Çok değerli arkadaşımız, araştırmacı yazar, grafik sanatçısı ve “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’ın Hikayeleri” internet sayfasının yaratıcısı, Avustralya’dan Konstantinos Emmanuelle, Yukarı Lefkara’ya evlatlık verilen Nina’nın buruk öyküsünü kaleme aldı. Bu öyküyü okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle arkadaşımız şöyle yazıyor:
*** Ne zaman “Kıbrıs’tan Hikayeler” hakkında kamuoyu önünde bir konuşma yapmam istendiğinde veya yapmış olduğum röportajlar hakkında konuşmam istendiğinde, bir öykü vardır ki boğazım tıkanır ve beni duygusal hale getirir. O da, Yukarı Lefkara’dan Nina Hristu’nun (Nina Yialonidi) öyküsüdür.
*** Nina ve eşi Mihalakis ile, Yukarı Lefkara’da 2016’da güzel bir sonbahar günü tanıştım. Röportajımız sırasında Nina bana anne ve babası Panayiota ve Stelli Yialonidi’nin aslında kendisinin biyolojik ana-babası olmadığını itiraf etmişti. Onu aslında Nina dokuz yaşında iken evlatlık edinmişlerdi...
*** Anlatılanlara göre Panayiota ve Stelli, kendi çocukları olmayan bir çiftti ve köye bir çocuk evlat edinmek istedikleri yönünde haber göndermişlerdi... Nina’nın babası buna yanıt vermişti...
*** Nina’nın babası Pedulla köyündendi ve kızı Nina’yı, çocukları olmayan bu çifte evlatlık olarak vermeyi kabul etmişti. Nina, kendisini evlatlık edinen ana-babasının kendisine kibar ve iyi davranmış olmalarından ötürü müteşekkir olmakla birlikte, gerçek anne babasının herhangi bir açıklama yapmaksızın ve bu kadar kolaylıkla nasıl olup da kendisini evlatlık vermiş olduğu sorusuyla hala içi yanar vaziyette...
*** Gözlerinin yaşarmasını engellemeye çalışırken, “Pedulla’dan babamla birlikte ayrıldığım günü hala hatırlıyorum” diyor Nina... “Annemle babam, beni evlatlık verecekleri hakkında bana hiçbir şey söylemişlerdi. Bu konuda hiçbir fikrim yoktu. Annem benim birkaç giysimi ve eşyamı küçük bir bavula tıkıştırdığını hatırlıyorum... Annem bana konuşmuyordu ve bana bakmıyordu... Vedalaşma falan da yoktu, gözyaşı da... Bir öpücük bile yoktu... Tek bildiğim şey, babamla birlikte otobüsle bir yerlere gideceğimdi. Bu benim otobüse ilk binişim olacaktı... Beni nereye götüreceği hakkında fikrim yoktu ama ilk defa otobüse bineceğim için çok heyecanlıydım... O gün köyden ayrıldığımız zaman, ailemi bir daha asla görmeyeceğimin farkında değildim...”
Nina ve Mihalakis Hristu, Lefkara'da... Sene 2016...
*** Nina yutkunuyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “Uzun saatler boyunca dağlarda o otobüsle seyahat ettik. Babam yanımda oturuyordu, sessizdi ve pencereden dışarıya bakıyordu... Hatırladığım benden uzaklara baktığıydı... Sanki de düşüncelere dalmış gibiydi... Her neyse, o gece Lefkara köyüne vardık... Bu köyün gördüğüm en güzel bir köy olduğunu hatırlıyorum... Otobüsten indik ve babam beni büyük bir eve götürdü ve bu çok hoş çiftle tanıştırdı... Ben çok utangaçtım. Evin hanımı bana bir portokal verdi... Hayatımda ilk defa portokal yiyordum... Babam bizim geceleyin bu çiftle kalacağımızı söyledi. O günlerde çocukların büyüklerine güvenmesi ve saygı göstermesi ve sessiz olması beklenmekteydi. Ertesi sabah uyandığımda babamın gitmiş olduğunu ve beni orada bırakmış olduğunu keşfedecektim... Herhalde çok erken kalkmış olmalı ve köyden kaçmış olmalıydı... İşte o zaman kadermin ne olduğunu kavrayacaktım... Genç çift, kendilerinin bana bakacağını söylediler... Bana, beni evlatlık edindiklerini anlattılar...”
*** Nina’nın geçmişini ve onun kaderini belirleyecek bir dizi olayı hatırlayınca, görünür derecede üzüldüğü gözümden kaçmamıştı... Bunları anlatırken tekrardan yıllar öncesinin o korkmuş ve üzgün küçük kız çocuğuna dönüşmüştü sanki de... Geçmişinin hatıraları hala kapanmamış bir yara gibiydi...
*** Annesiyle babasının neden onu evlatlık vermiş olduğunu öğrenip öğrenmediğini sordum Nina’ya... Nina tereddüt etti, bir süre düşündü yanıt vermeden ve şöyle dedi: “Sanıyorum fakirlikti nedeni... Annemle babamın beş çocuğu vardı. Ben ortanca çocuktum...” Sonra tekrar sustu ve ağlamaya başladı. Onu teselli etmeye çalıştım. Bana ıslak gözlerle baktı... “Bir çocuğu daha yediremezler miydi? Bir daha gerçek anne-babamı veya kardeşlerimi göremedim. Bu da kalbimi kırdı...”
