Yönetmeyi Yönetemeyen Siyasetimiz

Direnç Berksel

 

 Nisan ayının sonunda Cenevre’de gerçekleştirilecek olan Kıbrıs zirvesi yaklaştıkça siyasilerimizin temaslarının ve demeçlerinin sayısı artmaya başladı. Ülke siyasetinin temposu arttıkça Kıbrıs Türk Liderliği’nin tüm tezlerinin ortak noktası olan, toplumumuzun bu adada “yönetme” hakkına sahip iki toplumdan birisi olduğu gerçeğini haliyle hissediyoruz. Hissediyoruz diyorum çünkü; Kıbrıs sorununun çözülmemiş halinde her ne kadar BM şemsiyesi altında iki eşit toplum gibi görünsek de iki toplumunda onayını gerektiren karar alma süreçlerinde varlık gösteremeyişimiz, hem de ülkenin kendi iç sorunlarında siyaset üretme ve ürettiğimiz siyaseti hayata geçirme pratiğine sahip olamayışımız bizleri kendi kendini yöneten bir toplum olmak durumundan mahrum bırakmıştır.

***

 Dünyayı son kırk yıldır etkisi altına alan ve alternatif siyasi ideolojileri dahi kendinin bir parçası haline getirerek hayata geçirilmesine engel olmayı başaran neoliberal hegemonya, siyasal farklılıkları neredeyse ortadan kaldırmış, yerini merkezde bir konsensüs anlayışına bırakmıştır. Özellikle pandeminin yarattığı kriz ortamı ile birlikte dünya siyaseti asla değişmez denilen alanlarda dahi yeni reformların ihtiyacını hissederek tasarlamaya başlamakta ve Thatcher’in “başka alternatif yok” diye ifade ettiği o ünlü neoliberal düsturun aksine yetersizliğini örtmek maksadı ile alternatif siyaset yaratma arayışına girmiş durumdadır. Kıbrıs’ın kuzeyinde siyasete baktığımız zaman yaşanan tek siyasi hareketliliğin Kıbrıs sorununda olduğunu görmek ise beni hayli üzüyor ve korkutuyor. Kıbrıs’ın kuzeyinde siyasal örgütler sanki ülkenin tek bir sorunu varmış ve o da Kıbrıs sorunuymuş gibi bu sorun üzerinden siyaset oluşturmuş, siyasal varlıklarını ve toplumsal gerekliliklerini bunun üzerinden anlamlandırmaktadırlar.

 Ülke siyasetinin sağ ve sol yapılanmalarının Kıbrıs sorununun çözüm modeline göre şekillenmesi hem Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulmasının, hem de ülke siyasetinin insan yaşamına dokunan tüm diğer sorunlarına gerçekçi ve yapısal çözümler üretmesinin önünde çok büyük bir engel teşkil etmektedir. Yarattığı en büyük engel ise demokrasiyi en az neo-liberalizmin son 40 yılda aşındırmakta olduğu gibi ülkemizde aşındırıyor oluşu. Her ikisine de baktığımız zaman “başka alternatif yok” düsturunu görmek mümkün. Neo-liberalizm alternatif politika ve sistemlere karşı bu düsturdan yola çıkarken; Kıbrıs sorununu merkezine alan ve buna göre pozisyon belirleyen ülke siyasetimizi oluşturan unsurlar ise, sorunun kendi cenahının benimsediği çözüm modeli ekseninde çözülmesinden başka toplumun sorunlarına çözüm üretecek “başka alternatif yok” düsturundan yola çıkmaya devam ediyor. Siyasalı ideolojik ve program farklılıklarının rekabetinin ortamı, siyaseti ise bir arada yaşamanın etkisiyle doğan toplum sorunlarına siyasalı yaratan değerler ekseninde çözüm üretme uğraşı olarak tanımlarsak; siyasal farklılıklardan doğan bir üretimin olmadığı bir ortamda sorunlara çözüm bulabilecek demokratik siyaset yaratma şansımız asla yoktur. Haliyle çözüm arayışları sonucunda sorunsallarımıza yönelik üretilen politikalar da demokratik sistemin bize sunduğu imkanları kullanamadığımız bir ortamda sadece palyatif öneriler olmaktan öteye gidemeyecektir. Örneğin, uzun zamandır özellikle birçok siyasetçimiz ve sermaye kesimleri tarafından dile getirilen siyaseten yönetsel yetersizliğin nedeni olarak, istikrarlı hükûmetlerden yoksun oluşumuz, buna neden olarak da barajın kendilerince düşük yüzdeliğinden veya başkanlık sistemine geçmeyişimizden kaynaklı koalisyon hükûmetlerine mahkum oluşumuzu göstermeleri verilebilir. Oysa hepimiz biliyoruz ki hem koalisyonlar hem de toplumun tüm kesimlerini olabildiğince geniş bir şekilde kapsayan bir parlamento siyaset üreten bir demokrasinin olmazsa olmazlarındandır.

***

 Hülasa, bu adada yönetme hakkına sahip olan ve Kıbrıs sorununda da bu mücadeleyi veren bir toplum olarak biz Kıbrıslı Türkler, kendi yönetme hakkımızı Kıbrıs sorunu dışında kalan hayatın ve siyasetin tüm diğer noktalarında aktif ve akılcı bir şekilde kullanmayarak kendi kendimizle çelişiyoruz. Oysa bugün yaşadığımız ve ilerde yaşanacak problemlerin Kıbrıs sorununun çözümüyle birlikte akşamdan sabaha çözüme kavuşmayacakları aşikardır. Kıbrıs sorunu dahil toplumumuzu ilgilendiren tüm sorunların ayrı ayrı siyasi çözümlere ihtiyaç duydukları bir ortamda üretmemiz gereken ilk çözüm toplum olarak kendimizi ve siyasetimizi Kıbrıs sorunu sınırlamasından özgürleştirerek siyasetin yönetsel etkenliğini kazanmak olmalıdır.