Yurdumuz için büyük kayıp: Andreas Sizinos hayatını kaybetti... (2)

Sevgül Uludağ

Bir “kayıp” yakını olan ve gerek Kıbrıslıtürk, gerekse Kıbrıslırum “kayıplar”ın gömü yerlerinin bulunması için uzun yıllar gönüllü ve insani biçimde uğraş veren, iki toplumlu kayıp yakınları ve savaş mağdurları örgütü “Birlikte Başarabiliriz”in kurucularından Andreas Sizinos’la yaptığımız ve 5-6 ve 7 Şubat 2008’de bu sayfalarda yayımlanmış olan röportajını onun değerli hatırasına yeniden yayımlamak istiyoruz... O günlerde yaptığımız röportaj şöyleydi:

Andreas Sizinos, düzenli okurlarımdan Sotos aracılığıyla bulmuştu beni. Larnaka’da, Sotos’un evinde buluşmak ve “kayıp” babasıyla ilgili konuşmak istiyordu... Çatoz’daki (Serdarlı) “kayıp” Kıbrıslırumlar’la ilgili olarak yazdıklarımı öğrenmiş, bu yüzden benimle tanışıp, babasının öyküsünü anlatmak istiyordu...

Canyoldaşımla birlikte Larnaka’ya giderek Sotos’un evine vardık. Bütün aile bizim için toplanmış, yemekler pişirilmişti... Biz Andreas Sizinos’la evin balkonuna çıkıp oturduk. Bana babasının öyküsünü anlattı... Çatoz’da (Serdarlı) “kayıp” olan Kıbrıslırumlar için yazmış olduğum yazılardan ötürü bana teşekkür etti. Babası sekiz kişilik bir toplu mezarda bulunmuştu. Bu yüzden Andreas Sizinos, “şanslı” sayabileceğimiz “kayıp” ailelerinden biriydi. Çünkü babasına en nihayet kavuşabilecekti... Ama bu kadar şanslı olamayacak  Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum “kayıp” aileleri de vardı... Bazı “kayıplar” belki de hiç bulunamayacak ya da Dohnili “kayıp” Kıbrıslıtürkler’in mezar yeri üç kez değiştirildiği için, sevdiklerinden geriye kalanları bir bütün olarak alamayacak olanlar da vardı...

Andreas Sizinos bunun bilincindeydi...

Babası Dimitris Sizinos, Yipsu (Akova) köyünün destebanı idi... 1974’te esir alınmış ve bir otobüsle ya da bir arabayla Lefkoşa’ya götürülürken, Çatoz’da (Serdarlı) otobüsün ya da arabanın yolu kesilmiş, diğer yedi kişiyle birlikte otobüsten indirilmiş, Çatoz’da (Serdarlı) “kayıp” olmuştu.

Sonradan yaptığımız araştırmada hikayenin iki versiyonu olduğunu öğrendik. Yipsu’dan (Akova) alınan Kıbrıslırum savaş esirleri, otobüsle Lefkoşa’ya götürülürken, Çatoz’da (Serdarlı) yolları kesilmiş ve aralarından sekiz kişi alınarak, otobüsten indirilmişler, daha sonra elleri arkalarından elektrik telleriyle bağlanarak vurulup yola yakın bir çukura gömülmüşlerdi... Bu sekiz kişinin arasında, Andreas Sizinos’un babası, Yipsu’nun (Akova) destebanı Dimitris Sizinos da vardı.

Bir başka versiyona göre, Dimitris Sizinos, bölgedeki iki Kıbrıslırum destebanla birlikte tutuklanarak savaş esiri olarak Lefkoşa’ya arabayla götürülürken, Çatoz’da (Serdarlı) araba durdurulmuş ve alınarak “kayıp” edilmişlerdi.

Dimitris Sizinos, kendi halinde bir destebandı. Civardaki Aynokofo (Altınova) köyündeki Kıbrıslıtürkler’le ahbaptı. Bir atı vardı ve atına atlayıp tarlaları kollamaya gider, desteban olarak görevini yapmaya çalışırdı. Dimitris Sizinos’un bir av tüfeği bile yoktu! Yalnızca bir çoban topuzu vardı – kimseyle bir sürtüşmesi, kavgası-dövüşü yoktu.

