CTP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı adayı Tufan Erhürman, UBP-HP hükümetinin yok hükmünde olduğunu yineleyerek, hükümet ortaklarının birbirlerine söyledikleri laflarla hükümetin yok hükmünde olduğunu kendilerinin ilan ettiğini belirtti.
“İnsanlarımız ne ekonomik açıdan, ne sağlık açısından, ne de eğitim açısından önlerini görme şansına sahip” diyen Erhürman, “Birbirlerine söyledikleri laflarla ve Sayın Başbakan’ın ‘2021 Ocak’ında erken seçim’ açıklamasıyla bu hükümetin yok hükmünde olduğunu kendileri ilan etmiş durumdadır. O yüzden ‘seçime kadar yanyana duracak insanlar’ demem lazım, ortada bir hükümet yok. İşin kötüsü, seçime kadarki dönem de bizim çok sıkıntı yaşayacağımız bir dönem. Seçime kadar dövizi, ekonomik sıkıntıları, pandemiyle ilgili, sağlıkla ilgili sıkıntıları dondurmuş değiliz ki” diye konuştu.
YENİDÜZEN’in sorularını yanıtlayan Erhürman, Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri, Maraş konusunu, Cumhurbaşkanlığı’nın önemini de anlattı.
Erhürman, “İçeride de dışarıda da yürütme organının bir parçası olan Cumhurbaşkanlığı’nın liderliğine fena halde ihtiyacımız var” dedi.
“Hükümet sorunlara sorun eklemeye devam ediyor”
Soru: Hükümetin yok hükmünde olduğunu söylüyorsunuz. Pandemi devam ediyor, okulların açılması bekleniyor, pandemi hastanesi bilmecesi devam ediyor. Bu hükümetle nereye gidiyoruz?
Erhürman: Bu hükümetle gittiğimiz yerin sorunların çözümü olmadığı çok açık. Hükümet aslında sorunları çözmekle yükümlüdür ama tam tersine sorunları çözemediği bir yana, sorunlara sürekli sorun eklemeye devam ediyor. Örneğin Eğitim Bakanı’nın Ulaştırma Bakanı’na laf attığını okuyoruz, okulların fiber optik altyapısıyla alakalı bizi oyalıyorlar, bahaneler üretiyorlar gibi bir açıklama yapıyor. Eğitim hakkıyla ilgili bu mesele kamuoyu önünde Eğitim Bakanı’yla Ulaştırma Bakanı’nın birbirlerine laf atmaları üzerinden ele alınıyor. Bir bakan, diğer bir bakanın kendi çalışmalarını ve çocukların eğitim hakkı için gerekli olduğunu söylediği çalışmaları engellediğini söylüyor. İki bakan arasında bir konuda görüş ayrılığı varsa, olması gereken başbakanın devreye girmesidir. Bir koalisyon hükümeti olduğu göz önünde bulundurulursa, Başbakan ve Başbakan Yardımcısı’nın devreye girip o koordinasyonu yapması gerekir. Hiç olmaması gereken, kamuoyu önünde iki bakanın birbiriyle laf dalaşına girmesinin vesilesi olmasıdır. Olmaması gereken oluyor. Sorun çözülmediği bir yana, kamuoyu önünde ekstra sorunlar yaratılıyor ve tabi ki velilerin ve öğrencilerin, bu hükümetin eğitim hakkının gereklerini yerine getireceği konusundaki güvenleri iyice sarsılıyor. Bu kabul edilebilir değil.
