Paylaşılırsa eğer iyilik iyiliği, kötülük de kötülüğü çoğaltır ama her zaman iyilik kazanır...
Yine paylaşılırsa umut umudu, umutsuzluk da umutsuzluğu çoğaltır ama hep umut kazanır.
Hep ”sistemi hükümeti suçluyorsunuz, kolaya kaçıyorsunuz” deniyor. Kimdir ki sistem?
Ağzı, burnu var mıdır?
Yani kişilerin suçu yok da sistem mi suçlu? Nedir bu sistem?
Ne yer ne içer?
Yıllardır bu ülkede sistemi suçlamaktan en çok yorulanlardanım. Artık sistemi değil, bizzat birini suçlamak istiyorum. “Ahmet, Ayşe, Kazım, Mine suçludur” demek istiyorum… Ve biliyor musunuz, bunu demek için çıldırıyorum. Bazen kendimi Mekke, ya da Medine’de hiç görmediğim bir şeytanı taşlıyor gibi hissediyorum. Hep aynı şeyleri söylemekten sıkılıyorum. Sürekli kendimi tekrarlamaktan yoruluyorum.
Halbuki mesleğimi ne kadar çok seviyorum ve hasta bakarken ne kadar çok mutluyum. Kliniğimde nasıl da huzurluyum; çünkü “evet yeni bir implant çıktı, başarısı çok yüksek, kullanımı daha kolay ona geçeyim” diyorum. Kongreye gidiyorum; “bu cerrahi teknik işimi çok kolaylaştıracak” diyorum, kliniğe döndüğüm zaman altın madeni bulmuş gibi onu işlemeye başlıyorum. “Estetikte şu porselen, şu teknisyenin yeni fırını” diyorum, heyecanlanıyorum.
Sürekli gelişen, beni geliştiren, hastalarıma verebileceklerimi artıran sistematik yenilikçi bir heyecan içinde sürüyor klinikte yaşam. Klinikte sistemi ben kuruyorum. Hangi vakaları yapacağıma, personelimin çalışma saatlerine, maaşlarına, davranışlarına ve performanslarına hep ben karar veriyorum. Ve biliyorum ki, ne kadar mutlu ise personel, bunun hiç şaşmaz karşılığı o kadar fazla üretim ve mutlu hasta demektir. Kaliteli ürün, sağlıklı, mutlu bir çalışma ortamı ve yaşamı... Yani mutlu ben... Kliniğimde sistem de devlet de benim ve mutluyum. Ve elbette benim gibi, bürosunda, ofisinde, kliniğinde ya da fabrikasında tüm toplumsal ve çevresel olumsuzluklara rağmen mutlu çalışan yüzlerce insan var.
“DEVLET” DEDİĞİMİZ…
Peki ama toplumsal yaşamda sistem kimdir? Sistem elbette ki DEVLET’tir. Hekiminin, öğretmeninin memurunun çalışma saatlerini denetlemeyen devlettir. Performanslarına göre değil de, adamına göre iş ve maaş veren de devlettir. Çalışma yaşamının kurallarına uymayana ceza vermeyen ve göz yuman da devlettir. Sistem evet devlettir. Hastanede kimin ne zaman hangi saatlerde çalışacağına evet devlet, yani oluşturulan, ya da oluşturulamayan sistem karar verir. Devlette çalışan hekimi denetleyecek olan, evet devlettir. Ona mutlu çalışması ve hastalarını mutlu etmesi için uygun ortamı da hazırlayacak olan devlettir. Hekimini, öğretmenini, memurunu nerede nasıl çalıştıracağına karar verecek olan da devlettir.
Sistem çökmüştür demek, evet aslında “devlet çökmüştür” demektir. Sistem yoktur demek, evet “devlet yoktur” demektir.
“DEVLET” YOK MUDUR?..
Peki ama, devlet kimdir? Devlet parlamentodur, yasamadır. Devlet hükümettir, yürütmedir. Yargıdır, polistir ve devlet meslek örgütleri ve sivil toplum örgütleridir. Eğer yasama yasa yapmıyorsa, yürütme de olan yasaları uygulamıyorsa, “DEVLET YOKTUR...”
Bir süre önce bir gazeteci arkadaşım “hükümeti beklemeyin, sivil toplum örgütleri ve meslek örgütleri olarak siz yapın...” demişti bana... Fikirlerine değer verdiğim biriydi. Günlerce düşündüm, “gerçekten yapabilir miyiz?” diye...
Örneğin başında bulunduğumuz kurum olarak biz çıkıp da hekimlere “arkadaşlar artık tam gün çalışacaksınız... desek, çalışırlar mı? Bize demezler mi “hangi parayla, hem sen kimsin, gel de denetle...”
Peki çıkıp “biz devlet ve özel hastaneleri denetleyeceğiz, disiplinize edeceğiz...” desek bize sormazlar mı, “hangi yetkiyle ve hangi yasayla?”
Toplumlar neden Devlet kurar? Çünkü kurulan o devlet, organize bir sistem içinde birçok organının birbiriyle uyum içinde çalışarak bireylerin huzurlu ve sağlıklı bir şekilde toplum içinde yaşamasını sağlar. Koca bir orkestranın uyumlu bir şekilde müzik yapması gibi... Ve her organın kendi görevleri vardır. Tıpkı her aletin orkestrada çıkarması gereken sesler gibi. Bateri, gitarın sesini çıkaramayacağı gibi; bir meslek örgütü de herhangi bir bakanlığın görevini yapamaz.
İNSAN VE SİSTEM…
Ve biliyor musunuz ahlâklı bireyler yaratmak da iyi bir sistem kurmaktan geçer. Adaletin, denetimin, ödülün ve cezanın olmadığı yerde namuslu çalışan insanlardan bahsedemezsiniz.
Evet ben yoruldum... Gönüllü bir sevdayla mesleğe ve topluma duyulan sevgiyle gece gündüz çalışmaktan, sürekli sistemi eleştirip hiçbir şeyin düzeldiğini göremeden umutsuzluk girdabında dolanmaktan....
Evet, ben gerçekten yoruldum, çok sevdiğim işimi ihmal edip, emeğim ve uzmanlığımla mutlu insanlar yaratmak varken, çaresizlik içinde kendimi tekrarlamaktan...
Evet, ben yoruldum, ailemi, kendimi ihmal edip sürekli boşuna bir çaba içinde olmaktan...
Ama sevgili dostlarım biliyorum ki; yıllarını bu topluma adayan, benden çok ama çok daha fazla yorulduğu halde asla pes etmeyen yüzlerce insan var. Yorulmak pes etmek gibi bir lüksümüz asla yok. her şeye rağmen, “Bu güzel adada, bu acılı coğrafyada el ele, sevgiyle yorulmaya devam...” diyorum.
İyiliği ve umudu çoğaltmaya...