Ama savaş, insanların gözünü döndürür: Öldürülenler genelde masum insanlar olur.  Dohni’den alınarak Paladya’da öldürülen ve Yerasa’ya gömülen Dohnili (Taşkent), Zigili (Terazi) ve Marili (Tatlısu) Kıbrıslıtürkler de, masum insanlardı... Birileri “Türk öldürmeye” ya da “Rum öldürmeye” karar verdi miydi, o zaman kimsecikler önlerinde duramıyordu – bu insanların bir olaya karışıp karışmadıkları, masum olup olmadıkları önemsizleşiyordu... Savaş, “öfke”nin, “intikam”ın kusulduğu korkunç bir girdaba dönüşüyordu... Savaş, bu “öfke” ve “intikam”ın en acımasız biçimlerinin sergilendiği bir “gerekçe” oluyordu... Cephede savaşıp karşılıklı birbirlerine ateş edenlerden söz etmiyoruz burada. Silahsız, sivil, savaş esiri olarak tutulan insanların öldürülmesinden söz ediyoruz. Bu savaş suçlarını hem bazı Kıbrıslırumlar, hem bazı Kıbrıslıtürkler işledi ve savaşın bile bazı kuralları olduğunu unuttular... Cephede savaşırken değil, örneğin Muratağa-Atlılar-Sandallar’da veya Balıkesir’de masum kadınlar ve çocuklar katledildi... Ama tüm bunları biliyorsunuz çünkü bu yazı dizimizde, tüm bunların örneklerini, bizzat bu acıları yaşamış olanların ağzından dinliyorsunuz...

Çatoz’la (Serdarlı) ilgili şöyle bir hikaye anlatılıyordu: Çatoz’da (Serdarlı) Kıbrıs Rum askerleri köye saldırdığı zaman, bir tepenin üstünde bir mevzide kısılan bir Kıbrıslıtürk yaralanmış ama ölmemiş...  Karatepe’de kısılanlardan birisi miymiş o? Bu Kıbrıslıtürk ölmemiş, yaralandığını bağırarak duyurmaya çalışıyormuş. Derken bir Kıbrıslırum asker gelip onun kafasını taşla ezmiş – bu uzaktan görülmüş ve duyulmuş ve bazı Kıbrıslıtürkler’de büyük bir öfkeye neden olmuş. Otobüsün durdurularak içinden sekiz kişinin alınmasının, çok seri biçimde bunların öldürülerek, yolun yakınında bir yere gömülmelerinin nedeni bu olabilir miydi? İnsanlar arkadaşlarının “intikamını” mı alıyorlardı? Yoksa bu anlatılan hikaye gerçek değil miydi? Otobüsün neden durdurulduğu, Dimitris Sizinos ve diğerlerinin neden otobüsten aşağı indirildiğini, neden ellerinin elektrik telleriyle bağlanıp vurulduklarını, öldürüldüklerini ve gömüldüklerini bilemiyoruz... Sonuçta Andreas’ın babası “kayıp” olmuştu...

2006’da çok gergin bir ortamda Çatoz’da (Serdarlı) Kıbrıs Otonom Kayıp Şahıslar Komitesi iki kazı yürüttü... Bunlardan biri, okurlarımızın da anlattıklarıyla yardım etmeye çalıştıkları, bir kuyuda gerçekleştirilmişti. Bu kuyuda, başları kesilmiş 25 civarında Kıbrıslırum “kayıp” insan yatıyordu. İkinci kazı ise otobüsten indirilen bu sekiz kişilik grubun bulunduğu toplu mezarın açılışıydı.