*** Nina tekrar susuyor, gözyaşlarını siliyor ve devam ediyor anlatmaya: “Annemle babamın neden BENİ evlatlık vermeyi seçtiklerini hiçbir zaman anlayamadım. Daha küçük kardeşlerim vardı. Neden örneğin en küçük çocuğu evlatlık olarak vermemişlerdi? Ben dokuz yaşındaydım... Hatıralarım vardı – hala annemle babamı, kardeşlerimi ve arkadaşlarımı hatırlayabiliyordum... Neden beni evlatlık olarak vermek üzere seçmişlerdi?”
*** Nina gözyaşlarını tekrardan siliyor... “Biliyor musun Kosta?” diyor... “Yine de mutluyum ama... Çünkü beni çok sevecen ve harika bir çift yetiştirdi. Hiçbir şekilde şikayet edemem. Bana çok çok iyi davrandılar...”
*** Nina 18 yaşına geldiği zaman, Yukarı Lefkara’dan genç bir adam olan Mihalakis Hristu’yla evlenmesine izin verilmişti – bu genç adam, Nina’nın kalbini yıllar önce çalmıştı... Birbirlerine olan aşkları yıllar içerisinde büyüyüp çiçeklenmişti... “Gizlice buluşuyorduk” diye gülüyor, kızararak... “Buluşup birbirimize aşk mektupları veriyorduk... Benim çalıştığım terzinin önünden geçerken Mihalakis özel bir melodiyi ıslıkla çalıyor ve dikkatimi çekmeye çalışıyordu. Fakir bir aileden geliyordu ve evlatlık verilmiş olduğum ana-babamın, benim köyden zengin birisiyle evlenmemi istediklerini de biliyordu... Ne de olmasa tek çocukları bendim... Bu duruma itiraz ediyordum ve evleneceğim tek adamın Mihalakis olacağını onlara ısrarla söylüyordum...”
*** Köyde Nina’yla evlenmek isteyen pek çok taliplisi vardı ancak Nina’yla Mihalakis’in sevgileri ve birbirlerine bağlıkları sarsılmazdı... Nihayetinde Nina’nın ana-babası bu durumu kabul ettiler. Mihalakis’in çok iyi ve düzgün bir genç adam olduğunu biliyorlardı zaten. Çok çalışkan, saygılı ve tutkulu bir genç adamdı ve biliyorlardı ki kızları onunla güzel bir hayat sürdürecek...
*** Mihalakis, askerliğini tamamlar tamamlamaz hemen Nina ile evlendi. 21 yaşındaydı Mihalakis ve Nina da 18 yaşındaydı... İki oğluları oldu ve henüz 40’lı yaşlarının başlarındayken nene ve dede oldular, torunları oldu...
*** Mihalakis de kendi öyküsünü benimle paylaşmakta hevesliydi... İlkokulu bitirdikten sonra ortaokula ya da liseye gitmeye hiç ilgi duymadığını anlattı bana. Aileye ait çiftlikte babasıyla birlikte çalışmak istiyordu. Babası Eftimiu, pek de hevesli olmaksızın bunu kabul etmişti... Büyük bir aileden geliyordu babası Eftimiu, sekiz kızkardeşi vardı – kendileri fakirlikten ötürü okuyamamıştı – üç oğlunun eğitim almasını umuyordu... Mihalakis henüz 12 yaşındayken atalarından kalma buğday tarlalarını iki büyük katırın yardımıyla tek başına sürebiliyordu... “Bizler oğlan çocuğuyduk ama aslında bizler erkektik” diye anlatıyor gururla bana, “O günlerde çok hızlı büyüyorduk... Hayat tarzımızın zorlukları, çabucak büyümeye zorluyordu bizi...”
*** Mihalakis 13 yaşına geldiğinde, seneler boyunca biriktirdiği cep harçlıklarıyla kendi katırını satın almıştı... Planı, Lefkara sakinlerine para karşılığı yakacak odun taşımaktı, böylece havlılarındaki fırınları yakabilirlerdi...
*** “O günlerde süpermarketler yoktu... Gidip de ne isterseniz satın alamazdınız... Hayır, hayır... Köydeki kadınlar, genellikle Cumartesi günleri fırınları yakarak iki hafta yetecek kadar ekmek ve çörek pişirmekteydi... Ekmeği yapmak büyük emek isterdi. Bugünkü gibi değildi bu işler... Ben ise fırın için düzgün odun ve düzgün çalıları bulmak zorundaydım... Sahip olduğum tek şey küçük bir baltaydı... Çok fazla fiziksel güç gerektiren bir işti ancak güçlenmiştim ve bu işte çok iyiydim” diye anlatıyor Mihalakis.
