‘YORGUNUM’

Sami Özuslu

“Yorgunum” dedi. Sesi bitkindi. Yorgunluktan ziyade kırgındı. Gencecikti henüz, fidan gibi oysa…

“Ne zaman dirlik-düzen göreceğiz ki biz?” diye sordu yaşlı amca… Kahvesini yudumlarken gözleri daldı. Alnındaki kırışıklıklar kim bilir hangi acıların, ne tür özlemlerin ürünüydü…

Yün örerken orta yaşını biraz devirmiş teyze, “Zehir çıkarsınlar artık” dedi. Öfkeli, tepkili, kızgın, bezgindi. Gözünün önünden ve aklından birer birer geçenleri tahmin etmek kolay değildi.

Herkes yorgundu.
Herkes kırgın.
Herkes kaygılı.
Toplumun ruh hali bu işte…

*  *  *

Çok çekti geçmişten bugüne bu toplum…
Çatışmalar, göçler, savaşlar, şehitler, kayıplar gördü.
Enklavlarda yaşadı, yokluk çekti, kıtlık gördü…
Sömürge yönetimini, teşkilat idaresini yaşadı.
Azınlık görüldü, yok edilmek istendi.
Her daim direndi, beyaz bayrak çekmedi.
Haksızlık, adaletsizlik, hukuksuzlukla yaşadı uzun yıllar boyu…
Evine ev, bağına bağ, ağacına ağaç diyemedi.
Ya kaybetti ya da kaybetme korkusuyla yaşadı.
Ayakların ‘baş’ olduğunu da gördü, çulsuzların ‘lord’ olduğunu da…
Hep sineye çekti.
Ama yoruldu.

*  *  *

Hep bir ‘belirsizlik’ hakim oldu hayatta…
Yarınlar ne getirecek, kestirmek mümkün olmadı.
Umutlar pek sık kaldı kursaklarda…
Ümitsizlik öğretildi insanlara, bilerek isteyerek.
Çaresizlik ‘kader’ belletildi.
Hep ‘yavruluk’ düştü bu toplumun payına…
Hiç büyüyemedi, onca yıl geride kalırken.
Yaranamadı zaten ne eşe, ne dosta, ne babaya, ne anaya…
Hep ensesinde hissetti tokadını ‘büyük’lerin…
Kalktı mıydı yerinden haşa, yedi şamarı sırtına…

*  *  *

Yoruldu bu toplum.
Bıktı, usandı.
Burnuna kadar geldi artık…
Varmayın daha fazla üstüne…
Uğraşmayın.
Hırpalamayın insanları…
Mühendislik yapıyorsunuz ya oturduğunuz koltuktan…
İşte o batsın!