Kemikler laboratuvara taşındı, DNA testleri yapıldı. Sonuçta, sekiz kişilik grubun içinde Andreas Sizinos’un babası Dimitris Sizinos’un da bulunduğu bilimsel olarak ortaya çıkarıldı. Şimdi bu önümüzdeki haftasonu, Andreas, “kayıp” babası Dimitris Sizinos’u alıp Larnaka’da Aradip köyüne gömecek. Bir cenaze töreni yapılacak. Nihayet bu “kayıp” ailesi, azıcık huzura kavuşacak... En azından, babalarına “veda” edebilecekler...

 “Yipsu’dan (İpsoz-Akova) esir alınarak Lefkoşa’ya götürülürken Çatoz’da “kayıp” olan Dimitris Sizinos’un oğlu Andreas Sizinos’la röportajımız şöyle:

SORU: Andreas ne zaman doğdun?

ANDREAS SİZİNOS: 1957’de doğdum, Mağusa kazasına bağlı Yipsu’da (İpsoz-Akova) doğdum...

SORU: Bize birazcık aileni anlatabilir misin Andreas?

ANDREAS SİZİNOS: 3 kardeştik – ben, abim Filippos var, bir de Yorgos vardı ama o 1974’te savaşta, Büyük Kaymaklı’da öldürüldü... Askerliğini orada yapıyordu...

SORU: Babanın adı neydi?

ANDREAS SİZİNOS: Dimitris Sizinos... Turkobullo idi (desteban). Annemin adı ise Hristina. Babam 1974’te 51 yaşında idi – 1923’te Yipsu’da (İpsoz-Akova) doğmuştu. Annem de Yipsulu (İpsoz-Akova) idi.

SORU: Yipsu (İpsoz-Akova) karma bir köy müydü?

ANDREAS SİZİNOS: Hayır – yalnızca Kıbrıslırumlar vardı...

SORU: Büyük bir köy müydü?

ANDREAS SİZİNOS: Pek büyük değildi aslında, orta büyüklükteydi – 1,500 civarındaydı nüfusu...

SORU: Bu köyde çocukluğun nasıl geçti?

ANDREAS SİZİNOS: İlkokula bu köyde gitmiştim, gidip arkadaşlarımla buluşuyordum bazan ama hep yürüyerek gidip gelirdik gideceğimiz yerlere. Her zaman yayaydık – çok araba yoktu, daha çok bisiklet ve motosiklet vardı. Sessiz bir köydü – 1963’te Kıbrıslıtürkler’le herhangi bir çatışma olmamıştı, bu yüzden sakin bir köydü Yipsu (İpsoz-Akova)

SORU: Civar köylerdeki Kıbrıslıtürkler’le ilişkileriniz nasıldı?

ANDREAS SİZİNOS: Mesela Aynakofo (Altınova) köyünü hatırlıyorum, bu tümüyle Kıbrıslıtürkler’in yaşadığı bir köydü. Bladan’dan (Çınarlı) insanlar da hatırlıyorum. Mesela Aynakofo’dan (Altınova) bir Kıbrıslıtürk hatırlıyorum, adı Ali idi – annem ona “Alikui” derdi – çünkü kısa boylu birisiydi... Bahçede fırınımız vardı, yakacak getirirdi bize, ekmek yapmakta kullanacağımız, çalı-çırpı... Annem her zaman ekmeğini kendi yapardı... Koyunlarımız vardı, domuzlarımız vardı – koyunları satardık ama domuzları eti için beslerdik. Tavuklarımız vardı, tavukları yumurta yemek için, tavuk yemek için beslerdik. Babamın birkaç tane de ineği vardı... Babamın atı vardı mesela, desteban olduğu için, tarlalara ata binip giderdi! Gidip insanların tarlalarını gözetmesi gerekirdi, desteban olduğu için...

SORU: Herhalde köyün destebanı olduğu için, babanın herhalde bölgedeki Kıbrıslıtürkler’le epeyi bir ilişkisi olurdu...

ANDREAS SİZİNOS: Daha çok Aynakofolu (Altınova) Kıbrıslıtürkler’le iyi ilişkileri vardı çünkü Aynakofolu (Altınova) Kıbrıslıtürkler, çok insan canlısıydılar, çok dosttular...

