Her siyasi hareket, halkının ve yurdunun ihtiyaçlarını ve geleceğe yönelik açılım ve gelişmelerini, kendi ideolojisine dayanan politikalarla ve kendine özgü ve özgün programlarla çözümlemeye çalışır.
Elbette ve özellikle ekonomi programı ve yönetimi konusunda bir siyasi hareket, başkalarının neyi, nasıl ve niçin yaptığını izleyip inceleyip, araştırıp, sorgulayıp kendine öğretiler, strateji ve uygulamalarında esinlemeler almalıdır. Bu “başkaları”, başka ülkelerin ve hatta kendi yurdunun siyasi unsurları da olabilir.
Ama, kopyacılık kötüdür, tutmaz, çünkü her ülke farklıdır. Kendi yurdunun başka bir siyasi unsurunu kopyalamak ise halktan “aslı varken taklidine gerek yok” tepkisi alır ve silikleşir…
Küresel ekonomik bunalım, değişik ülkeleri değişik şekil ve şiddette etkiledi. Bu ülkeleri yönetenler, çıkış yolları için kendi ve kendilerine özgü çarelerini arıyor. Bunun için de başkalarından esinlendikleri gibi akıl da alıyorlar, finansman da…
Yunan ve İtalyan hükümetleri, derin ekonomik bunalımdan çıkış için böyle bir süreçten geçti. Ama ellerinde kendi programları vardı ve AB’den buna mali destek istediler… AB de onların programına kendi katkısını koyup ortaklaşa çare ürettiler… Programın uygulamasında ise iktidarı ve muhalefetiyle toplam siyaset, kendini temize çıkarmak için hem halkın hem de finansörlerin güven duyacağı teknokrat unsurlardan yararlanmaya uzlaştı.
Bu durum, Kıbrıs Türk ekonomik bunalımını çözmek için örnek olur mu? Kopya edilecekse -ki olası değil- olmaz… Sadece onların hükümet ve muhalefet partilerinin uzlaşarak teknokrat bir hükümete güvenoyu verdiğini örnek olarak almak ise, kendi başına yeterli değil. Bunu örnek alıp yola koyulmak demek, meşhur “şehir efsanesi”nin, yani UBP-CTP hükümetinin kurulmasının zeminini yaratmak girişimi demektir.
Niye doğru örnek olmuyor?!. Çünkü ekonomik krizden çıkış için, Kıbrıs Türk siyasi partileri ‘münferiden ve / veya müteselsilen’ bir ekonomik program çıkarmadı. Şu anda hükümetin elinde bir program var, o da ekonomi ile ilgili değil, devlet gelir-gider dengesini kuramaya yönelik bir mali programdır. Kaldı ki, hem mali, hem de ekonomik açıdan eksikleri ve hataları vardır; uygulaması da göstermiştir ki çözüm değil düğüm programıdır. Şimdi, bu mevcut mali programı uygulamak için, Yunan ve İtalyan örneği gibi, hükümet ve ana muhalefet bir teknokrat hükümet üzerinde uzlaşsın ve desteklesin denirse, halkı yanıltarak oy alan ve hükümet olduğu andan beri CTP’ye her türlüsünden saldıran, CTP’lilere ezmeye çalışan, sivil toplum örgütlerine verdiği yazılı sözlerin tam tersini yapan, Kıbrıslı Türklere ait ne varsa Türkiye hükümeti tarafından hormonlanmış Türkiye sermayesine peşkeş çeken ve adada Kıbrıs Türk kimliğini ve varlığını söndürmeye çalışan ve Kıbrıslı Türkler nezdinde itibar ve güven yitirmiş bir UBP ile CTP’nin uzlaşması, CTP’nin “kopyacılık” kurbanı olup UBP’yi aklaması, kendisinin de siyaseten silikleşmesi olacaktır. CTP tabanının böyle bir hükümeti içselleştirmesi ve desteklemesi sürpriz olur.
Kuzey Kıbrıs’ta hükümet kim olursa olsun, finansör Türkiye hükümetinin yaklaşımı ise, başka program görmedikçe kendi mali programının kesintisiz ve eksiksiz uygulamasında ısrar etmek olacaktır, finansman akışını buna bağlayacaktır.
Peki, bu düğüm nasıl çözülür, bu ekonomik bunalımdan nasıl çıkılır? Günahı boyundan büyük UBP’nin, günahı ile baş başa bırakılarak, şu anda uygulanmakta olan mali önlemler paketinin yerine, Kıbrıslı Türk muhalefet unsurlarının ve ekonominin aktörlerinin, Kuzey Kıbrıs’ın gerçeklerine ve Kıbrıslı Türklerin hassasiyetlerine uygun bir ekonomik ve mali programı kendilerinin hazırlaması, finansman için Türkiye hükümeti ile masaya oturması, programın son şeklinin ortaklaşa üretilmesi ve halkın da güven duyduğu isimlerden oluşacak bir “Kıbrıs Türk hükümeti”nin, bu programı, kesintisiz ve eksiksiz uygulaması çözüm olacaktır.
Sorun nerde? Sorun, Kıbrıs Türk muhalefet siyasetinin, krizden çıkış için vizyon belirleyip, halkı bu vizyona ulaştıracak acil-kısa-orta-uzun vadeli ekonomi programını hazırlamamış olmasıdır. Hele ki bir partinin, kahraman edasıyla, “Bu yasaları tümden çekmezseniz, biz görüş vermeyeceğiz, komitelere de katılmayacağız” demesi, politikasızlığının tescilidir. Evet, bu yasalar çekilmelidir, bu mali önlemler paketi ortadan kalkmalıdır, ama yerine ne koymak istediğini masaya koyamıyorsa bir siyaset, ne retçi tavırlar, ne de “değiştirmek için girişimde bulunacağız” tavırları, krizden çıkış sürecinin önünü açmayacaktır.
Onun için bugünlerde Yunanistan ve İtalya’da yaşananlar, onların kendileri için, kendi geleceklerine yazılan kendi örnekleridir; Kıbrıslı Türkler ve Kuzey Kıbrıs için şimdi örnek değildir. Bu konuda, maalesef dünden kalma bir örnek yok bu coğrafyada; ama yarınlarda örnek olacak bir süreçten geçilmektedir. Kopyacılıkla, kolaycılıkla, saklı arzulara farklı görünür kılıf dikmekle, UBP hükümetinin yarattığı gündemlerin ve stratejilerin peşinden sürüklenerek sadece sözlü ve yazılı tepki koymakla olmuyor.
Kıbrıs Türk siyasi muhalefet hareketleri, eğer Kıbrıslı Türkler için seçenek olacaksa, halkın sığındığı yuva, güvendiği mevzi olacaksa, kendi derslerini çalışıp, ödevlerini yapması, yani sorunlara kendi çarelerini üretmesi, bunları halkla paylaşması, gündem yaratması ve mevcudu değiştirmeye tam hazır olduğunu kanıtlaması gerekiyor; hem de acilen…
Yani “Önder” olmak gerek… Önder yaratır, kopya çekmez…