Peş peşe krizler yaşıyoruz. Kriz, hayatımızı şekillendiren temel bir kavram haline geldi. Hükümet krizi, müdahale krizi, UBP krizi, ekonomik kriz, rejim krizi vs…
Tüm bu krizlerin tetiklediği bir kriz daha var; öfke krizi! Sosyal medyada 10 dakika geçirmeniz bile bu öfke krizini, cinnet hallerini görmeniz için yeterli. Ama dikkat etmek gerek, kendinizi her an bu öfkenin ve cinnet sarmalının içinde bulabilir, bunun üreticisi haline gelebilirsiniz.
Salt öfke, bugün edilgen varoluşları daha da edilgenliğe saptamaktan başka bir işe yaramıyor. Sebat ile örülecek bir yola çıkmaya çekinenler, salt duygulanımlarla edilgen bilinçler üretmeye devam ediyor. Yüksek siyasetin çıkmazlarında kaybolanlar için özgürlük sadece bir slogandan ibaret.
***
Bugün yaşadığımız hiçbir şey bir istisna halinin ya da olağanüstü durumun ürünü değildir. kktcnin doğal varlığının doğal getirilerinden sadece bir demet pratiktir. Kuzeydeki rejimin varlığı zaten krizin normalleştirilmiş halidir.
Buna uyum gösterip makul siyaset güdenler var; buna salt öfkeli tepkiler gösterip günü birlik hınçlarla yetinenler de var. Her iki durumda da yüksek siyasetin dehlizlerine sıkışıp kalan, edilgenleştikçe edilgenleşen, sloganlarla yetinen huzursuz bir ‘özne’ ortaya çıkıyor. Çoğunluk, edilgen bir sürü bilincinden, etken bir varoluş sürecine nasıl geçeceğimizi sormuyor.
Sebat ile örülecek bir yola çıkmaya çekinenler, salt sloganlarla yetinmeye devam ediyor. Yüksek siyasetin çıkmazlarında kaybolanlar için özgürlük sadece bir slogandan ibaret.
***
Solun büyük bir kesiminin kendi gündemi yok; özgün amaçları, kısa vadeli hedefleri, yoksullarla ve yoksullaşanlarla ilişkisi yok. Hal böyle olunca kendi gündemini de belirlemekten aciz hale geliyor, yüksek siyasetin gündemi, solun gündemi haline geliyor. Tatar’ın sosyal medya paylaşımları, parlamenter entrikalar, dedikodular, laf dalaşları, milletvekillerinin gösterişçiliği…
Yaşanan rejim krizini yüksek siyasetin gündemi diye görmezden gelmiyorum. Tam tersi, rejim krizine yüksek siyasetin penceresinden bakan, o pencerede üzülüp, öfkelenen; o pencereden bakmaktan vazgeçemeyen, rejim krizinin karşısına kendi gündemi ve önerileri ile çıkmayan; yüksek siyasetin diline ve yaydığı kötü duygulanımlara rehin düşen edilgen bir solun yol gösterici olamayacağından bahsediyorum.
Rejim krizinin üstesinden, yüksek siyasetin diliyle, bakışıyla, gündemiyle ve vasat konumlanışlarla, hele hele her olay karşısında yüksek sesle bağırıp öfkeli sloganlar atarak, kısa yoldan kurtuluşlar bulamayınca da tüm bir hayatı dramatize ederek hiç gelemeyiz.
Edilgen olduğumuz için öfkelenmekten başka bir şey yapamıyoruz. Salt öfkeyle yetindiğimiz için ise daha fazla edilgen hale gelmekten kurtulamıyoruz.
Sebat ile örülecek bir yolu göze alamayanlar, özgürlüğün sorumluluğunu da sırtlayamaz.
***
Son dönemde yaşadığımız ve peş peşe gelen şok dalgaları karşısında iki genel –baskın- eğilim daha da belirginleşiyor. Bunlardan ilki rejimin kötü yanlarının daha da berraklaşasıyla birlikte umutsuzluk ve boş vermişlik yönünde gelişen eğilimdir. Bunu toplumsal meselelere dair duyarsızlaşmaktan tutun, ‘bu ülkede hiçbir şey olmaz’ sinizmine veya tetiklenen duygulanımlarla birlikte boykot eğiliminin güçlenmesine kadar çekebiliriz.
İkincisinde ise tüm bu yaşananlara kabaran bir öfke ile yaklaşan, “hemen harekete geçmezsek her şeyi kaybedeceğiz” diyerek aşırı dramatik tarz ile kısa yoldan özgürlük ve bağımsızlık arayışına giren eğilimlerden bahsedebiliriz.
Her iki tarz da özgün, kurucu ve etkin bir mücadele anlayışından çok; reaksiyoner, yüksek siyasetin gündeminden kafasını kaldıramayan, Kıbrıslı kimliğine saplanmış ve edilgenliği bir şekilde içselleştirmiş örneklerdir. Bu da bir çeşit muhalefet krizidir aslında. Dışardan maruz kaldığımız kriz hallerine aynı zamanda içerden ürettiğimiz muhalefet krizi halleri eşlik etmektedir.
***
Rejim krizine, yüksek siyasetin gündemine takılıp kalarak cevap veremeyiz. Hele hele bugün yaşananların aynı zamanda Kıbrıslı Türklerin edilgen olma, kendisini bir etken bir özne olarak kuramama durumundan kaynaklandığını ortaya koymadan ve bunun –hem içsel hem de dışsal- nedenleriyle hesaplaşmadan rejim krizine karşı da gelemeyiz. Bu öz sorgulama potansiyelini geliştiremediğimiz sürece ancak kısa yoldan kurtuluş arayışları ile huzursuz homurtular yükseltmekten öteye gidemeyiz.
Her şeyi kısa yoldan ve hazır paket olarak elde etmeye alışan bir toplumda, özgürlüğü ve bağımsızlığı da kısa yoldan elde edilebileceğini düşünenleri gördükçe üzülüyorum.
***
Bu ülkede rejim krizinin durağan değil sürekli devinen bir esas olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bunu kabul ederken, aynı zamanda bu ülkede emek krizi, yoksullaşma, ekolojik talan, sosyal hakların gaspı, yozlaşma ve en temel demokratik değerlerin de tehdit atlında olduğunu da unutmamalıyız. Rejim kriziyle baş edebilmenin, bunun karşısında edilgen değil etken bir mücadele ve özgürleşme hattı oluşturabilmenin yolu da tam da hayatın içinde örülecek ilişkilerden, kurumsallaşmalardan ve açılacak patikalardan geçmektedir.
Hayatla bağ geliştirmeyen, kendi gündemine ısrarla tutunmayan, yoksullaşan, güvencesizleşen özel sektör emekçileriyle ilişkisi olmayan, sıradan insanların sıradan dertlerini görmezden gelen, emek ve sosyal haklar mücadelelerini inşa etmekten kaçınan bir sol, her hangi bir yol öremez. Sadece huzursuz reaksiyonlar sergiler, köle ahlakını cilalar, yüksek siyasetin çıkmaz sokaklarında kendisini köşeye sıkışmış bulur.
Kısacası sebat, sebatla yürünen yol önemlidir.