Hüsnü Öndül
Geçmişle yüzleşme ve hesaplaşma için ülkenin anayasal ve yasal sisteminin değişmesi gerekiyor. Hem sistemin hem de kamu otoritelerinin eylem ve işlemlerinin, hukukun üstünlüğü ve demokrasiye, insan haklarına ve azınlıkların haklarına saygıya dayanmalı.
Ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı otoriter/totaliter rejimlere sahip ülkelerde daha çok demokrasiye geçiş süreçlerinde gündeme geliyor yüzleşme/ hesaplaşma ve özür konuları.
“Ağır insan hakları ihlalleri” nitelemesi, soykırım, insanlığa karşı işlenmiş suçlar, savaş suçları ve yaygın ve sistematik olarak işlenmiş insan hakları ihlallerine yani işkenceler, yaşam hakkı ihlalleri, faili meçhuller, peşin-yargısız- infazlar, zorla kaybetmeler, zorla yerinden etmeler gibi fiillere işaret ediyor.
Böyle ülkeler sürekli olağanüstü koşulları ve sürekli olağanüstü dönemleri (iç savaşlar, ayaklanmaları bastırma harekatları, hak taleplerinin şiddetle, öldürmeler, kaybetmeler, infazlar, hapsetmelerle karşılanması) yaşarlar.
Bu tür ülkelerin sahip olduğu siyasi ve hukuki rejimlerde, cezasızlık politikası oluşturulmuştur ve uygulanır.
Cezasızlık bu tür rejimlere sahip ülkelerde aynı zamanda bir kültür haline de gelmiştir.
Cezasızlık ne demek?
Cezasızlık, ağır insan hakları ihlallerinin faillerinin bulunmaması, soruşturulmaması, kovuşturulmaması, yargılanmaması ve suçlu bulananların cezaya çarptırılmaması halidir.
Evet, bir ‘hal’dir, ‘durum’dur cezasızlık.
Suç ve hukuk
Belirtilen durumlarla ilgili hukukun rolü ve kavramsallaştırma konusu önemli. Ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı dönemlerle, koşul ve durumlarla ilgili olarak, “Geçmişle Yüzleşme” kavramı da “Geçmişle Hesaplaşma” kavramı da kullanılmaktadır. (Bernhard Schlink 1)
“Suç daima geçmişte kalana ilişkindir. Suçun yalnızca tek tek insanların geçmişteki davranışlarına değil, geçmişe ilişkin oluşu ve tarihin belli bir dönemini tamamen ve üstüne o dönemin ardından gelen bugünü de karartması, Nazi Almanyası sonrası döneme özgü bir tecrübedir. Yahudi Soykırımı’nın karanlık gölgesi geniş bir alana yayılır ve geçmişe ilişkin suç konusunun kuşakları aşarak sürekli gündeme gelmesine neden olmuştur. ”(s. 13) der.
Schlink burada geçmiş dönemin suçunun gölgesinin bugüne uzandığını vurgulamaktadır.
“Geçmişle hukuk Aracılığı ile Baş Etmek” başlıklı bölümde, “Geçmiş olan, baş edilebilir değildir. O hatırlanabilir, unutulabilir veya bilinç dışına itilebilir. Geçmişin öcü alınabilir, cezası kesilebilir, kefareti ödettirilebilir ve ondan pişmanlık duyulabilir. Geçmiş, tekrarlanabilir de, bilinçli veya bilinçsiz olarak …” (s. 73)
Schlink “Roma hukuku in praeteritum non vivitur”(geçmişte yaşanmaz,
Ç.N.) ilkesini kabul eder. Bu ilkenin hukuk uygulaması açısından can alıcı noktası şudur: Geçimlik geçmiş için değil, ancak şimdiki zaman ve gelecek için talep edilebilir. Hukuk felsefesine ilişkin anlamıysa, bizim geçmişte veya geçmişe doğru değil, şimdiki zamanda ve geleceğe doğru yaşıyor olduğumuzdur; hukukun geçmiş yaşamı değil ancak şimdiki gelecekteki yaşamı şekillendirebileceği ve düzene sokabileceğidir. Gerçi geçmişteki haksızlık için zararın tazminine veya bir cezaya hükmedilebilir. Ancak maddi tazminat tam da sadece zarar görmüş veya kaybolmuş mal için bir tazmindir ve kaybı veya zararı ortadan kaldırmaz. Diğer yandan suçun da olumsuzlama olarak kavranması halinde, ceza suçun olumsuzlanmasıdır ancak. Hatta geçmişe etkili olduğu söylenen kanun da aslında geçmişe etkili değildir; etkisini şimdiki zamanda ve geleceğe doğru gösterir. Geçmiş olanla yalnızca ilişkilidir ve hukuk bunu sıklıkla yaptığına ve yapmak zorunda olduğuna göre, ne zaman geçmişe etkili kanundan bahsedilebileceği sorusunu cevaplamak zaten güçtür,” der.
