Yüzyılların geleneğidir ağıt yakmak ya da bugünün anlayışıyla duygularımızı şiirsel bir dille yazmak, aktarmak. Bu yazılanların, aktarılanların şiir mi değil mi bakış açısı da beni hiç ilgilendirmiyor doğrusu. Benim yüreğime dokunan sözcükler bana yeter kısacası.
Gazeteler; toplum yaşamında bir izdüşüm, belge niteliğindedir.
Bu küçücük adamızdaki siyasi, sosyal, kültürel alanlarda yapılanları ise, yakın geçmişimizdeki Kıbrıs Türk Basınımızdan izleme şansına sahibiz. Eksik gedik gazete arşivimiz olsa da.
Bundan dolayıdır ki, evet; internet gazeteciliği bu çağın olmazsa olmazı, haberin-yorumun hızlıca yayılması için büyük önem taşımakla birlikte, bir dijital ortam sonuçta. Ne kadar “backup” (yedekleme) yapsanız da ben yine “kalıcılık” adına gazete kağıtlarını severim. Hani elinde tutup mürekkebini de, o kağıdın varlığını da hissetmek, dijitalleştiğimiz ve duyu yitimine uğradımız bu çağda, “insani” bir araç gibi gelmektedir bana.
Tıpkı yakın geçmişimizde, 70-80 yıl öncesine kadar yazılı basınımızda acıların kelimeleri nasıl düşmüşse gazete sayfalarına, bugün de gazete sayfalarıyla birlikte ama daha fazlası, “sosyal medyada” paylaşılmaktadır.
Bu bakımdan sosyal medyada rastladığım ve arşivime aldığım; yaşanılan bu acı depremle ilgili şiirleri, yürek düşümlerini buraya not etmek, gelecek kuşaklara sadece dijital ortamda değil, mürekkebin kağıda dokunduğu, acının kelimelerini sizlerle paylaşmak istedim.
“MAĞUSA’MA...
(Yorgun Bir Ozanın, Yüreğmin Yaktığınca Naçizane Ağıt-Çaresiz Bir Söz Dökümü-Şampiyonlarımız için)
Ahh Mağusam, Şehri-Kal’a’m
Ömrü zuhur, canı yanam...
Biz hiç böyle kahrolmadık;
İsyan ettik aman anam...
Sıra durdu genç tabutlar
Koştu göğe kan ağıtlar...
Bu nasıl bir kahr böyle;
“Kabul etmem” der mezarlar...
Toprak bile “olmaz” dedi
“Kolum kırık, tutmaz” dedi...
“Bunlar çocuk, benim gövdem;
Hepsini de... almaz !”dedi...
Eski cümbez; kaç yüzyıllık
Gördü nice çok ayrılık...
Dile geldi usul usul;
“İçim” dedi “kan revanlık”...
Ses değişti selâlarda
Sustu dua, namazlarda
Yatıyorlar meleklerle;
“Şampiyonlar”, musallada...
Off gidiyor, “Şampiyonlar”
Pırıl pırıl genç çocuklar...
Ahh Mağusam, Şehr-i Kal’a’m;
Aruz tutmaz bu ağıtlar...
Ol bu kalbim, çaresizdir
Göz içlerim felâkettir...
Bu nasıl bir acı Rab’bim;
Her bir duyum, çöl beterdir...
Ahh Mağusam, Şehr-i Kal’a’m
Cümle rahmet, anam babam...
Size teslim bir emanet;
Kucak açın ey enbiyam...
Selâm olsun, “Şampiyonlar”...
Ak kanatlı güzel kuşlar...
Ağlar size Şehr-i Kal’a’m;
Bahar bahçe can çocuklar...
Çokça yorgun bir ozanım
Mağusa’mdan kor-yananım...
Ahh çocuklar, “Şampiyonlar”
Sizden sonra kaldım diye
Affetmeyin sakın beni;
Ol canıma, utananım...
(Bülent Fevzioğlu)
***
“Ölü çocuklar hiç gitmezler evlerinden,
eteklerine dolanırlar annelerinin
yemeği hazırlarken
kulak verirken kaynayan suyun sesine
buharın ve zamanın ilmini yapar gibi
Hep oradadırlar
ev daralıp bolarır
yaz ortasında, çorak tarlalara
bardaktan boşanırcasına yağan yağmurda
Gitmez ölü çocuklar
Evde kalırlar
sundurmada oynamaya dair
bir seçeneğin dalgınlığında
Kalplerimizde büyürler
dinmeyip artsın diye
göğüs kafesimizdeki ağrı
Ve eğer uykularında haykırmaktaysa kadınlar
Rahimlerinde yeniden büyümeye
başladıklarından olabilir mi?
(YANNİS RİTSOS
Çeviri: Neşe Yaşın)”
***
“SEN SÖYLE CÜMBEZ
700 yaşındasın biliyorum
Çok şey gördün yedi asır boyunca
Çok savaşlar yaşadın
Çok acılar yaşadın
Çok sevinçlere şahit oldun
Birçok insan senin gölgende ağladı kaybettiği yakınlarına,
Senin dalların altında sakındı kendini yağmurdan.
Senin dalların altında ilk kez el tutuştu ilk kez buluştı sevgililer
Hepsini gördün biliyorum.
Kim bilir nelere şahit oldun yedi asırdır.
Sen bile şaşdın böyle bir acıya
Bugün akan göz yaşına
Yedi asırdır ilk kez köklerin bu kadar çok göz yaşı ile sulandı
Artık su içmesen de olur topraktan, gözyaşları sel oldu.
Sen bile ağladın koca Cümbez böyle bir acıdan
Sen bile kızdın, senin bile dallarından çekildi sular.
Bu yıl meyve vermesen de olur koca Cümbez
Yapraklarını döksen de olur.
