Doğup büyüdüğümüz bu ülkede bizim özgürlüklerimiz var. Bunların başında da düşündüğümüzü söyleyebilme, savunabilme ve gerektiğinde de bunun için kavga verebilmek gelir. Bunun aksine pısırık bir siyasetle Kıbrıslı Türklerin iradesine saldıranlara sesini yükseltmemek, en fazla bu toplumun varoluş mücadelesine veya artık daha doğru bir tabirle “yok olmama kavgasına” zarar verir.
Geldiğimiz noktadan kendimize bir ayna tutup bakacak olursak, Kıbrıs’ın kuzeyinde gerçekten Kıbrıslı Türklerin gerçek siyasi sorununun ne olduğu ve bu sorunu çözmek için hedeflerinin ne olması gerektiğini cevaplama cesaretini gösteren çok az sayıda siyasetçinin olduğunu göreceğiz.
Yıllarca görüşme masalarında kaybedilen zamanı, samimiyetten yoksun liderleri, orada bu konuşulduydu, burada o yazıldıydı, konfederasyondu, yoksa federasyon muydu tartışmalarını, Kıbrıslı Rumlarla yeniden oluşturulması hedeflenen devlette yetkilerin nasıl paylaşılacağı, toprakların nasıl bölüneceği, yürütmede dönüşümlü başkanlık olup olmayacağını konuşurken en önemli sorunu görmezden geldik.
Federal Birleşik Kıbrıs’ta kimin kime üstünlük sağlayacağı ya da kimin azınlık olacağı yönünde yapılan ve bir insan ömrü kadar süren çıkmazlar, garatilerin kırmızı çizgileri, siyasi eşitliğin parıltısı, yeşil hattın insansız sokakları ve varillerle bölünmüş eski cumbalı evler arasında kendimizi aradık durduk bu kadar yıl.
Milli eğitimde defterlere anavatan yazdık, bastırılan kitaplara toplu mezarların siyah beyaz öfkesini koyduk, hatta gittik ve gezdik ve gördük insanın insana yaptığını, şiirler de okuduk ve mezalimin romanını yazdık, belki bu kadar yıl geçtikten sonra kendi kendimize ettiğimizi kendimizde bulduk.
Gözümüzü kapadık, vazifemizi yaptık.
Kurumların içine doluştuk, maaşlara bağlandık, başkasının nefesini kovup onların evlerine, daha dün pişirdikleri çorbanın izi dururken ocakta, kendimize yuva yaptık. Mecburduk, yaşamak ve direnmek zorundaydık.
Değil mi?
Döndük, beğenmedik yıktık Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni yerine anlı şanlı KKTC’yi kurduk.
Kurduk ve battık.
Büyük bir bataklığın içinde, çıkmazı olmayan, çırpındıkça daha çok içine çeken bir kurulu düzenin hepimiz vatandaşı olduk.
Vatan-daş-ı !
Biat eden, her seçim müdahaleleri seyreden, oyları satılan, satın alınan, rüşvetle devşirilen vekillerin bulunduğu kürsüden onlara içimizi kemiren bir sahtelikle baktık.
Biliyorduk. Bu işte bir terslik vardı işte.
Bu ülkenin sol yanı maalesef bir yaradır.
Yaradır ve açık bir sancıdır.
Apaçık bir kanamadır.
Öylesine öfke doludur ama işte, gönül kıramayandır, aramız düzelsin’dir, aman ha!’dır, maaşları nasıl ödeyceyik’tir, gelince iktidara bakarık’tır, eee çözüm olunca düşünürük’tür, gülümse zaten bize umut gerek’tir, umutsuz kalırsak oy alamayık’tır, makul olmak zorundayık, çünkü artık düzen değişti’dir...
Bu ülkenin sağı bir yaradır.
Açık bir kanama, iç bunaltısı, göz göre göre istifra ve bunun yalanıdır.
Yutturulan bir ezberdir KKTC sağ seçmen için, iradesini Rum’a hesap soran, şehit mezarlarına devlet haşmetine zarar gelmesin diye su borusu döşeyen bir illettir.
Zillettir, verdiği umut. Devlet olmanın gereklerini hiç umursamayan, hiç sorgulamayan, demografik yapı ile tümüyle değişmiş, bam başka bir mecraya kaymış, gözü tamamen kapalıdır, adeta cehaletin oy semirmeye yaradığı bir köşedir.
Bildiğin köşe’dir !
Bu ülkenin merkezi, oldukça büyük bir yaradır.
Doğusu, kuzeyi, güneyi, en ucu, en yalnız ve ıssız yeri, en kalabalık caddesi de yaralıdır.
Biz bu kadar yıl Birleşik Kıbrıs için “mücadele” ederken, kendi yurdumuza dair önce irademizin bağımsızlığını kaybetme, sonra da tamamen teslim olma gaflet ve hıyanetine düştük. Kendi ülkemizde bizlere hakaret edenleri gülümseyerek karşılamayı, elçiye zeval olmazcılığı, yedi buçuktan sekizciliği, paketler için yumuşamayı, iktidar olmak için eğilmeyi, kafamıza taş attıklarında susmayı kabullendik.