SORU: Köy ilkokula gittiydin... Hayvanlara da bakıyor muydun, tarlada da çalışıyor muydun çocukken?

ANDREAS SİZİNOS: Annemle babam tarlalara giderken bizi de götürürlerdi... Tarlalarımız çok verimliydi, buğday yetiştirirlerdi, favetta, rovi gibi hayvan yemleri da yetiştirirlerdi...

SORU: Suyunuz vardı yani...

ANDREAS SİZİNOS: Bizim ev, köyün sınırındaydı – 500 metre uzaklıkta su vardı – ağzına kadar dolu olurdu bu kuyu – her zaman dolu olurdu, kova falan gerektirmeden, suyu alabilirdiniz oradan. Bunu hatırlıyorum...

SORU: İlkokuldan sonra ne yaptın?

ANDREAS SİZİNOS: Ortaokula Lefkonuk köyünde (Geçitkale) gittim.

SORU: Oraya nasıl gidip geliyordun?

ANDREAS SİZİNOS: Otobüs sabah 7’den önce gelirdi, dersler 7.30’da başlar, 13.30’a kadar devam ederdi. Yola çıkardık ve otobüs bizi alırdı. Beş yıl boyunca ortaokul ve liseye Lefkonuk’ta devam ettim ancak beşinci sınıfın sonunda savaş çıktı ve liseyi Larnaka’da bitirdim...

SORU: Darbede köyünüzde bir şey olmuş muydu?

ANDREAS SİZİNOS: Hiçbirşey olmamıştı, herhangi birisi tutuklanmamıştı...

SORU: Yani köyünüzde EOKA-B’ciler yok muydu?

ANDREAS SİZİNOS: Belki vardı üyeleri ama köyde komünistlerle sağcılar iyi geçinirdi – bu yüzden kimse tutuklanmadı. Tek bir kişi bile tutuklanmamıştı. 15 Temmuz’dan sonra, tek yaptıkları tüm halktan av tüfeklerini toplamışlardı...


Andreas Sizinos RİK'le bir röportajında...

SORU: Baban da ava çıkar mıydı?

ANDREAS SİZİNOS: Hayır, bizim av tüfeğimiz yoktu...

SORU: Sadece atına binip tarlaları denetlemeye giderdi adam!

ANDREAS SİZİNOS: Evet! Silahsızdı! Bir tane değneği vardı... Çok sakin bir adamdı, kimseyle kavga etmezdi. Sessiz, sakin birisiydi...

Darbeden birkaç gün sonra – belki 17 ya da 18 Temmuz’du – Türkler’in işgal edebilecekleri yönünde bilgi gelmişti. Bu yüzden geceleri on mil kadar uzaklıktaki deniz kıyısına giderek gelip giden var mı diye bakmamız istenmişti. Bazıları erkekler birliklerine çağrıldı, polis gelerek onlara bağlı oldukları birliklere gitmelerini söylemişti.

Sonra her iki kardeşim de, yani Filippos da, Yorgos da, 20 Temmuz’dan sonra askere gitmişti. Benim yaşım küçüktü, orduda değildim, bu yüzden evde kalmıştım. Evimiz neredeyse anayolun üstündeydi, 50 metre uzaklıktaydı anayol, bu yüzden tankların geçişini duyabiliyordum. Askerler, çarpışmaların olduğu cepheye taşınıyordu.

Kardeşlerim eve dönmüşlerdi, banyo yapmaya, giysilerini değiştirmeye...

SORU: Kardeşlerin nereye gönderilmişlerdi?

