Yolumuz Ne Olmalı?

Adamın biri terzisine ısmarladığı tekım elbiseyi denemektedir. Bir kolu üç santim uzun gelir. Terziye “kısaltmalısın” der. “Hayır” der terzi. “Kolunuzu dirsekten bükün, biraz da açın... Bakın, işte nasıl çekiyor.” &#

 

 

 

Adamın biri terzisine ısmarladığı tekım elbiseyi denemektedir.

Bir kolu üç santim uzun gelir. Terziye “kısaltmalısın” der.

“Hayır” der terzi. “Kolunuzu dirsekten bükün, biraz da açın... Bakın, işte nasıl çekiyor.”

“İyi ama,” der adam, “Kolumu bükünce yaka ta enseme çıktı.”

“E,” der terzi, “Başını biraz dik tut ve arkaya at. Şahane oldu.”

“İyi ama böyle olunca da sol omzum aşağıda kalıyor.”

“Hiç dert değil,” der terzi, “belden biraz sağa doğru eğildiniz mi, tamamdır.”

Adamcağız sağ kolu kıvrık, kafası geride, belden sağa yatık çıkar terzinin atölyesinden. Sallana tökezlene, bir garip yürümektedir.

Adamı gören iki kişi “Vah zavalı genç yaşta sakat kaldı,” der.

Öteki, “Öyle ama terzisine baksana takım elbiseyi tam oturtmuş üstüne.”

Bir topluma giydirilmek istenen elbise eğer olmuyorsa, o toplumun eğilip bükülüp değiştirilmesi mi gerekir? Böyle bir vaziyette geleceğe nasıl sağlıklı ve güçlü adımlarla yürünecektir? Tökezlenmiyecek mi? Elbisenin mi, toplumun mu değiştirilmesi gerekir?

***

“Yavru, anasına benzemeli!”

Toplumsal kaderin ön deyişi...

Asıl konuların birinci bölümü...

Yavru, anasına benzer mi!?

Bir düşünürün dediği gibi “Çocuklarımızın dünyaya gelmelerine aracılık ediyoruz ama onlar bize ait değiller.” Bize benzemiyorlar... Aramızda çağ, anlayış farkı var. Kendilerine özgü hayalleri, özgürlükleri, kimlikleri, kişilikleri var...

Sırf  anasına benzesin diye, kendi hayallerinden, özgürlüğünden, kimliğinden... vaz geçmesini nasıl isteyebiliriz? Nasıl?

Öyle ya! Yavru anasına benzemeli, eğer benzemiyorsa eğerek bükerek değiştirilerek benzetilmelidir.

Onun gibi düşünmeli, konuşmalı, inanmalı...

Her ne pahasına olursa olsun “kendi olmamalı, benzemeli”...

İyi ama bu çocuk ağır aksa da olsa büyüdükçe sormaz mı “Ben kimim?”, “Ben neyim.” diye. Sormaz mı?

Kıbrıs Türkü özellikle son dönemde gündelik toplumsal yaşımında gittikçe artan sayıda din ile ilgili anlayış, obje, imaj, ima... ile karşı karşıya kalmaktadır. Şikayet etmek anlamında olsa bile din daha çok konuşulur oldu. Belki de istenen budur.

Sokaklarda, marketlerde, plajlarda tesettürlü kıyafetlilerin sayısı gittikçe artıyor. Topluma gönderilen mesajlar da giderek artıyor. Bununla birlikte okul öncesi öğrencilere, üzerinde kara çarşaf giymiş bebek resimleri olan kalemliklerin dağıtılması, kız ve erkeklerin ayrı okullarada öğrenim görmelerinin talep edilmesi, muhafazakâr hotellerin inşa edilesi, külliye, “her köye bir cami” gibi konular sistemli ve periyodik olarak toplumun gündemine taşınıyor. Böylelikle İslami anlayışa karşi sempati, kabulleniş yaratılmak istenmektedir. Artık yaz aylarında daha çok sayıda öğrenci Kur’an kurslarına gönderilmektedir ve kurslar ilk kez okullarda yapılmaya başlandı. Kolej sınavlarında ilk kez din bilgisi soruları soruldu. Bir özel üniversite de ilahiyat bölümü açıldı. Şimdi sıra geldi meslek liselerinde imam hatip programları açmaya. Böylelikle ilkokul çağından Kur’an kurslarıyla yetiştirilmeye başlayan öğrenciler, lisede imam hatip, üniversite de ise ilahiyat fakültesine yönlendirilerek, sistemin halkaları bu şekilde tamamlanmış olacaktır.

Buralardan mezun olanlar ne olacak? İlk başta din işlerinde istihdam edilecekler, daha sonra da ihtiyaç fazlası mezunlar devlet kadrolarına alınacaklar. Kısa sürede de idareci konumuna yükseleceklerdir.

Toplumsal zihniyet tedrici tedrici “gözlem ve deneye dayalı” bilimsel temelden, “dogmatik” temellere doğru itilmektedir. Tatlı gibi görülen bu zorlamada eğitim stratejik bir öneme sahip olmaktadır. Eğitim aracılığıyla toplumsal yaşamın her alanına  İslami düşüncenin hakim kılınmasının, devlette kadrolaşarak örgütlenmenin, toplumsal yapı değişimlerinin düşünsel alt yapısı oluşturulmak istenmektedir. Bunu siyasi, hukuksal görünüşte demokratik oluşumlar izleyecektir.