“Yürütmeye en çok ihtiyaç duyulan bir dönemdeyiz”
Diğer yandan Sayın Başbakan bir açıklama yapıp ortağını popülizm yapmakla eleştiriyor çünkü ortağı karantina istedi, kendisi istemedi algısı yaratılıyor. Ortağı da Sayın Başbakan ve onun partisiyle ilgili birşeyler söylüyor. Bu İmar Planı tartışmaları döneminde de yaşandı. Sayın Başbakan ortağını, İçişleri Bakanı’nı kendisini kandırmakla ve hükümete duyulan güveni sarsmakla suçladı. İçişleri Bakanı da “siz hukuka aykırı davranıyorsunuz, görevlerinizi yapmıyorsunuz, aslında siz hükümete olan güveni sarsıyorsunuz” diye suçladı. Böyle bir ortamda “ortada bir hükümet vardır” demek mümkün değil. Kaldı ki Sayın Başbakan’ın kendisi “Bakanlar Kurulu bir bütündür” diye açıklama yapmak zorunda kalıyor. Normalde olan birşeyi Sayın Başbakan söylüyorsa, belli ki orada bir bütünlük yok. Bu da bize ortada bir hükümet olmadığını gösterdiğine göre, bu hükümet yok hükmünde bir hükümettir.
İşin kötü tarafı yürütmeye en çok ihtiyaç duyulan bir dönemdeyiz, ki yürütme Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu’ndan oluşur. Okullarda eğitimde sorunlar var, hastanedeki sorunlar ortada, pandemi hastanesi bir muammaya dönüştü. Son günlerde KTMMOB’nin pandemi hastanenin yapılmasıyla ilgili, seçilen yerin doğru olmadığına ilişkin açıklamaları var. KTMMOB kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşudur, yasayla kurulmuş bir kuruluş ve kamusal yetkileri var. Yani devlet bir iş yaparken bu kurumu dikkate almak zorundadır ama belli ki yürütme şu anda onu koordine etmeyi dahi beceremiyor. Orada bile tartışmalar çıkıyor. Aslında 6 aydır yapılamayan bir pandemi hastanesi konusunun çoktan konuşulmuş, tartışılmış, bitirilmiş olması gerekirdi.
Şu anda vakalar artıyor, bir günde 19 vakayı gördük. “Bir yerel vaka” diye açıklama yapıldı, biz her gün Sağlık Bakanlığı’nın açıklaması sonrasında 5-6 yeri arayıp tam olarak ne demek istediğini anlamaya çalışmaktan yorulduk. İlk günden beri, bir kriz masası kurulması gerektiğini söylüyoruz. “Ekonomide ayrı, sağlıkta ayrı olsun, kriz masasından çıkacak sonuçlar tek bir ağızdan, ayrıntılı ve doyurucu bir şekilde kamuoyuyla paylaşılsın” diyoruz. Bu bile 6 aydır becerilemedi. İnsanlar her gün gelecek açıklamaların tatmin edici olmadığını bildikleri için, sosyal medya üzerinden haber bulma çabası içerisine girmeye başladılar, bu yerel vaka nerededir, yerel vaka denilen sporadik vaka mıdır yoksa yurtdışından gelen yerli vaka yani vatandaş mıdır. Terminoloji oturmuş değil.