*** Köydeki eski agoradan (Pazar) neler hatırladığını soruyorum Mihalakis’e... Bunu söyleyince gözleri parlıyor ve anlatmaya başlıyor: “Harikaydı bu Pazar, Kosta... Harikaydı! Lefkara’daki agoramız, tüm bölgedeki pazarların içinde en büyüğü ve en popüler olanıydı... Lefkara köyü civarından insanlar eşekleri ve katırlarıyla, ürettiklerini hayvanlarına yükleyip satmak üzere agoramıza geliyorlardı... Oraya gitmeyi çok seviyordum...”
*** Mihalakis 14 yaşına geldiği zaman, yerli bir kuyumcu olan ve gümüş işi yaşan Nikos adlı ustanın yanına çırak girmesi için yakın bir arkadaşı tarafından ikna edilmişti. “Öğlen saat 1’e kadar çiftlikteki tüm işlerimi tamamlıyor, eve gidip üstümü değiştiriyor, çabucak öğlen yemeği yeyip Nikos ile çalışmaya gidiyordum, akşam saat 6’ya kadar... Çok uzun ve zorlu bir gün geçiriyordum böylece...”
*** Nikos, Mihalakis’e gümüşten pek çok harika şey yapmayı öğretecekti... “İkonalar, mum altlıkları, kadehler, bardaklar, tepsiler, aklınıza ne gelirse pek çok şey üretmekteydik” diye konuşuyor gururla... “Başlangıçta haftada beş şilin kazanıyordum ancak üç yılın sonunda haftada iki lira kazanmaktaydım. Nina ile evlendikten sonra haftada dokuz lira kazanıyordum... Kaynatam köydeki kahvenin sahibiydi ve bunun ancak yarısını kazanabiliyodu...”
*** Mihalakis’e göre Lefkara köyü 1970’li yıllara kadar çok zengin bir köydü ve dört bin kadar da nüfusu vardı... “Herşeyimiz vardı” diye anlatıyor... “Agoramız, okullarımız, hastanemiz, mahkememiz ve bir polis karakolumuz vardı. Kendi futbol takımımız vardı, Larnaka’nın henüz kendi futbol takımı yokken. Herşeyimiz vardı. Çok şükür iyi bir hayat yaşadık. Ve Nina ile her zaman birbirimizi çok sevdik...”
*** Mihalakis, günümüz Lefkarası ile ilgili görüşlerini de açıklıyor: “Bugün ile geçmiş arasındaki en büyük fark, kanımca borçlardır. Ben büyürken, pek çok insanın kendi malı vardı ve pek az borç vardı. Günümüzde ise insanların yüzde doksanı veya belki daha da fazlasının malları kendilerine ait değildir ve daimi olarak borç içerisinde yaşıyorlar...”
*** 1960’lı yıllarda Kıbrıs’ın turizmle tanışmasıyla birlikte Nina ve Mihalakis de, Nina’nın babasına ait kahvehaneyi bir gümüşçüye ve dantel dükkanına dönüştürdüler. Çeşitli zorluklara karşın yine de Lefkara’da yaşamanın bir nimet olduğunu düşünüyorlar ve hayatlarından oldukça memnunlar... Aslına bakılacak olursa, Yukarı Lefkara’daki en son orijinal gümüşçülerden birisidir Mihalakis... Her iki oğluna da gümüşçülük işini alıştırmış olduğu halde, bu konuda geleceğe yönelik karamsar ve bu antik zanaatın yok olacağına inanıyor... “Artık kimse bu işi yapmak istemiyor. Genç insanların farklı düşünceleri vardır. Onları kim suçlayabilir ki bugünkü ekonomik duruma baktığınızda?” diye konuşuyor Mihalakis. “Eski alışkanlıklar yok oluyor Kostacığım... Artık makineler herşeyi devralıyor. Daha hızlı ve daha ucuz oluyor herşey... Ve yurtdışından çok ithalat yapılıyor. Onlarla nasıl rekabet edebiliriz ki?” diyor.
*** Röportajımız tamamlandıktan sonra kalbimde bir ağırlıkla ayrıldım Lefkara’dan... Nina ve Mihalakis’le tanışmam muhteşemdi ve onların öyküsünü dinlemek bir ayrıcalıktı... Evet, Nina’nın yaşamış olduğu, biyolojik ailesini yitirdiği travmaya karşın, Yukarı Lefkara gibi güzel bir köyde iyi ve düzgün bir çift tarafından yetiştirilmeye müteşekkirdi – aynı zamanda Mihalakis ile tanışıp evlenmekten de mutluydu... Ana-babası onu evlatlık vermemiş olsalardı, hayatı kim bilir nasıl olacaktı... Lefkara’dan ayrılırken Mihalakis’in eski zanaatların yok olmakta olduğu yönündeki sözlerini de düşünüyordum... Yurtdışında hızlı ve ucuz biçimde makinede üretilenlerin, zanaatkarların el emeğiyle ürettiklerinin yerine geçmekte olduğu kesinlikle doğruydu... Bu antik geleneksel zanaatların sonsuza kadar yok olup olmayacağını ancak zaman gösterecek... Umarım ki bu zanaatlar yok olmaz...
(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
Panayota ve Stelli Yiallonidi, Nina'yı evlatlık edinen çiftti...