Çünkü bu kurulu düzene tutunmak istedik.
Kendimize öz güveni olmayan, heyt! denildiğinde hazır ola geçen, korkak, durgun ve berbat liderlikler arasından kendimize gelecek seçtik.
Bugün yaşadıklarımız, Sn.Akıncı’ya yapılan saldırılar da bunun getirisidir.
Yıllardır herkesin söylediği ve daha önce de kendisinin birçok mecrada söylediği düşüncelerini açıkladığı için Sn.Akıncı’ya Türkiye’deki iktidar odakları pervasızca ve ahlaksızca saldırıyorlarsa bunun tek sorumlusu bugüne kadar gerçek sorununun ne olduğunu göremeyen biz Kıbrıslı Türklerdir.
Rumdan siyasi eşitlik talep ederken, bağımsız ve egemen KKTC’nin polisini yönetemeyen, Rumdan dönüşümlü başkanlık talep ederken KKTC’nin Cumhurbaşkanı’nı alaşağı etmekle tehdit edenleri görmeyen, Rumdan egemenlik talep ederken, Türkiye’nin vesayeti altında yokolan bizleriz.
Sn.Akıncı yıllardır vesayet altında yönetilen bizlerin alışkın olmadığı bir cesaretle konuşuyor. Verdiği demeçler, yaptığı konuşmalar bizim içimizden geçenlerin dile dökülmüş hali sadece. Ne bir eksiği var söylediklerinin ne de bir yalanı.
Yıllardır bu ülkede solun dile getirdiği düşünceleri Sn.Akıncı gerek şahsına gerekse ailesine bu kadar çirkin ve tehlikeli söylemlerde bulunulurken, sadece beş yıl daha koltuğunu korumak için dile getirdiğini savunanlar bence aynaya bir daha bakmalılar.
Çünkü düşündüğünü söyleyebilme cesareti, ikircimli olmayan bir dürüstlük veya kendi toplumunun iradesine saygı için dik duruş sergilemek, bizim siyasetimizde alışkın olduğumuz bir karakter yapısı değil.
Herkese göre Sn.Akıncı’nın beş yıllık başkanlık döneminde elbette eleştirilecek hataları olmuş olabilir, eleştirilsin de, ancak konu “dik duruş” göstermeye gelince kendilerinin gösteremediği cesareti Sn.Akıncı gösterdi diye Türkiye’nin kalbinin kırılacağı endişesi taşıyanlar zaten Türkiye’ye siyaseten iltihak olmuşlardır, artık onlardan da ne fayda!
Doğup büyüdüğümüz bu ülkede bizim özgürlüklerimiz var. Bunların başında da düşündüğümüzü söyleyebilme, savunabilme ve gerektiğinde de bunun için kavga verebilmek gelir. Bunun aksine pısırık bir siyasetle Kıbrıslı Türklerin iradesine saldıranlara sesini yükseltmemek, en fazla bu toplumun varoluş mücadelesine veya artık daha doğru bir tabirle “yok olmama kavgasına” zarar verir.
Sn.Akıncı’nın toplumun aynası olan düşüncelerini söyleyebilme özgürlüğünü savunmak, dolayısıyla hepimizin özgürlüklerini yükseltmek herkesin görevi olmalıdır.
Yazıya başlarken aynaya bakıp kaçırdığımız siyasi bir mücadeleyi anımsatmak istedim.
Kıbrıslı Rumlarla yürütülen müzakerelerde herşeyi olması gerektiği gibi, siyasi eşitlikten, dönüşümlü başkanlığa, egemenlikten, eşit katılıma, istedik ancak günün sonunda bir şeyi unuttuk:
Bu kadar yıl geçtikten sonra Türkiye’nin vesayeti altında, gün geçtikçe yaşadığımız bu kurulu düzende, elimizde artık hiç bir şey kalmıyor olduğu gerçeğini unuttuk.
Vermemiz gereken mücadele artık, eskiden Kıbrıs Cumhuriyeti ve sonrasında sahip olduğumuz haklardan daha fazlasını isterken, artık bizden geriye hiç bişey kalmama gerçeği karşısında önce bununla yüzleşmek, sonra da bu gerçeklik karşısında “dik durmak” olmalıdır, çünkü dünden ileride değil çok gerideyiz artık.
O kadar hakaretin karşısında Sn.Akıncı’ya karşı “Aramız Bozulmasın” diyen içerdekiler, bir daha düşünmeliler. Çünkü hepimiz biliyoruz ki,
gerçek mücadele verilmesi gereken safları görmezsek, yakında bozulacak bir “aramız” dahi kalmayacak bu “ada”da...
Ne biz kalacağız buralarda,
Ne de bir yurt, bir yuva, bir Ada...