“Hükümet yapmaması gereken her ne varsa onları yapıyor”
Hükümet ne yapması gerekirse yapmadığı gibi, yapmaması gereken her ne varsa onları da yaparak sorunlara sorun katmaya devam ediyor. Bu arada ekonomi felaket durumda sekiz bine yakın iş yeri çalışmaya ara vermiş durumda, resmi rakamlara göre binin üstünde insan resmi işsiz konumunda. Çalışmaya ara veren sekiz bin iş yerinin her birinde üç çalışan olduğunu varsaysak, yüz binin üstünde insanın tam olarak maaş alıp almadığını bilemez durumdayız. Yüzün üzerinde işyeri Çalışma Bakanlığı’na tamamen kapattığını bildirdi. Geriye kalan sekiz bin daha önemli çünkü geri dönüp dönemeyeceği belirsiz. Bu arada döviz tarihi üst noktalarında seyrediyor, sterlin 9.8’leri zorluyor. Bütün bunlar yaşanırken bir bakıyoruz ki, hükümet etme görevi olanlar “yeni önlemler alacağız” diye Bakanlar Kurulu toplantısı yapıp, hiçbir açıklama yapmadan toplantıyı bitirebiliyor. Bütün bu anlattıklarım ve anlatabileceğim onlarca şeyi birleştirdiğimizde, ortada bir hükümet yok, bir yürütme yok. Ama bu memlekette, bu dönemde, bu işleri yürütmemiz ve sorunlara çözüm üretmemiz gerekiyor. Maalesef yürütme organı kesinlikle memlekette olan bitene konsantre değil. Bütün bunların konsantrasyon dışında kalmasını sağlayan seçimseydi, biz ilk günden beri defalarca “zor kararlar alınması ve çok çalışılması gereken bir dönemdeyiz. Biz elimizi taşın altına koymaya hazırız, gelin bu işleri elbirliğiyle birlikte yapmaya çalışalım. Siz de ‘biz iş yapmaya çalışırken bunlar seçim çalışması yapıyor’ gibi bir endişeye kapılmayın. Hep birlikte zamanımızı bu halk için kullanalım, geri kalan zamanı seçim çalışmalarına ayıralım” dedik ama kulaklar tıkandı ve şu anda geldiğimiz noktadayız. İnsanlarımız ne ekonomik açıdan, ne sağlık açısından, ne de eğitim açısından önlerini görme şansına sahip, bu son derece üzücüdür.
“Dövizi, ekonomik sıkıntıları, pandemiyle sağlıkla ilgili sıkıntıları dondurmuş değiliz ki”
Soru: Bu hükümetle nereye gidiyoruz?
Erhürman: Bu hükümetle belli ki seçime kadar gidiyoruz. Birbirlerine söyledikleri laflarla ve Sayın Başbakan’ın “2021 Ocak’ında erken seçim” açıklamasıyla bu hükümetin yok hükmünde olduğunu kendileri ilan etmiş durumdadır. O yüzden “seçime kadar yanyana duracak insanlar” demem lazım, ortada bir hükümet yok. İşin kötüsü, seçime kadarki dönem de bizim çok sıkıntı yaşayacağımız bir dönem. Seçime kadar dövizi, ekonomik sıkıntıları, pandemiyle ilgili, sağlıkla ilgili sıkıntıları dondurmuş değiliz ki... Dolayısıyla hiç kimse seçime kadar ne olacağını öngöremiyor.
“Kapıyı doğru anahtarla açalım”
CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman, Maraş konusunun Kıbrıs Türk halkının geleceğini ve vizyonunu belirleyecek bir konu olduğunu belirterek, “‘Maraş açılabilir mi, açılmaz mı’ tartışmasında bizim baştan beri cevabımız çok net, evet Maraş açılır. Bu konuda ‘Ben Maraş’ı açarım’ diyebilecek kadar rahat konuşuyorum. Bir kapı var, biz onu açmaktan bahsediyoruz. Kapıyı uygun anahtarla açıp içeri girmek var, bir de durmadan kapıya omuz atmaya çalışıp aslında hem kapıyı açamayıp, hem de omuzunuzu zedelemek hatta kırmak var. Şu anda seçim maksatları dolayısıyla yapılan iş kapıya omuz vurma halidir. Bu omuz vurma hali hem kapıyı açmaz, hem de boşu boşuna omuzunuzu zedeler ya da kırar yani Kıbrıs Türk halkına zarar verir” diye konuştu.
Soru: Bütün bu yaşananların yanında son dönemde Maraş konusu sık sık gündeme getiriliyor. Hükümetten Maraş’ın açılacağı, Evkaf’ın haklarına halel gelmeyeceği şeklinde açıklamalar geliyor. Bu açıklamaların zamanlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz ve bu konuda ne tür gelişmeler beklemeliyiz?
