettir, şaşarsınız ve utanırsınız gerçekten…

***


TEK KURAL: Nasıl zevk alıyorsan öyle iç!


Johnnie Walker... 1805'te doğdu, babası çiftliğini satarak tüm parasını bir bakkal dükkânına yatırmıştı. Johnnie Walker bu bakkalda viski satarak, Çin’den getirdiği çayları, Jamaika’dan gelen biberleri satarak yaşamını kurdu… Çay ve biber derken, viski üretiminde farklı aromalar denedi… Johnnie Walker 1957'de öldükten sonra oğlu Alexander bu işi çok daha geliştirdi.
Tam bir girişimcilik örneği aslında...
Hem hayallerin peşinde koştu, hem de inandı Walker ailesi…
İskoçya'ya halı getirerek Avustralya'ya boş dönen gemileri değerlendirdi, ürettiği viskileri bu gemilerle ihraç etti… “Gemiler boş dönmesin” diye başladığı viski ihracatı ile markasını ve ününü İskoçya’nın sınırlarının ötesine taşıdı.
Şimdi, İskoçya’nın önemli bir bölümünde, neredeyse herkes viski üretim zincirinin bir halkası…
Dededen torunlara bir miras olarak geçen “yüzyıllık marka”, bir ülkenin ismini, bir ürünle özdeşleştirdi.
Johnnie Walker ve Cardu üretimin yapıldığı tesislerini geziyoruz…
50 yılı aşkın süredir viski üretimiyle iç içe olan uzmanımız, bizlere bilgi veriyor…
Viskinin içeriği arpa, su, maya… Ve viskiye aromasını veren en önemli madde, bir nevi ‘gübre’… Odun kömürü gibi… Siyah, çamurumsu… İçerisinde vanilya, bal, meyve ve pek çok lezzeti barındırıyor… Tabii İskoç viskisini özel kılan, suyu…  Bu nedenle, bir başka coğrafyada aynı lezzete ulaşılamıyor…
Tüm bu içerikle damıtılıyor viski… Mayalanıyor… Kocaman bakır ibriklerde damıtılma işlemi tamamlanıyor.
Ve sonrasında, gölge bir mahzende, tahta fıçılarda saklanıyor…
Çok uzun yıllar buralarda bekletilen viskiler var ki, işte o en pahalı ve özel markalar, böyle ortaya çıkıyor.
Malt… Ve harmanlanmış iki ana tür viskiden söz etmek mümkün, sanırım… Malt viski, bir kez damıtılmış… Harmanlanmış viskiler ise pekçok farklı damıtımın birleşimi…

Nasıl içilir?

Uzmanımız, “pek çok insan viskinin nasıl içileceğine dair öneriler yapabilir, deneyiniz” diyor… Ve ekliyor: “Ama tek kural vardır, nasıl zevk alıyorsan öyle iç...”
Viskiye genelde bir miktar soğuk su eklenmesini öneriyor, buz değil…
Ama önüne ‘Blue Label’ markası gelince, bu kez tercihi değişiyor…
Sebebini anlatıyor…
“İnsan gibidir viski. Yaşlandıkça daha kırılgan ve hassas oluruz. Çok yaşlı viskilerin harmanlanması ile oluşan bir marka, çok daha fazla özen istiyor… Blue Label çok özel bir viski, bu nedenle içine su karıştırdığınız zaman özelliğini kaybediyor. İçerken, önce buzlu su ile ağzınızı doldurmanız, ağzınızı soğutmanız önemli. Sonra bir yudum viskinizden alıyorsunuz. 10 saniye süreyle ağzınızın yüzeyinde gezinmeliymiş, bir yudum viski.
Hemen sonra birkaç yudum buzlu, soğuk su… Böylece lezzeti çok daha iyi anlaşılıyor…”
Böyle konuşuyor ama yine tekrarlıyor tek kuralı, “nasıl zevk alıyorsan…”

O kedi var ya o kedi!

Bu viski sohbetini, İskoçya’da duyduğum bir fıkrayla sonlandıralım…
Fareye şarap içirmişler…
Şiirler okumaya başlamış… Romantikleşmiş!..
İskoç viskisi içirmişler...
Kırıntıları toplamaya, biriktirmeye başlamış… Gadsodlaşmış.. (Cimrileşmiş yani…)
Rakı içirmişler sonra… Bir cesurlaşmış bir cesurlaşmış ki…
Haykırmış:
“O kedi var ya o kedi, artık ayağıma gelecek…”

 

Johnnie Walker arşivinde Kıbrıs’tan da bir fotoğraf var, 1952 Lefkoşa’sını yansıtan…

***


Drummuir Şatosu’nu yaşamak… Büyüleyici!

