Besire Paralik
besire_paralik@hotmail.com
LGBTi (Lezbiyen, gay, biseksüel, trans, interseks) bireylerin hemen her ülkede, Mayıs ve Haziran aylarında yürüyüş düzenlemelerinin tek bir çıkış noktası olsa da, yürüyüş kendi içinde birçok sebebi barındırıyor. Onur Yürüyüşü adı verilen bu eylem, çoğu ülkede yürüyüşle sınırlı kalmayıp çeşitli etkinliklerle bir haftaya yayılarak Onur Haftası adını alıyor. ‘‘Onur’’ kelimesinin ‘‘özsaygı’’ ile aynı anlama geldiği göz önüne alındığında, bu eylemlerin salt ‘‘LGBT olmaktan gurur duymak’’ olarak açıklanamayacağını belirtmek gerekiyor. Bu eylemlerin çıkış noktasına bakıldığında, onurdan kastın kişinin kendi özünü reddetmeyip cinsiyet kimliğini benimsemesi ve içinde yaşadığı düzene direnmesi olarak açıklanabilir. Bir diğer deyişle buradaki amaç, mutlak kadın-erkek ikiliğine dayanan otoriter düzenin heteroseksüel olmayan bireylere getirdiği kısıtlamalara karşı bireyin içine hapsedildiği çemberden çıkması ya da çıkmak için çabalamasıdır.
Dünya genelinde Onur Yürüyüşlerinin çıkış noktası 1969 yılının New York’undaki direnişe dayanır. Polis baskınlarına alışkın olan dönemin LGBT eğlence mekânları, kimlik kartı kontrolü adı altında sürekli olarak tutuklanmaların yaşandığı yerlerdi. Kıyafetleri ‘‘uygun” bulunmayanların dahi tutuklandığı baskınların birinde, daha önce yaşanmamış bir olay gerçekleşmiş, bu da küresel çapta bir dönüm noktasına vesile olmuştu. 28 Haziran günü sekiz polis –tabii daha sonra bu sayı arttı-Stonewall Inn isimli bara baskın düzenleyerek o gece orda bulunan yaklaşık 200 kişiyi kimlik kartı kontrolüne tabi tutmak istedi. İşyeri sahiplerinin kontrol edilmeyi reddetmeleriyle beraber gerginlik artmış, tutuklulardan birinin kelepçelerin çok sıkı kapatıldığını dile getirmesi sonucu polisin cop kullanarak şiddete başvurması olayların patlak vermesine yol açmıştı. O gece LGBT bireyler ile polisler arasında çıkan çatışmada Stonewall Inn isimli mekân kısmen yıkıma uğradı, yaralılar hastahaneye kaldırıldı ve günün sonunda onüç kişi tutuklandı.Daha önceleri polis müdahalelerine karşı sessiz kalan LGBTler bu olaydan sonraki günlerde direnişe devam ederek LGBT görünürlüğü ve hak arayışı bağlamında tarihi bir olayın yaşanmasına öncü oldular.
LGBT hak arayışının politik anlamda güçlenmeye başladığı dönemlerde LGBT yürüyüşleri Stonewall Inn isyanını takip eden yıllarda devam etti. Stonewall Inn isyanının yıldönümü olan Haziran ayında düzenlenen onur yürüyüşleri, 90’lı ve 2000’li yıllarda birçok ülkeye yayılarak dünya çapında geleneksel bir hâl aldı. Amerikan Psikiyatri Birligi’nin (APA) eşcinselliği hastalık sınıflandırmasından kaldırması isyanı takip eden yıllarda gerçekleşti(1973). Dünya Sağlık Örgütünün de eşcinselliği hastalık sınıflandırmasından kaldırmasıyla birlikte (1990) homofobik argümanların dayandırıldığı resmi bilimsel açıklamalar da kısmen ortadan kalkmış oldu. (Transeksüellik‘‘bozukluk’’ tanımlanmasından çıkarılmasına rağmen hala ‘‘cinsiyet disforisi’’ şeklinde tanımlanıyor. Bkz. DSM-5, 18 Mayıs 2013). Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) eşcinselliği hastalık sınıflandırmasından çıkardığı tarihe denk gelen 17 Mayıs, 2004 yılından bu yana birçok ülkede ‘‘Uluslararası Homofobi ve Transfobi Karşıtı Gün’’ adı altında kutlanıyor. Bu yıl Kıbrıs’ın kuzeyinde düzenlenen gökkuşağı yürüyüşünün çıkış noktası da bu tarih oldu.