Kur’an’ın gölgesinde demokrasi gelişmez. Bilimsel düşüncenin, aklın, sorgulamanın, eleştirinin bir kenara itildiği yerde, inançla, ibadetle ne gelişir ki!? Cemaat ruhuyla neyi tartışacaksınız? Ya inanırsınız, ya susarsınız. İnanç başkadır, akıl başkadır. Akılla düşünür, kalple inanırız. Kalbimizle düşünemeyiz. Bu nedenle inaçla akıl birbirleriyle karıştırılmamalıdır. Batı’da 1200’lü yıllarda, yani yaklaşık sekiz yüz yıl önce Aquina’lı Aziz Thomas’ın getirdiği yorumla bunlar ayrılmıştı. “Bilim söz konusu olduğunda Antik Yunan eserleri, evreni açıklayacı oterite olacaktı; ruhun kurtarılışı söz konusu olduğunda ise Kilise ve Kutsal Kitap olacaktı.” Gelişme ve ilerleme bu ayrımdan sonra hızlanmıştır.

Oysa şimdi birleştirilmek, hatta toplumsal yaşamda inanç daha üst tutulmak istenmektedir.

İslamiyet korkulacak bir din değildir. Bizatihi bu satırları yazan da, okuyan da müslümandır. İsyanımızın, ayağa kalkışımızın nedeni benim, senin, ötekinin Tanrıya olan inancını kullanarak; toplumsal yaşamın ve zihniyetin, demokrasinin, eğitimin, ekonominin... yeniden yapılandırılması niyetidir. Eğitim aracılığıyla dini cendere altında şekillenen zihniyetlerin zamanla demokratik oluşum ve dönüşümler olarak gösterilmek istenmesidir. Bu anlayışın gelişme ve ilerlemenin zemini olamayacağıdır.

Kıbrıs Türk toplumunda geçmişten gelen dini bilgilerin aktarılmasında bir takım problemler yaşamıştır, ama bunların giderilmesi bu şekilde olamaz. Bu problemler bahane edilerek seküler anlayış, laik toplumsal yaşam değiştirilmek istenmektedir. İnancın aklın üstünde olması ve ona egemen olması istenmektedir.

Kıbrıs Türkü, Atatürk gibi müslümandır. Laik, çağdaş, ilerici... İnaçla aklın ayrımına varmıştır.  

Haspolat Meslek Lisesine açılmak istenen imam hatip programlarında Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam... dersleri okutulacaktır. Bunlar bin yıldan fazla bir süredir medreselerde değişmeden okutulan konulardır. Ve değişmeyecek da...

Kur’an kurslarıyla mayalanmış minik zihinler; imam hatiple, ilahiyatla şekillendirilecektir. Dört yıl sonra mezuniyet fazlası oluşmaya başlayınca ne olacak bu çocukların hali? Nereye gidecekler, ne yapacaklar? Kendilerine empoze edilen bu zihniyetin tutsaklığında hangi dünya tutunacaklar? Yaşadıkları çağı nasıl anlayacaklar? Bu toplum tefsirle, fıkıhla şekilenecek zihniyetlerle değil, bilimsel bilgilerle şekillenecek zihniyetlerle kalkınacaktır. Mesleki bilgilerle kalkınacak...

Laik anlayış merkeze alınmış olsaydı öğrenciler lise eğitimlerini tamamladıktan sonra, üniversite düzeyinde dini alanlara yönlendirme yapılırdı. Bu alanda eğitim alan bir kişinin de kendi mesleğinde, kulvarında ilerlemesi, makam sahibi olması da taktirle karşılanırdı.

Orta okul, lise döneminde Din ve Ahlak Bilgisi, Dinler Tarihi gibi dersleri seçmeli olarak alır ve hazırlanırdı. Bu derslerin içerikleri de sosyal bilgiler ve tarih dersi öğretmenlerinin verebileceği şekilde düzenlenebilirdi. Ne Kur’an kurslarına, ne de imam hatip liselerine gerek yoktur.

Kıbrıs Türkü tarihi boyunca Atatürkçü, laik bir anlayışla dini algılamıştır. Ne dinci oldu, ne de şöven...  Laik oldu.

Şimdi tutacağımız yol ne olacak? Aklımız, kalbimiz bir, yolumuz İslam mı? olacak.

Yoksa kalbimizde İslam, aklımızda bilim, yolumuz çağdaş ve ilerici bir yol mu olacak? Bu yolda, toplumun önünde öğretmenlerimiz, aydınlarımız, akademisyenlerimiz, sivil toplum örgütleri yürüyerek ilerlenecektir. Bu yol, ateşili bir cesaretle toplumsal kavgaya düşmektir.

Zaman bizden “kendin olma” kavgasını vermemizi istiyor. Ya kavgaya düş, ya sessizliğe gömül. Sessizliğin bizi nereye götüreceğini artık daha iyi biliyor ve anlıyoruz...

 

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri