Yurdumuzun güzel, insani öyküleri...

Sevgül Uludağ

Larnaka’da deniz kenarındaki bir balık lokantasında toplanıyoruz... Çok uzun bir masa onarılmış içeride, neredeyse 40-50 kişilik bir masa bu... Gavrilis Mina, arkadaşı Mehmet’i onore etmek maksadıyla bu öğle yemeğini vermeyi, onları geçen sene bir araya getirmemden bu yana, neredeyse bir senedir çok istiyordu...

Gavrilis Mina ve Mehmet İsmail Sağer, 1974’teki savaşta karşı karşıya gelmişlerdi... Gavrilis’in elinde silah yoktu ancak Mehmet’in bir silahı vardı... Koşullar onları 1974 savaşında bir noktada karşı karşıya getirdiği zaman, Mehmet İsmail Sağer tetiği çekmemiş ve onu öldürmemişti... “Silahsız bir insanı nasıl öldürecektim?” diye anlatacaktı bana yıllar sonra yaptığımız röportaj esnasında... Saniyenin binde birine hapsolmuş o an, Gavrilis’in bütün hayatını değiştirecekti... Daha doğrusu, hayatında hiçbir şeyi değiştirmeyecekti... Çünkü hayatını sürdürme şansı verecekti ona... Mehmet onun hayatına son vermemişti, onu öldürmemişti, gençliğni çalmamıştı, yaratacağı gelecek kuşakları da elinden almamıştı – böylece Gavrilis yaşamaya ve yeryüzünde hepimiz gibi canlı kalmaya devam edecekti... Ailesi onun için yas tutmayacaktı, ölü bedeninin nereye gömülmüş olabileceği hakkında araştırma yapmaya girişmeyecekti... Mehmet, yeryüzünde bir insanın ötekine verebileceği en büyük hediyeyi vermişti Gavrilis’e: Hayatını... Hayatını bağışlayarak, onu öldürmeyerek ona yaşayacak seneler bahşetmişti... Yoksa tetiği çekip onu vurması, öldürmesi ve hayatını oracıkta sonlandırması çok kolaydı... 1974 savaşında kimsecikler de dönüp Mehmet’i suçlamayacaktı, onu öldürmüş olsaydı... Ancak Mehmet Bey öyle yapmamış, tetiği çekmeyerek çok büyük bir insaniyet sergilemişti hepimize... Savaşta da olsa, savaşta dahi geçerli olan kurallara uymuş, silahsız bir insanı vurup öldürmemişti... Oysa onun konumunda olan pek çok Kıbrıslıtürk, pek çok silahsız Kıbrıslırum esiri vurup öldürmüştü, Çatoz’da, Galatya’da ve başka yerlerde... Fırsatı ele geçiren bu insanlar vurup öldürmüşler, öldürdüklerini de kuyulara, göletlere, evleklere gömmüşlerdi, pisliğini gizlemek için örten kediler gibi... Aynı şekilde, onun konumunda olan pek çok Kıbrıslırum da, pek çok silahsız Kıbrıslıtürk esiri vurup öldürmüştü... Bodamya’da, Dohni’de, Muratağa-Atlılar-Sandallar’da pek çok sivil Kıbrıslıtürk çoluk çocuk demeden öldürülmüş, toplu mezarlara gömülmüşlerdi... Pisliğini örten kediler gibi, onlar da bu masum sivillerin cesetlerini gizlemeye çalışmışlardı, bizler de seneler sonra bu masum insanların nereye gömülmüş olduğunu hala bulmaya çalışıyorduk...

Larnaka’da deniz sahilindeki balık lokantasındaki bu yemeğe Gavrilis kızkardeşlerini, erkek kardeşini ve akrabalarını da davet etmiş... Kendisi için çok önemli olan bu yemeği gerçekleştirebilmek maksadıyla, yurtdışında yaşayan kızlarının adaya gelmesini beklemiş...