Kıbrıs’ta bu yıl ilk kez düzenlenmesiyle birlikte, LGBT yürüyüşleri tüm Avrupa ülkelerinde her yıl gerçekleşen bir eylem haline gelmiş oldu. Bu zamana kadar aralarında Kıbrıs olmadığı için yürüyüşün tüm Avrupa’da organize edildiğinden bahsedilemezdi. Kıbrıs’ı diğer Avrupa ülkelerinden ayıran bu durum neyse ki şimdilerde sona erdi. Kuzey Kıbrıs’ı diğer Avrupa ülkelerinden ayıran bir başka özelliği ise homoseksüelliğin beş ay önce ceza yasasında bazı değişikler yapılıncaya dek suç sayılmasıydı. Yasanın kaldırılmasıyla beraber eşcinselliğin cezalandırıldığı hiçbir ülke kalmamış olsa da, Kıbrıs adasının hala ‘‘biricik” olduğu bir başka özelliği var ki o da ayrı zamanlarda iki farklı onur yürüyüşü düzenlenmesine sebebiyet vermiş olan başkentin bölünmüşlüğüdür.
Erkekliği iktidarla özdeşleştirip fiziksel güç ile tanımlayan ataerkil yapının ‘‘yeterince erkek olmayan’’ bireyler üzerinde yarattığı eril şiddet Kıbrıs’ta kadınlık ve erkeklik kalıplarının sorgulanmasına imkan tanımasa da, 17 Mayıs günü Kıbrıs’ın kuzeyinde düzenlenen yürüyüşle feminist, antimilitarist ve LGBT hareketler kalıplaşmış algıları kırmak için verdiği mücadeleye devam etti. Adanın bölünmüşlüğünün yarattığı siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel çıkmazların, insan hayatına değer vermeyen politikaların uzantıları oldukları bir kez daha gözler önüne serildi. Keza, Onur Haftası’na hazırlanıldığı sırada Türkiye’nin Soma ilçesindeki maden işletmelerinde gerçekleşen patlamada yüzlerce kişinin ölümünden kimin sorumlu olduğunu anlamak hiç de zor değildi. Kapitalist ve ataerkil sistemin sömürdüğü işçilerin uğradığı adaletsizlik bize, Gezi parkında direnirken devlet tarafından uygulanan orantısız şiddeti, trans olduğumuz için öldürülüp katillerimize haksız tahrik indirimi uygulayan kararları, kadınlığı bedeni üzerinden tanımlayan bakış açısını, milliyetçi politikaların süregeldiği adada bölünmüşlüğün devam ettirilmesiyle yürünecek yolların nasıl engellenmeye çalışıldığını hatırlattı.
Lefkoşa’nın güneyindeki Onur Yürüyüşü, kuzeydeki yürüyüşten iki hafta sonra, 31 Mayıs günü gerçekleşti. Kuzeydekinden farklı olarak, Güney Lefkoşa Belediyesi ve Avrupa Birligi temsilciliğinin de organizasyonunda yer aldigi yürüyüş uluslararası basında ‘‘Kıbırıs’taki ilk Onur Yürüyüşü’’ şeklinde yer aldı. LGBT bireyler olarak görünmez olmamızın üzerine yaşadığımız ülkenin görünmezliği de eklenince, Ralph Ellison’un ırkçılığa getirdiği tanım belki de içinde bulunduğumuz durumun en iyi özetidir: ‘‘Siyah adamın birçok beyazın gözünde görünmez adam olması; aktif olarak nefret edilmese bile, birlikte yaşanan bir insan olarak algılanmamasıdır.’’*Atılan adımların önünü kesen engellerin farkedilmesi adına yolda farklı yönlere doğru çoğalarak ilerlemek, herkesin aynı yönü takip etmek zorunda olmadığını bize hatırlatacak, benzer engellere karşı direndiğimiz için belki de **adımlarımızı daha güçlü kılacaktır.
*Francis Fukuyama, ‘‘Tarihin Sonu ve Son İnsan’’, s. 182, Gün Yayıncılık, 1999