İnsanlar çoğu zaman sizden "duymak istediklerini" söylemenizi beklerler.
Yüreklerini okşayan, egolarını kabartan, ruhlarını gururlandıran güzel sözler için gözlerinize bakarlar.
Böylesi bir tavır çok anlaşılırdır.
Çünkü insanın doğasında “kendini önemli hissetmek” gibi bir dürtü vardır.
Yine de…
Yaşadığımız hayat çoğu zaman "duymak istediklerimizden” fazlasıdır.
Hele de hayatımıza dokunanlar, çözüm üretme sorumluluğu üstlenenler ve yarına ışık tutmasını beklediğimiz öncüler için...
* * *
Bu ülke gitgide daha sıkıcı oluyor.
Çünkü büyük kalabalıklar, nerede olursa olsun, bu “eğreti düzen”in kendisine dönüşüyor.
Yolu değişmek için yola çıkanlar, aynı yoldan, belki farklı türküler, belki farklı kostümler, belki farklı sözcüklerle yürüyor.
Yol çok fazla değişmiyor.
* * *
“Daha iyi yaşamak” gibi bir talebimiz var.
O “iyi”nin içerisinde, kimi kavramları mumla arıyoruz.
Birisi, samimiyet.
Bir diğeri, sahicilik…
Ve üçüncüsü, ki belki en önemlisi, adalet!
* * *
Başkalarının ne kadar çirkin olduğunu gösteren aynalarda, kendi güzelliğimize aşkla yaşarken, git gide daha çok eksiliyor, daha çok çürüyor, daha çok yarılıyor, daha çok inciniyoruz.
Bölük pörçük bir ülkede “lafı” nereye doğru attığına göre “anlam” farklılaşıyor.
“Azınlık olmayacağız...”
“Boyun eğmeyeceğiz...”
“Siyasi eşitliğimizi koruyacağız...”
Güneye bakarak söylersen başka başka insanlar alkışlıyor, kuzeye dönersen eğer çok başka...
Yönümüzü bulamıyoruz.
Yolumuzu bulurken...