Kızlarından biri Sofia, yanımda oturuyor masada... O da, tıpkı babası gibi bir hekim, eşi de hekim... “Isle of Man”de yaşıyor... Çok güzel İngilizce, Rumca, Rusça ve Çekçe konuşuyor... Kucağında da harika bebek Leonidas var... Gülücük dolu, sarışın, muzip mavi gözlere sahip bu bebek henüz bir yaşında, annesine tutunuyor... Ben bu harika bebeğe aşık oluyorum... Meme emmek istediği için annesinin ona verdiği yiyecekleri, patates kızartmalarını, ekmekleri yere atarak başka yiyeceklerle kandırılmayı reddediyor! Anne sütü istiyor... Annesi onu kendi sütüyle besleyince, bir kez daha gülmeye başlıyor ve az sonra patatesleri, domadezleri yemeye başlıyor ve hatta bir pipetle taze sıkılmış portokal suyu bile içiyor... Ay yerine gelmiş çünkü alışkın olduğu mamaya kavuşmuş... Lokantada olup olmamak, Leonidas bebek için farketmiyor... Leonidas bebek, tıpkı dedesi Gavrilis’e benziyor... Sofia’nın iki daha büyük oğlu da var ve onlar da masamıza gelip gidiyorlar...

Lokanta, Gavrilis’in kızları Sofiya ve Yuanna’nın çocukları için ayrı bir masa kurmuş... Çocuklar o masada oturuyorlar ama bizim masamıza da gelip gidiyorlar... Yuanna da ABD’de yaşayan bir mühendis... Yuanna, çarpıcı bir yeşil entari giymiş – hem Yuanna, hem Sofia çok güzel genç kadınlar, çok parlak mavi gözleri var...

Bu aile Maraş’tan ve yeryüzünde en değerli şey olan kendi hayatları hariç, yeryüzünde sahip oldukları herşeyi 1974’teki savaşta kaybetmişler... Evleri yeniden inşa edebilirsiniz ancak insan hayatı bir kez sona erdi miydi, yerine koyamazsınız, yerini dolduramazsınız... Bugün aslında Gavrilis Mina’nın ailesiyle birlikte, bu uzun masada, hayatın ta kendisini kutluyoruz...

Bundan bir yıl kadar önce, Gavrilis Mina ve Mehmet İsmail Sağman’ı nasıl bir araya getirmeyi başardığımı yazmıştım bu sayfalarda... Bana bu öyküyü anlatan, Londra’dan değerli arkadaşımız Fotos Kuzubis olmuştu... Fotos bana bu öyküyü anlatmış, ben de gidip okurlarımın çok değerli yardımlarıyla savaş esnasında tetiği çekmeyerek Gavrilis’i öldürmeyenin kim olduğunu araştırmaya girişmiştim... Tetiği çekmeyen kişinin Mehmet İsmail Sağman olduğunu bulmuştum okurlarımın yardımlarıyla...

Fotos, harika bir insan – bana “kayıplar” konusunda gönüllü ve insani biçimde yardım ediyor, aynı zamanda bastırılıp sindirilmiş insanlık öykülerini de ortaya çıkarmama yardımcı oluyor...

12 Aralık 2021 tarihinde yani bundan bir yıl kadar önce böylece Fotos, Gavrilis Mina ve eşi Bayan Kira’yı, Mehmet İsmail Sağman’ın Lefkoşa’daki evine götürmüştüm ve onları Mehmet Bey ve değerli eşi Sabiha Sağman hanımla buluşturmuştum... Bu buluşmada Bay Gavrilis Mina, Mehmet İsmail Sağman’a bir teşekkür plaketi sunmuştu, Sabiha Hanım’a da çiçekler vermişti... Şimdi bu buluşmadan bir sene sonra, 12 Kasım 2022’de işte yeniden bir araya geliyorlar, Gavrilis Mina’nın ailesiyle... Mehmet Bey ve Sabiha Hanım, onlara koca bir tepsi ekmek kadeyifi getirmiş, ben de onlara baklava götürüyorum... Bu anlamlı öğle yemeğinden sonra herkes, Mehmet Bey ve Sabiha Hanım’ın getirdiği ekmek kadeyifini tatmak için sabırsızlanıyor... Kıbrıslırumlar için ekmek kadeyifi, çok özel bir armağan çünkü onlarda yapılan ekmek kadeyifi, bizde yapılandan farklı... Ve ekmek kadeyifini çok seviyorlar, buna “ekmek” diyorlar...

Lokantanın içinde oturan tek grup bizim grup o nedenle burası bir panayır alanına dönüşüyor kısa sürede, çocuklar içeri giriyor, dışarı çıkıyor, sahilde koşuşturuyorlar, kediler gelip çocukları merakla inceliyor, çocukların kendilerine balık mezelerinden ya da yiyecek başka şeyler atmalarını sabırla bekliyorlar... Garsonlar bu kadar büyük bir masayla başetmek için koşuşturuyorlar...