Anlarım seni koca Cümbez anlarım.
Senle beraber ağlarım.
Çağlardır yaşarsın orada sen söyle bana koca Cümbez
Sen ki tarihin değişimine şahit olmuş bir ağaçsın
Yaşadın mı hiç böyle bir acı
Gördün mü hiç gencecik çocukların gülen yüzlerini solarken.
Oksijen yerine toprak dolmuş ciğerlerine.
Gözyaşları çamur olmuş.
Bebelerin hepsi gencecik, hepsi tertemiz, hepsi saf, hepsi prens, hepsi prenses.
Sen söyle Cümbez, asırlardır gördün mü hiç böyle bir acı.
Sustun.
Yapraklarının arasından geçerken rüzgâr fısılda bana Cümbez koca Cümbez.
Artık rüzgârla da konuşmuyorsun.
Anlıyorum.
Ne diyeceğini sen bile bilmiyorsun.
700 yıllık koca Cümbez.
(Harper Orhon)”
“Yüreğim sağır
Dilim konuşmaz sana
Binlercemiz toprak altında
Yaralı on binlerce can
Nasıl bir afet bu
Nasıl kıydınız onca cana
Kışın göbeğinde
Kar, ayaz altında
Bekleşiyor yürekler umutla
İnsan olan dayanmaz bu acıya
O çürük binaları inşa ederken
Sordun mu hiç vicdanına
(Turgay Akalın)”
***
“EVLATLARIMIZ ‘ŞAMPİYON’”
Kara bir gün! Korkunç feryatlar...
Ağıtlarla kan ağlayanlar.
Olamaz dün gibi, olamaz,
Geceler, günler ve yarınlar.
Kasvetli, kapkara bulutlar...
Haykırıyor bütün canlılar.
Tanrım! Bu korkunç bir felâket!
Yaslarda, simsiyah sokaklar.
Her yerde feryatlar, çığlıklar...
Dinmiyor Mağusa’da yaşlar.
Yer, gök titredi ve sarsıldı,
Canlarımız için ağıtlar.
İsyanlarda bütün insanlar...
Lânetlendi sebep olanlar.
Suçlular yargılanmalıdır,
Andımız olsun ŞAMPİYONLAR.
(Lâle Atamtürk)”
***
“YÜREK ŞİİRE DÖKÜLÜR
Maske takmışız acılı suratımıza
Dolaşıyoruz sokakta
Bakıyorum acılı fotoğraflara
Yüreğimiz kanayan damla
Eksiliyoruz her anda
Toprakta havada suda
Nasıl bir acıdır ki
Küllenmiyor Hak’ta
En küçüğümüz o dedi
Ekibimizin yanında
Melek kanat biçmemiş
Ağlamaktan yavruya
Bir ses ver dedik
Toprağın karanlık altına
Gücü yetmemiş canın
Nefesinin baharında
Karanlıktır gözleri
Yüreğinin ta kendisi
Yoktur böylesi acının
Sonsuza dek tesellisi
Kader değildir elbet
Cahilliğin sillesi
Döner bir gün bulur ya
Yırtılır vicdanın perdesi.
(Eralp Adanır)”
***
“YETERKİ ÇAĞIR ANNECİĞİM, AZARLASAN DA ÇAĞIR ANNEM
Hadi beni eve çağır anne
Yemek vakti de
Akşam oldu de
Baban geldi de
Hadi beni eve çağır anne
Üşümüşsün de
Kirlenmişsin de
Acıkmışsın de
Hadi beni eve çağır anne
Yorulmuşsun de
Terlemişsin de
Özlemişim de
Yanına çağır hadi
Bul bir bahane
Yatır beni dizlerinin üstüne
Çok özledim.
(Semra Vehbi Yıldız)”
***
“ÇAĞIMIN YANGINI BU (Deprem Şehitlerine)
Çağımın yangını bu
Çağımın felâketi
Dağlar çöktü ömrümüze
Hayaller sustu...
Çağımın yangını bu
Acının tarifsizi
Taşın, toprağın ve demirin
Ve gündüzle gecenin en soğuk
En kanlı
En karanlık hali...
Çağımın yangını bu
Şimdi hiçbir su kesmez
Soğutmaz ve dindirmez
Söz yetmez sınır bilmez
Off aman aman
Off aman aman...
Çağımın yangını bu
Eski kâğıtlar gibi yırtıldı evler
Yollar sokaklar ve caddeler
Ve döküldü dallarından bir bir
Zamansız ve acımasız
Henüz meyvelerine duramamış
Nice çiçekler...
Çağımın yangını bu...
Her taşın altında bir can
Kesilen nefeslerde heyelan
Toplanmışlar devasa bir çığlıkta
Hepsi komşu hepsi kardeş akraban
Ölüm yürür
Ölüm yürür kan revan...
Çağımın yangını bu
Tutuşup Anadolu’mdan
Ve aşıp Beşparmak Dağları’nı
Akdeniz’i
Ve savura savura simsiyah küllerini
Közlerini
Yaktı ülkemi de off
Off aman aman
Off aman aman...
Çağımın yangını bu
Çağımın felâketi...
Fotoğraflarınıza bakmak ve yazmak isimlerinizi
Mümkün değil ki çocuklar
Mümkün değil ki evlât!
Öfkenin ve isyanın doruğunda çünkü
Kalem tutan parmaklar...
Hatıraların, duaların ve rahmetlerin kucağına
Öyle çaresiz, öyle darmadağın, perişan
Yatırdık sizi saygıyla-özlemle
Ruhlarımıza ve ebedimiz toprağa
Kanayan ve hep kanayacak acıyla
Teessürle
Depremin şehiteri
Depremin şehitleri...
(Bülent Fevzioğlu)”