Erhürman: Maraş konusu Kıbrıs Türk halkının çok ciddi bir konusu. Maraş’ı nasıl değerlendireceğiniz konusu, Kıbrıs Türk halkının geleceğini ve vizyonunu belirleyecek bir konu. Dolayısıyla iki şeyi yapmamak gerekiyordu. Bir, Maraş’la ilgili ezbere konuşmamak gerekiyor. İki, Kıbrıs Türk halkının tamamını ve onun geleceğini etkileyecek bir konuyu seçim malzemesi haline getirerek, ezbere cümlelerle, konuşuyor gibi yapmazsınız. Bu ikisi son derece önemlidir. Ama gelin görün ki, bu dönemde tam da bunlar yapılıyor.
“Maraş açılabilir mi, açılmaz mı” tartışmasında bizim baştan beri cevabımız çok net, evet Maraş açılır. Bu konuda “Ben Maraş’ı açarım” diyebilecek kadar rahat konuşuyorum. Bir kapı var, biz onu açmaktan bahsediyoruz. Kapıyı uygun anahtarla açıp içeri girmek var, bir de durmadan kapıya omuz atmaya çalışıp aslında hem kapıyı açamayıp, hem de omuzunuzu zedelemek hatta kırmak var. Şu anda seçim maksatları dolayısıyla yapılan iş kapıya omuz vurma halidir. Bu omuz vurma hali hem kapıyı açmaz, hem de boşu boşuna omuzunuzu zedeler ya da kırar yani Kıbrıs Türk halkına zarar verir. Oysa o anahtar oradadır, o anahtar BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde Maraş’ın açılması için, seçimin hemen ardından BM ile istişareyi kurmaktır. Taşınmaz Mal Komisyonu’yla ilgili yasa askeri bölgelerde iade olamayacağını açıkça söylemektedir. Bir taraftan da ilk hamle bu konudaki hazırlıkları tamamlayıp Maraş’ı askeri bölge statüsünden çıkarıp, TMK’ya yapılan başvurularda iadeyi değerlendirilebilir hale getirmektir. Şu anda Maraş için TMK’ya başvurular var ama iade talep edildiğinde bunu değerlendirmek yasasına göre mümkün değil. Dolayısıyla yapmamız gereken hukuki ön hazırlıklar var, seçimden sonra bizim yapmaktan bahsettiğimiz şey, bir an önce Maraş’ın askeri bölge olmaktan çıkarılmasıyla ilgili yetkili tüm makamlarla diyaloğu kurmak ve bu diyaloğun sonucu meyve verdiğinde TMK yasası orada durduğuna göre Maraş’ı askeri bölge olmaktan çıkarmak, dolayısıyla başvurularda iadeyi değerlendirilebilir hale getirmek, bu başvurular değerlendirilirken Evkaf’ın da orada hak iddiaları varsa bunların da TMK önünde değerlendirilmesini sağlamaktır. Bunları yaparken de BM’ye de hemen başvurup “siz Güvenlik Konseyi kararlarınızda Maraş’ın açılması için iki unsurdan bahsediyordunuz, biri eski mal sahiplerine iade ki bunun çalışmalarını başlattık, ikincisi BM yönetimine devirden bahsediyorsunuz, gelin bu davalar devam ederken biz de BM yönetimine devrin ne anlama geldiğini istişare edelim, gerekirse müzakere edelim ve sizin de şikayet ettiğiniz, bizim de şikayetçi olduğumuz, orada malı olan Rumların da şikayet ettiği Maraş’ın kapalı kalması meselesini uluslararası hukuka uygun bir biçimde çözelim” demeliyiz.
Yani sorun çözelim, varolan bir soruna kapıya omuz atarak sorun üzerine sorun eklemek gibi bir girişimde bulunmayalım. Çünkü Maraş, Kıbrıs Türk halkı açısından kapsamlı çözüme bir an önce ulaşılamadığı koşullarda, Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların ekonomik ilişkiler geliştirebileceği ve kapsamlı çözüme bir an önce ulaşılamadıysa parça parça o kapsamlı çözüme doğru yürünebileceği en önemli araçlardan bir tanesidir. Bunu doğru bir biçimde kullanalım. Metafordaki söylediğim şekliyle, kapıyı doğru anahtarla açalım.
