Kıbrıslı Türklerin yaşadığı onca hezimet, öyle sözle, yakınmayla, şikayetle geçiştirilemez.
Eylem gerekiyor.
Ete ve kemiğe bürünen, sesle ve bilinçle çoğalan bir ayaklanmanın vakti geldi.
Yığınsal ve birlikte haykıracak ve birilerini kendine getirecek gerçek bir başkaldırıya ihtiyaç var.
Dünyaya göstermek şart oldu; iktidarla sokağın çelişkisini…
Şart oldu anlatmak, buraların gerçek sahiplerinin düşlerini…
“Buyuran ve itaat eden” düzenini yıkmak şart oldu.
Ercan’da “memleketimize hoş geldiniz” diye tutulan pankart iyi bir hiciv ya da naif bir eylem olabilir ama bundan söz etmiyorum.
Gencinden yaşlısına, köylüsünden kentlisine, işçisinden memuruna herkesin el ele tutacağı, sokakların insanları sığmayacağı, yurtseverliğin ve haysiyetin ayağa kalkacağı bir eylemlilik dönemi başlamalıdır yeniden…
İçine itildiğimiz değersizleştirme, iradesizleştirme, ilkellik, bölünmüşlük ve sömürge düzenini reddettiğimizi göstermeliyiz.
İlk adres ‘Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ olmalıdır mutlaka… Eğer kol, kanat gerecekse ve tepeden ince tavrını koruyacaksa Büyükelçilik olmalıdır…
Çünkü Kıbrıslı Türk liderliğinin içini boşaltmış ve kendini seçtirenlere eğilip bükülmekten aşınmış birisi, Türkiye’de vali vali gezerek varlığımızı inkar ediyor.
Kıbrıs adasını ve ülkesini paylaşan toplumları düşmanlaştırıyor.
Gelecek belirsizliğini çoğaltırken, Avrupa hedefinden tümüyle vazgeçiyor.
Kendi toplumsal kimliğimizle dünyada yerimizi almayı değil; alt yönetim olarak, vilayet düzeyinde bir hayatı kabulleniyor, bunu “Türkiye’nin yolu” görüyor.
Kıbrıs’tan utanıyor.
Hem adanın tümünde hem yarısında “bölücülük” yapıyor.
Kendi kendimizi yönetme hakkımızı ve özgüvenimizi hiçleştiriyor.
Tam bir “fetihçi” zihniyetle çalışıyor, konuşuyor, eyliyor, dolaşıyor, yaşıyor.
Üstelik tüm bunları adeta “inadınıza” dercesine defa defa tekrarlıyor, umursamıyor hiçbir sözü, eleştiriyi, itirazı…
O zaman ayağa kalkması gerekiyor bu toplumun…
“Lideri” yoksa eğer kendi sesini, iradesini, haysiyetini, kişiliğini, kimliğini, isteğini, umudunu dünyaya haykırması gerekiyor.
Kıbrıslı Türklerin yaşadığı onca hezimet, öyle sözle, yakınmayla, şikayetle geçiştirilemez.
Sokağa inmeliyiz!
Üzerimize çöken tahakkümü istemediğimizi anlatmalıyız.
‘Biz’ olmalıyız.
Çok daha birlikte…
Çok daha samimi, sahici, yürekten…
Çok daha güçlü…
İZNİNİZLE!
Epeyce zor, yorucu bir senenin sonuna doğru, bir hafta izin zamanı… Yeniden görüşmek üzere…