Mehmet Bey ve Sabiha Hanım’ı arkadaşları Bay Zeki ve eşi alıp buraya getirdi... Zeki Bey, Baflı olduğu için çok iyi Rumca konuşuyor ve Gavrilis Mina’nın ailesiyle onlar arasında çevirmenlik ediyor... Herkes çok mutlu, ben de mutluyum, buraya canyoldaşım Zeki Erkut’la geldik ve bu iki aileyi bir araya getirmemizden ötürü çok mutluyuz... Canyoldaşımla benim arama Fotos Kuzubis’i oturttuk ve onunla birlikte başka insanlar tarafından hayatları kurtarılmış olan başkalarıyla ilgili röportajlar için planlar yapıyoruz... Böylesi hikayeleri kaleme almalıyız ki evlatlarımız ve gelecek kuşaklar, Kıbrıs’ta yalnızca katliamların yaşanmamış olduğunu, birbirini kurtaran, birbirine yardım eden insanlar olduğunu da öğrenebilsinler...

Bir tetiği çekmek yalnızca bir saniye sürer ve hayatı yok eder ancak öldürmek yerine hayat kurtarmak yürek çarpıntılarına ve çok ağır koşullar altında ne yaptığınızı tam olarak düşünüp, hissedip kavramanıza bağlıdır... Mehmet İsmail Sağman ve onun gibi insanların bu adada yapmayı başardığı şey işte budur ve bu öyküler de çok gizlenmiş, çok saklanmıştır – onları da ellerimizle kazıp çıkarmalı, ışığa kavuşturmalı ve böylece toplumlarımız arasında daha iyi karşılıklı anlayış yaratmalarını sağlamalıyız... Çabamız budur...

Ne tür bir ülkede yaşamak istediğimizle ilgili kafamız çok net olmalıdır. Herhangi bir bölünmeye ve taksime net şekilde karşı çıkmalıyız. Kıbrıs'taki tüm toplumlarımızın meşru insani ihtiyaçlarını ve kaygılarını, bu topraklarda yaşayıp hayatta kalmaya ilişkin derinden gelen isteklerini anladığımızı net bir şekilde yansıtmalıyız.

Kıbrıs'taki çatışmaların ve savaşın yaratmış olduğu ham travmalarımızdan kaynaklanan birbirimize yönelik önyargıları, gizli kuşku ve nefreti yansıtmak yerine, empati ve karşılıklı anlayışı bir ayna gibi yansıtabilmenin yollarını bulmalıyız...

Sürekli yaşamaya ve devam ettirmeye zorlandığımız ham travmaları önümüze koymalı ve bunları inceleyip değerlendirmenin yolunu bulmalıyız ki ileriye gidebilelim...

Onlarca yıldan beridir bu ham travmalarımızı bazı çevreler kullanarak, bizi birbirimize "düşman" ediyor, oysa biz yalnızca bu topraklarda hayatta kalmaya çalışan sıradan, sade insanlarız... Bu ham travmalarımızı birlikte ele alıp çözümlemeliyiz ki Kıbrıs denen bu yeryüzü toprağında birlikte hayatta kalabilelim... Aksi halde bu travmalarımızı kendi çıkarları için kullananlar bunu sürdürecek ve hayatlarımızı çalmaya devam edecektir...

Bugün bu öğle yemeği, Kıbrıs’ta işte böylesi önemli günlerden biridir çünkü Fotos Kuzubis’in ve Kıbrıslıtürk okurlarımın çok değerli yardımları sonucunda Mehmet İsmail Sağman’ı bulup onu Gavrilis Mina’yla bir araya getirmeyi başardık, böylece ömür boyu sürecek kendi aralarında ve aileleri arasındaki dostluğu oluşturmalarını, sevgi, saygı ve karşılıklı anlayış çerçevesinde ilişkilerini sürdürmelerini sağladık...

Bir düşünün, Mehmet Bey o tetiği çekmiş olsaydı, Gavrilis’in ailesi ne kadar da üzücü bir hayata sahip olacaktı... 1974’ün üstünden geçen 48 sene boyunca kızkardeşleri nasıl da ağlayacaktı ve nasıl da ağlamaya devam edecekti... Kızları Sofia ve Yuanna ve bir yaşındaki o güzel Leonidas dahil, o güzel torunları da varolma şansına sahip olmayacaktı... Birbirlerine karşı sevgi dolu bu aile için çok mutluyum, bugün bu iki aileyle birlikte olmaktan onur duyuyorum – özellikle de böylesi güzel insani öyküleri ortaya çıkarmamızda olağanüstü yardımları olan Fotos Kuzubis’in arkadaşı olmaktan da gurur duyuyorum...