Şu anda hükümetten yapılan açıklamalar da birbirini çok fazla tutmuyor. Hem “uluslararsı hukuka uygun açacağız” denilip, hem de “biz kimseyle istişare etmeyiz, BM Güvenlik Konseyi kararları bizi bağlamaz” ya da “onlar tavsiye niteliğindedir ama biz gene de uluslararası hukuka göre açacağız” gibi birbirini tutmayan ve belli ki ezberlenmiş bir takım cümlelerle konuşuluyor. Maraş siyasetin malzemesi haline getiriliyor ve en büyük endişem, böyle davranıldığı müddetçe ileride Maraş’la ilgili doğru anahtarı kullanarak yapacağımız açma hamlesine de daha şimdiden bu konuşulanlarla zarar veriliyor. Benim cevabım nettir, evet, biz Maraş’ı açarız, hem de soruna sorun ekleyerek değil, sorunu çözerek, çözüm vizyonu çerçevesinde hareket ederek Maraş’ı açarız.
“Akdeniz’de biz yokmuşuz gibi davranmaya kimse cüret edemez”
Soru: Tüm bunlar olurken Doğu Akdeniz’de sular ısınıyor, açıklamalar yapılıyor, Navtex’ler yayınlanıyor, tatbikatlar yapılıyor. Bu gelişmeler bizi nereye götürür ve tarafların duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Erhürman: Biz bütün Avrupa’ya ve dünyaya çok daha gür bir sesle “biz burada varız. Biz Kıbrıs denilen adanın iki kurucu ortağından biriyiz, bizim görmezden gelinmemiz mümkün değildir” demeliyiz, bunu duyurabilmeliyiz. Bu sadece basın üstünden açıklama yapmakla olmaz. Kurulacak diyaloglarla bunu tekrar tekrar hatırlatmak gerekiyor. Hep şu yanlış algı vardır, “dünya zaten bizi biliyor, bizi hatırlıyor, bizim hatırlatmamıza gerek yok”, öyle bir dünya yok. Bizim meseleyi sıcak tutmamız, bütün diyaloglarımızda dile getirmemiz gerekiyor. Romalılar zamanından kalma Latince bir deyiş var, “mare nostrum” yani Romalılar Akdeniz’e “bizim denizimiz” derdi. O zaman onların deniziydi ama şimdi Akdeniz’e “bizim denizimiz” dediğimizde, o “biz”in parçalarından biri de biziz. Bu Akdeniz bizim de denizimiz. Akdeniz’de biz yokmuşuz gibi davranmaya kimse cüret edemez. Bunu bizim diyaloglar ve açıklamalar yoluyla bütün dünyaya anlatmamız lazım. Bu Akdeniz’de öznelerden biri olma halidir, elbette ben bu kadar büyük devletin bulunduğu yerde, “Akdeniz’i biz yöneteceğiz, Akdeniz’de oyun kurucu biz olacağız” gibi büyük bir iddiada bulunmam. Ama “biz varız ve yok sayılamayız, biz de varız” üzerinden diyaloglar mekanizmasıyla bunun bütün dünyaya anlatılması gerekiyor. Bizim pozisyonumuz bu anlamda maalesef sanki biz Akdeniz’de yokmuşuz noktasına doğru geriliyor. Benim bunu kabul etmem mümkün değil, hukuken de mümkün değil, coğrafi ve tarihi varlığımız itibarıyla da mümkün değil. Bunu sadece verdiğiniz beyanatlarla değil, bütün dünyaya anlatabilmeniz gerekiyor ve anlatacağız, bunun başka çaresi yoktur.
Güney’in düştüğü hata...