İskoçya’nın dışında bir yerde, 4 saatlik otobüs yolculuğunun ardından ulaşılan bir zirve… Aberdeen… Ve bir şato… Drummuir Şatosu… 1848’de yapılmış… Dünyanın en önemli içki şirketi Diageo, bu şatoyu konukları için kiralamış… Şato dediğim, nasıl anlatayım ki, pek çok köyümüz kadar geniş bir alana yayılmış… Söylememe gerek yok, yeşil bir yumağın ortasında, tarihi, kale gibi bir yapı… Her türlü yürüyüş, dağcılık sporunu yapma şansınız var… Her bir odası, son derece özel, geleneksel… Kütüphanesi, bilardo salonu, elbette viski mahzeni… Her türlü viski, 60-70 yıllıklar dahil mevcut… Günümüzün pek çoğunu geçirdiğimiz mekan, bu şato oldu… Uzak olması, biraz yorucu minibüs yolculuklarını zorunlu kıldı… Ama ‘rüya gibi’ydi… Sabahları ‘ağır’ İngiliz kahvaltısı ile başlayan gün, öğle ve akşamları, İskoç restoranlarında yöre nehirlerinden tutulmuş taze somonlar… Ya da ‘alışmış, kudurmuş’ hikayesiyle, illa ki ‘tavuk’ siparişler…Ve akşamları, şömine karşısında koltuklarda uyku, viski, bilardo, yürüyüş, bol bol sohbet… En fazla da dikkatimizi çeken, gün batımı!..
Neredeyse ‘batmıyor’ gün… Saat 22.30, pencereden bakıyorsunuz, her yer hâlâ aydınlık…


***


‘Kilt’ yani İskoç eteği!..
Önemli bir kültür…

Çok uzun yıllar folklora gönül verdim… Kültürler, dünyanın güzelliği, zenginliği… 17 sene aralıksız, gezmediğim festival kalmadı… Ve yaşama dair en önemli öğretilerimi, farklı kültürler arasında şekillendirdim… İskoçya’ya gitmişseniz, ‘kilt’ yani ‘etek’ deneyimi yaşayacaksınız, bu nedenle… Nasıl ki Anadolu’da ‘fes’ ya da ‘poşu’, Rusya’da ‘kalpak’ ile gülümsersiniz objektiflere… Nasıl ki Makedonya’da takunyayı es geçemezsiniz, İspanya’ya gitmişseniz, evinizin bir köşesinde olmalıdır kastanyet çalgısı… Böyle bir kültürdür kilt… Doğrusu ‘etek’ meselesine, bu kadar aşırı ‘cinsiyetçi’ yaklaşım beklemiyordum, kimi kendini ‘aydın’dan satanlar dahi okuyunca, utandım… Daha çok yol almamış gerekiyormuş, meğerse…
Sonuç… İskoç eteklerimizi giydik… ‘Gaydacı’ da geldi ayağımıza…
Güzel bir deneyimdi… Biraz da ‘empati’ yaptık bu vesileyle… Meğerse etekle oturmak, kalkmak ne zormuş!.. Ama çok da ‘havadar’ ve ‘rahatmış’…
Ama en önemlisi de, gülümsedik, keyiflendik… Yaşamak bu işte…
Ve geliniz yine biraz ‘gülümseyerek’ yapalım finali…
Bilirsiniz, ‘İskoç-İrlandalı’ atışmaları, meşhur…
İrlandalılar diyormuş ki…
“İskoçya’ya 3 şey ihraç ettik…
Viski, bira ve erkeklerin giydiği kareli etek.....
Üçüncüsü şakaydı ama İskoçlar ciddiye aldı hâlâ giymeye devam ediyorlar!”

***


Elbette eğlendik!.. Ve teşekkürler

İskoçya’ya yönelik basın gezimizde bizlere, PR Island Ajans Direktörü Faika Yalvaç eşlik etti. Ayrıca, Diageo ürünlerinin Kıbrıs bayisi Kaner Şirketler Grubu’ndan Serhan Kaner ve Vedat Akdeniz… Diageo - Mey Dış Ticaret Müdürü Latif Vanlı, Pazarlama Müdürü Bahadır Demir ve Dış Ticaret Uzmanı Tolga Bal bizimleydi… Basın heyetimizde KIBRIS’tan Serhat İncirli, Havadis’ten Başaran Düzgün ve Hasan Hastürer, Star-Ada grubundan Cemile Yalçındağ, Kıbrıslı’dan Kartal Harman, Vatan’dan Mehmet Kasımoğlu, Zoom – Gurme dergi grubundan Birol Bebek yer aldı… United Medya Grubu ve YENİDÜZEN’i temsil etme şansını yakaladım. Tüm bu isimlere, dört güzel gün için teşekkür ediyorum…

Dergiler Haberleri