ANDREAS SİZİNOS: Yorgos Lefkoşa’daydı. Filippos ise önce Dikomo’daydı (Dikmen) ama sonra Girne’ye, Pahiamos’a götürülmüşlerdi... Bu devam etti, birkaç kez eve gelip gittiler yani... Filippos’un eşi ve kayınvalidesi de bizde kalmaya gelmişti. Filippos, eşi ve kaynanasıyla birlikte Limnya’da (Mormenekşe) kalıyordu bundan önce, bu köy, Mağusa anayolu üstünde, Yipsu’dan (İpsoz-Akova) 7-8 mil kadar uzaklıktaydı. Bizde kalmışlardı bir süre, sonra evlerine dönmüşlerdi. Filippos askerdeydi, zorunlu askerliğini yapmaktaydı. Limnya’da (Mormenekşe)  Filippos’un karısıyla birlikte o köyden Zulla diye bir kadın da vardı, iki tane de bebeği vardı bu kadının yanında... Bu kadın abimin eşinin kardeşinin karısıydı yani...

14 Ağustos’ta savaşın ikinci raundu başladığında, ben annem ve babamla birlikte köydeydim...

SORU: Tüm bunlar olurken neler hissediyordun?

ANDREAS SİZİNOS: 14 Ağustos’tan önce korku yoktu çünkü savaşın ne olduğunu bilmiyorduk. Böyle bir deneyimimiz yoktu, işte savaş vardı, devam ediyordu ama yakınımıza gelmemişti savaş, bu yüzden bir fikrimiz yoktu. Sonra 14 Ağustos’ta Türk uçakları köyümüzün üstünden geçmeye başlamıştı. Varile benzeyen bombalar atıyorlardı – bunlar düşerken görmüştüm... Çok büyüktü bu bombalar... Köyün bir yanı bombalanıyordu – köyün öbür tarafına ise pilotlar ateş açmaktaydı.

Eve gittim bunun üzerine, öğle olmuştu, annemle babama “Gitmeliyiz” dedim, “artık çok tehlikeli oldu burası. Gelebilirler ve geldiklerinde ne olacağını bilemeyiz...”

“Tamam” dediler. O zaman benim, babamın motosikletini almamı kararlaştırmıştık, Limnya’ya (Mormenekşe) gidip Filippos’un eşini, kaynanasını ve Zulla’yı bularak onlara da köylerinden kaçmalarını söyleyecektim. Bundan sonra da annem ve babam köyden ayrılacaktı. Önce ben gidecektim, ardımdan da onlar ayrılacaktı...

SORU: Limya’dan (Mormenekşe) sonra nereye gitmeyi planlıyordun?

ANDREAS SİZİNOS: Bir plan yoktu ortada. Yalnızca köyden ayrılıp gidebileceğimiz kadar uzağa gitmeyi düşünüyorduk. Motosikleti alıp Limya’ya (Mormenekşe) gittim, onları evin arkasındaki yardımcı evde kilitli oturur vaziyette buldum! Binbir zorlukla açtılar kapıyı bana ve onlara “Hade gidelim!” dedim. “Hemen gitmemiz lazım...”

“Nereye gideceğiz?” falan dediler ama sonuçta oradan ayrılmaya karar verdik, onlarla yola kadar gittim ve bir kamyon bulup kamyona bindik tümümüz. Yalnızca sırtımızdakilerle kaçıyorduk. Avgoru’ya gittik, burada kaldık. Kadınlar ve çocuklar çobanın evine sığınmışlardı, bense bir tarladaydım, benim yaşlarımda 3-4 kişi daha vardı benimle birlikte...

Ancak ne yazık ki annemle babam köyden ayrılmamıştı...

SORU: Bekliyorlar mıydı?

ANDREAS SİZİNOS: Bilmiyorum... Sonradan öğrendiğime göre, büyükannem ve iki halam da köydeydiler. Onlar köyden ayrılmak istemediği için, annemle babam da kalmışlardı Yipsu’da (Akova). Küçük bir transistörlü radyomuz vardı, 16sıydı sanırım, radyodan kardeşim Yorgos’un yaralandığını ve Lefkoşa’da Genel Hastane’de olduğunu duydum...

SORU: Bunu radyoda söylediler yani...

ANDREAS SİZİNOS: Evet...

(YENİDÜZEN – Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler... Sevgül Uludağ – 5-6-7 Şubat 2008)

(Devam edecek)