Güney Kıbrıs’ın pozisyonuna baktığınızda, Güney Kıbrıs da bence şu hataya düşüyor, kendisini, bizi dışlamasına rağmen, tanınmış, AB ve BM üyesi olan bir devletin sahibi olarak görüyor. Türkiye’ye karşı güç toplama kaygısıyla, tabiri caizse büyük abileri arkasına almaya çalışıyor, devreye Fransa, İtalya, Amerika giriyor, zaman zaman Rusya devreye giriyor, Mısır’la anlaşmalar yapılıyor. Güney Kıbrıs 2003’ten beri bu çalışmaları yürütüyor. Güney Kıbrıs’ta hep bu ilişkileri kurmak ve dünyayı arkasına almak suretiyle aslında masada pozisyonunu daha da güçlendireceği algısı oldu. Ama hataya şurada düşülüyor, siz bu kadar büyük ülkeleri buraya getirirseniz, zannettiğinizin aksine bu büyük ülkeleri arkanıza değil, önünüze almış oluyorsunuz ve aslında onlar artık burada söz sahibi olmaya başlıyor ve siz de özne olma pozisyonunu kaybeder duruma geliyorsunuz, bunu artık fark edin. Bunu da belki Güney Kıbrıs Rum Yönetimi temsilcilerine, siyasilerine ve Güney Kıbrıs’taki Kıbrıs Rum halkına da anlatmak gerekiyor. Çünkü aslında leyhlerine işlediklerini zannettikleri zaman onların aleyhine işlemeye başladı ve özne olma pozisyonlarını kaybetmeye başladılar.
Türkiye’nin tutumu...
Olaya Türkiye açısından baktığımızda, Türkiye son derece rasyonel birşey söylüyor, defalarca açıklamalar geldi. Türkiye “bu denizde en uzun kıyı hattı olan ülke biziz ve biz uluslararası hukuk çerçevesinde çok taraflı bir masa oluşturulup bu meselelerin orada görüşülmesine hazırız” diyor. Yapılanlardan bağımsız olarak, bana göre akıl yoludur, olması gereken budur. Akla uygun olan Doğu Akdeniz’in bir barış denizi olmasıdır ve barış denizi olabilmesi için uluslararası hukuk temelinde, diyalog yoluyla adil bir paylaşım ortamının yaratılması gerekir. Türkiye’nin resmi ağızlarından yapılan açıklamalardan ben bunu duyuyorum ve bu doğrudur. Ama bu olması gerekirken, şu anda yaşanan maalesef gerginliğin her gün biraz daha artması ve akıl yolundan uzaklaşmak gibi bir noktaya savrulunmasıdır. Olması gereken uluslararası hukuka uygun, bütün tarafların diyalog yoluyla masada olduğu, adil bir paylaşım içerisine girilmesidir ama tabi ki bu adil paylaşımda Kıbrıslı Türkler de vardırlar. Diğer ülkeler kadar büyük değildirler ama varolduklarının görmezden gelinmesi kesinlikle önlenmelidir.
“Çok çalışmak ve aktif olmak zorundayız ve olacağız”
Soru: Böyle bir masa ne kadar mümkündür?
Erhürman: Şu anda çok sıcak gelişmeler yaşanıyor, dolayısıyla öngörülebilirlik açısından uygun bir ortamda değiliz. Herşeyi öngöremiyoruz, bir anda “birşeyler olabilir” endişesi taşıyoruz. Sadece bir tahminde bulunabiliriz. Benim tahminim bu gergin ortamın sonsuza kadar sürdürülemeyeceğidir. Bu kadar gerginlik sürdürülebilir birşey değil. Sıcak çatışmaya dönüşmesi konusuna gelince, böyle birşey olmayacağını tahmin ediyorum. Umudum ve dileğim de olmamasıdır. Bu durum sürdürülebilir olmadığına göre, eninde sonunda bu masanın uluslararası hukuk temelinde kurulması gerektiğini ve kurulacağını düşünüyorum. O yüzden bizim de bütün stratejimizi, böyle bir masanın kurulacağı ve bunun Kıbrıs sorununun çözümü konusunda da tetikleyici, motive edici, katalizör rol oynayabileceği ve o masada Kıbrıslı Türklerin de özne olarak bir biçimde tanınması gerektiği üzerine kurmamız gerekiyor. Ama tabi ki yoğun bir biçimde bilgi almaya ve diplomatik ilişkiler içinde olmaya da devam etmemiz lazım ki buradaki özne pozisyonumuz sadece hukuken varolan birşey değil, uygulamada da bilinen ve tanınan birşey haline gelsin. “Önümüzdeki 5 yıl çok çalışılması gereken ve dış politikada çok daha aktif olunması gereken bir beş yıldır” derken Doğu Akdeniz’deki bu gelişmeleri de dikkate alarak bunu söylüyorum. Ve öyle olacak, Kıbrıs Türk halkının geleceği açısından başka şans yoktur, biz burada çok çalışmak ve aktif olmak zorundayız ve olacağız.