Schlink, “Hukuk, toplumun ve siyasetin geçmiş olanla yaptıkları her şeyde işe koşulabilir. Hatırlamayı destekleyebilir, unutmayı ve bilinç dışına itmeyi de… Hatırlamayı özellikle ceza takipleriyle, tazminatlarla, hakikat komisyonları ve mahkemeleriyle ve incelemelerin belge ve arşivlerde muhafaza edilmesi aracılığı ile destekler; unutmayı ve bilinç dışına itmeyiyse aflarla ve ilgili tema ve tezlerin yasaklanması aracılığıyla…” (s. 75)
Schlink, toplumsal ve siyasal kültürün kimi zaman hatırlama kimi zaman da unutma kültürü olduğunu belirtir. “Geçmişle baş etme diye bir şey de işte bu anlamda vardır. Geçmiş geçmiş olan değildir, aksine geçmiş olanın, bireysel ve kolektif biyografiyle uyumlaştırılmasının sağlanabileceği biçimde yeniden inşasıdır. (…) geçmişle baş etmenin gerek unutma gerekse hatırlama üzerinden gerçekleşebilir olması sıklıkla gözlemlenebilir. Antik dönemden modern döneme dek unutma kültürleri hep olmuştur” (s. 76)
Geçmişle hesaplaşma
Geçmişle yüzleşme/hesaplaşma kavramlarından hangisinin tercih edilmesi gerektiğine dair tartışmada, Türkiye’de Mithat Sancar “geçmişle hesaplaşma “ kavramını tercih eder (2) Sancar, hesaplaşma kavramının nötr bir kavram olmadığını ifade eder. “(…) geçmişle hesaplaşma ‘tarafsız’, ‘nötr’ bir kavram olmayıp geçmişle ilişkinin biçim, tarz ve yöntemlerine ilişkin belli bir kabulü içerir. Geçmişle hesaplaşmanın tarafsız bir kavram olmaması, aynı zamanda onun normatif bir kavram olduğu anlamına gelir. (s. 34)
“Gerçekten de geçmişle hesaplaşmayı; tarih merakı ya da intikam silahı olarak değil; insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti değerlerine dayanan bir siyasal kültür ve sistem inşa etme ve toplumsal barışı bu şekilde güvence altına alma hedefine yönelik fikir ve faaliyetler toplamını anlatan kapsamlı bir proje olarak görmek gerekir ” demektedir. (s. 35)
Yüzleşme
Murat Paker ise, “geçmişle yüzleşme” kavramını kullanmaktadır. (3)
Paker, yüzleşmenin hesaplaşmadan daha geniş bir kavram olduğunu, hesaplaşmanın yüzleşmenin bir alt başlığı olduğunu belirtir. (s. 188) Paker, yüzleşmenin “öğeleri-aşamaları” olarak, 10 madde halinde değerlendirmelerde bulunur. Bunlar, 1) Güven, 2) eşdeğerlilik ve saygı, 3) bilgi ve hafıza ya da hakikatin ortaya çıkarılması, 4) duygu, 5) anlam, 6) özür ve bağışlanma talebi, 7) tazminat, 8) tamirat, 9) hakların yeniden tanımlanması-yasal düzenlemeler, 10) yeniden ilişkilenme-sosyal adalet.
DEVAM EDECEK