Her yıl bir tiyatro şöleni yaşanır Başkent Lefkoşa’da…
Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nda çalışanlar yürek koyar.
Bu yıl 12’ncisi sürüyor yine her zamanki gibi muhteşem oyunlarla…
Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun kurucularından Yaşar Ersoy “bu yıl organizasyonu gençlere bıraktım” diyor, aslında koltuğa yapışanlara koca bir ders vermek istercesine…
Ve Kıymet Karabiber ve ekibi üstleniyor o koca festivalin yükünü…
Özenle seçilmiş birbirinden güzel oyunlar nefes nefese buluşmaya devam ediyor seyircisiyle; hem de çok özel seçilmiş ortak bir temayla:
YÜZLEŞME…
Bir sure önce yüreğimde garip bir sızıyla uyanmıştım. 20 Temmuz günüydü. Bu adada en büyük değişimin yaşandığı günün 40’ncı yılında...
Günler boyu sürdü gitti burukluğu yüreğimde. Neleri feda etmiştik bu adada 40 yıl önce ve neydi kazandıklarımız geçen onca yıla karşın...
Yaşayamadığım (ız) çocukluğumu(zu), gençliğimi(zi) düşündüm. Orta yaşın hüznüyle resmi geçit oldu umutsuzluğa, çaresizliğe dönüşen çabalarımız. Bir türlü yakalayamadığımız, artık neredeyse bir düş haline gelen barışı düşündüm.
Çok insan tanıyorum yüreğinde ata yadigârı topraklarından koparılmanın derin acısıyla göçüp giden...
Ve çok insan tanıyorum “artık tanıyamaz olduk” dedikleri bu toprakları terk edip giden...
Çok insan tanıyorum ganimetin sarhoşluğunda kendini unutan...
İki toplum tanıyorum hala YÜZLEŞEMEMENİN etkisiyle, kendine yabancılaşan, yalnızlaşan, serseri mayın misali öylesine yaşayan...
Hazımsız, umutsuz...
Uzun yıllar yurt dışında yaşayıp bu toprakların hasretine dayanamayıp ülkesine dönen bir arkadaşımdan bir mail aldım o gün...
Öyle güzel anlatmıştı ki ben ve benim gibilerin duygularını…
‘’Evet bugün 20 Temmuz…
Zavallı Kıbrıs.
Yarısı kutlama taklidi yaparken, diğer yarısı ağlarmış gibi yapıyor.
40 yıl geçti ama en ufak bir akıllanma yok…
Kutlayın ve ağlayın dostlarım
40 yıllık değişmeyen aptallığınızı ve BAŞARISIZLIĞINIZI kutlayın ve ağlayın…’’
Aslında bir YÜZLEŞMEME halidir yaşanan. Bu görmezden gelme hali bizim gibi toplumlarda daha çok rastlanan bir refleks. Herkes aynı anda konuşuyor, cümleler bir şey ifade etmiyor. Öyle bir sağırlığa dönüşüyor ki bu... İnsanlar çığlık çığlığa bağırıyor, ama herkes sadece kendi sesini duyuyor.
Festivalin bu akşamki oyunu “ŞARK DİŞÇİSİ”... 19’ncu yüzyılda İstanbul’daki Ermeni azınlığını konu alan müzikli, danslı, şenlikli bir mizah yazını...
Haydi tiyatroya. Bakalım bu akşam neyle yüzleşeceğiz...
Ama unutmayın Kıbrıs Tiyatro Festivali Eylül ayı sonuna dek sürecek ve hayatın her alanıyla bizleri yüzleştirmeye devam edecek..
-------------------------------------------------------------------
Gülümseyenden Değil, Sevgisizlikten Korkalım...
Gülümsemeye aşık, gülümseyebilene sevdalı biriyim ben...
Bir gülümsemeyle aydınlanır dünya, bir gülümsemeyle ısınır yürekler....
Gülümsemesini bilmeyen insanlarla nedense hiç işim olmamıştır.
Minicik bir fotoğraf karesinde gülümseyen bir kadına, Meclis Başkanı’mız Dr. Sibel Siber’e, gülümsedi diye yapılan hakaretleri okuduğum zaman tek kelimeyle kanım dondu.
Nasıl bir nefret, nasıl bir kin kaplamıştı yüreğimizi...
Nasıl bir sevgisizlikti ki bu, bir insan gülümsedi diye çarmıha geriliyordu?..
Benim taparcasına sevdiğim bu toprakların çocukları mıydı bunu yapan?..
Korktum, utandım, dilim tutuldu.
Kendi insanımdan, kendi topraklarımdan...
Beğenmeyebilirsiniz, sevmeyin...
Tasvip etmeyebilirsiniz, seçmeyin...
Ama bu adanın yüreği acılı güzel insanları,
İnanın ki yolu sevgiden geçmeyen hiçbir toplum var olmamıştır.
Ve gülümseyenden değil, sevgisizlikten korkalım...
Ve biz inadına gülümseyeceğiz; ta ki toprak ana gülümsememizden sırılsıklam sevgiyle yıkansın...
Evet biz inadına gülümseyeceğiz; fikri bizimle aynı olana da, olmayana da...
Çünkü biz kim olduğumuzu biliyoruz.
Yoksa Bülent Arınç’ın dediği gibi siz de kadının gülmesine karşı olanlardan mısınız?
Yazık ki ne yazık...
-----------------------------------------------------------------------
Gül Şuruplu Sulu Muhallebi...
Mahkemeler Önü’nün bildik simaları vardır. Tıpkı Sarayönü'nün olduğu gibi...
İşte onlardan biridir Hakan Usta...
Yüzyıllar ötesinden gelen bir lezzeti buluşturur müşterileriyle, ya da misafirleriyle...
Gül şuruplu sulu muhallebisini hazırlarken gülümseyen sıcacık bakışlarıyla, aslında besbelli ki sevgi katar bu antik tatlıya...
Mütevazı, minicik bir arabası var Hakan Usta'nın… İçinde sadece muhallebi, gül şurubu, çiçek suyu ve toz şeker olan...
Ama Sarayönü'nün binlerce yıllık hakimi güvercinler söyledi, kışları da şamali, galobrama, salep, kazandibi, sütlü muhallebi ve o kalın simitsi tatlıdan da satarmış...
Minicik bir öğle arasında uğradık Hakan Usta'ya...
Kallavi bir sohbette buluştuk gül şuruplu sulu muhallebinin büyüsüyle...
Öylesine Kıbrıslı ve öylesine adalı...
E paylaşmasam olmazdı, o yüreği güzel insanı ve bu adaya dair muhteşem lezzeti...
Dediğim gibi postanenin hemen önünde, mahkemenin karşısında...
Bin yıl önce Lüzinyan Sarayı’nın olduğu sokakta...
Atlamayın derim…