“Siz kendinizi yeterince hatırlatamazsanız, birileri sizi unutmaya çok meyyaldir”
Soru: Dünya bazen bizim burada olduğumuzu unutuyor diyorsunuz, AB’nin yardım paketi onaylandı. Siz rakamın pandemi olmasaydı da aynı olacağını söylediniz ve buna tepki koydunuz. AB Kıbrıslı Türkleri unuttu mu?
Erhürman: AB de tabi ki unutur. Bütün Avrupa pandemiden ekonomik olarak zarar gördü. Orada da bir paylaşım savaşı yaşanıyor. Siz kendinizi bu dönemde yeterince hatırlatamazsanız, birileri sizi unutmaya çok meyyaldir. Çünkü zaten kaynak sınırlıdır, o kaynak üzerinde talepte bulunan çok sayıda ülke vardır. Siz Kıbrıs Türk halkı olarak AB’nin zaten resmi anlamda üyesi değilsiniz. Ancak AB de şunu hatırlamak zorundadır ki, coğrafi olarak sınırlarını Girne’nin sınırlarına kadar uzatmıştır ve “Kuzey Kıbrıs’ta AB mevzuatı askıdadır” demiştir ama coğrafi olarak Kuzey Kıbrıs’ın da dahil olduğu Kıbrıs adasının AB toprağı olduğunu kabul etmiştir. O zaman AB, “pandemi geldi Lefkoşa’da Yeşil Hat’ta durdu” diyemeyeceğine göre, konuyu sürekli gündemde tutmamız, sıcak tutmamız gerekir. Biz sıcak tutmadığımız müddetçe bu yaşanan olur, AB, “size 31.6 milyon Euro yardım yapacağız” diyor, bu zaten Mali Yardım Tüzüğü kapsamında yıllardır her yıl yapılan yardıma yakın bir yardım miktarıdır. Bu yıl bütün dünyada pandemi yaşandı, AB bütün Avrupa ülkelerine dağıtılmak üzere bütçe ayırdı, buna Güney Kıbrıs da dahildir ama bize gelince sadece Mali Yardım Tüzüğü kapsamında 31milyon Euro veriliyor. Bu kabul edebileceğimiz birşey asla değildir. Çünkü o Mali Yardım Tüzüğü’nün mantığı neydi? Kıbrıslı Türkler’in ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmak. Bizim ekonomik kalkınmamız pandemi dolayısıyla bu kadar zarar görmüşken, AB bu yokmuş gibi davranarak aynı rakam üzerinden bizim kalkınmamıza katkıda bulunduğunu iddia ediyorsa, böyle birşey yoktur. Kıbrıslı Türkler burada vardır ve pandemiden varolan herkesin zarar gördüğü gibi biz de varolduğumuz için zarar gördük, bunu görmezden gelemezsiniz. Bunu diplomatik ilişkilerle çok daha yoğun bir şekilde anlatmak gerekiyor ve anlatacağız.
“Cumhurbaşkanlığı’nın liderliğine fena halde ihtiyacımız var”
Soru: Cumhurbaşkanı adayısınız ve tüm bu söylediklerinizi yapmayı vadediyorsunuz. Son açıklamalarınızda özellikle toplumda liderlik eksikliğinden de bahsediyorsunuz. Ne kastediyorsunuz?
Erhürman: Hangi koşullar içindeyiz? Pandeminin sağlık konusunda verdiği zararları yaşadığımız koşullardayız. Pandeminin bize kamu hizmetleri konusunda çok ciddi eksikliklerimiz olduğunu, özellikle eğitim ve sağlık alanlarında çok açık bir şekilde gösterdiği koşullardayız. Pandeminin dövizle birlikte ekonomimize fena halde zarar verdiği ve bu zararın bir yıllık bir zarar olmadığı bilincine sahip olduğumuz koşullardayız, bu zarar daha ileriye de yayılacak. Pandemi maalesef kendi ayaklarımız üzerinde durma hedefimize de zarar veriyor. Aynı zamanda Doğu Akdeniz’de bu kargaşanın yaşandığı koşullardayız. 2004’ten beri AB’nin gündeminde olan Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nün 2020’de hala yürürlüğe giremediği, hatta AB gündeminden düşürülmeye çalışıldığı yani Kıbrıslı Türklerin varlığının unutturulmaya çalışıldığı koşullardayız. Aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen sonra beşli konferansın da gündeme gelmesi ihtimalinin de bulunduğu koşullardayız. Bu şartlar içerisinde, içeride de dışarıda da yürütme organının bir parçası olan Cumhurbaşkanlığı’nın liderliğine fena halde ihtiyacımız var. Kelimeleri bilinçli seçiyorum, cumhurbaşkanı demiyorum, cumhurbaşkanlığı diyorum, lider demiyorum liderlik diyorum. Fiilden bahsediyorum, sıfattan değil. Çünkü söz ettiğim, bu ülkede “ben liderim” diye ortaya çıkmak değildir.
“Hem içeride, hem dışarıda çok ciddi sıkıntılar var, bunlar birbirinden kopuk değil”
Cumhurbaşkanlığı makamı, ki makam kadrolarıyla birlikte vardır, o kadrolarla birlikte eylemi hayata geçirmelidir yani liderlik etmelidir, hem içeride hem dışarıda. Çünkü içeride de, dışarıda da çok ciddi sıkıntılar var. Bunlar birbirinden kopuk değil. Dışarıda sizin Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nü yürürlüğe koyabilmeniz Yeşil Hat Tüzüğü’nün kapsamını genişletebilmeniz, İslam Konferansı Örgütü üyeliğini hatırlayarak oradaki örgüt üyeleriyle ekonomik ilişkiler kurabilmeniz, içeride ekonominizin kendi ayakları üzerinde durması açısından da son derece olumlu etkiler yapacaktır. Dolayısıyla dışarısıyla içerisini birbirinden tamamen kopuk değerlendirecek koşullar da yok. Hepimiz de herhalde, umarım bunun farkındayız. Nasıl bir ülke olduğumuzu, bizim turizmden kazandığımızı ,turistlerin dışarıdan geldiğini, yüksek öğretimden kazandığımızı, gelen öğrencilerin dışarıdan geldiğini, mal ürettiğimiz zaman ihracat kapılarının açık olması gerektiğini, açık olmazsa üreticimize “üretmeye devam et” dememizin bir manası olmayacağını görebilecek kadar ekonomi bilgisine sahip olmamız gerekir. Dolayısıyla “Cumhurbaşkanlığı’nın ekonomiyle ilgisi yoktur” lafı bu alanı bilmemekle ilgili bir laftır. Dışarıyla ilişkiler madem ki bu kadar Cumhurbaşkanlığı’nda yoğunlaşmıştır, ülkenin içinde bulunduğu tanınmamışlık statüsü gereği, tüm bunlar ekonomi konusunda da çok daha aktif ve liderlik eden bir Cumhurbaşkanlığı makamını gerektirir, bu çok açıktır.