Niyazi Kızılyürek
“Türk İsyanı” Efsanesi
Yakın Kıbrıs tarihinin en karanlık sayfalarından birini oluşturan ve bir bakıma 1974 darbesi ve Türkiye’nin müdahalesine zemin oluşturan 21 Aralık 1963 tarihinde başlayan ve 1964 yılı boyunca devam eden etnik çatışmalar resmi Kıbrıs Rum tarihinde Turkoantarsia, yani “Türk İsyanı” olarak adlandırılmaktadır. Buna göre, Kıbrıslı Türkler 1963-64 yıllarında Türkiye’nin adaya çıkarma yapıp Taksimi gerçekleştirmesini sağlamak amacıyla Kıbrıs Cumhuriyeti Devletine karşı isyan başlattılar. Bu anlatı, bir kaç entelektüel hariç, toplumun bütün kesimleri tarafından paylaşılıyor ve eğitim sisteminde özel bir yer tutuyor. Nitekim Kıbrıs Rum öğretmen örgütü OELMEK 2009 yılında okullara gönderdiği bir genelgede 1963-1964 çatışmalarının nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusunda şu görüşlere yer veriyordu: “Türkiye, Kıbrıs Türk toplumunun bütünüyle denetimi altında tutan TMT’yi silahlandırdı; 20 Aralık 1963 günü Kıbrıslı Türkler bölünmeyi gerçekleştirmek amacıyla Kıbrıs’ın bütün stratejik noktalarını ele geçirmeye kalkıştılar; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yasal güçleri ile TMT arasında çıkan çatışmalar BM’nin müdahalesi ile sonlandırıldı; çatışmalar Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bütün organlarından çekilerek kendi kendilerini gettolarda mahsur etmelerine neden oldu.”[1]
Oysa gerçek şudur ki, Kıbrıs Rum toplumu Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda derin bir hınç duygusuna kapılmıştı. “Haksızlığa” uğradığını düşünüyor ve Kıbrıs Türk toplumunun anayasal statüsünü kabul etmiyordu. Kıbrıs Rum liderliği, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş antlaşmalarını ortadan kaldırmak ve self-determinasyon hakkını ileri sürerek Enosis’e ulaşmak amacıyla harekete geçmişti. Bu amacına ulaşmak için de gizli yeraltı teşkilatları kurarak ayrıntılı planlar hazırlamıştı. Kıbrıslı Rumlara düzenli olarak silah eğitimi veriliyordu. Eğitim mekânları arasında cumhurbaşkanlığının yazlık sarayı ile başpiskoposluk binası da yer alıyordu. 21 Aralık 1963’te başlayan çatışmalarda hıncın tetiklediği intikam duygularıyla hareket eden paramiliter gruplar, Kıbrıslı Türklere karşı çok acımasız davranmıştı.
Makarios’u yakınlığıyla bilinen ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk Bakanlar Kurulunda Adalet Bakanı olarak görev yapan Stella Sulioti 1963 yılının sonunda başlayan etnik çatışmaları ve Kıbrıs Rum toplumunun “psikolojik durumunu irdelerken, farkında olmadan Kıbrıslı Rumları intikam duygularının yönlendirdiğini itiraf ediyor: “1956-58 yıllarında Türk saldırıları sonucu Kıbrıslı Rumların yüreklerini kuşatan korku, mal ve can kaybı, pek çok Kıbrıslı Rum’un evlerinden kovulmaları; nüfusun beşte birini oluşturan Türklerin 1956-58 yıllarında nüfusun beşte dördünü oluşturan Kıbrıslı Rumları terörize etmeyi başarmalarından kaynaklanan aşağılanma ve çaresizlik duygusu; Türklerin eylemlerinin amacının Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgal edip bölünmeyi hayata geçirecek ortamı yaratmak olduğuna olan inanç; bağımsızlık için savaşan Kıbrıslı Rumlar olmasına karşın Kıbrıslı Türklerin kazançlı çıkması ve Zürih-Londra antlaşmalarında haksız ve orantısız pay almaları, daha fazla hak elde etme peşinde koşmaları; 1960 Anayasanın ayrılıkçı ve işlevsellikten uzak olmasının ve çökmesinin yarattığı düş kırıklığı.”[2]
Kısacası, Stella Silioti Kıbrıs Rum toplumunu o dönemde kuşatan hınç duygusunun “kaynaklarına” işaret ediyor. Örneğin 1958 yılında Küçük Kaymaklı köyünden 700 Kıbrıslı Rum’un kovulduğunu belirterek, 23-24 Aralık 1963 tarihinde bu köye karşı düzenlen Kıbrıs Rum saldırılarını 1958 olaylarına bağlıyor: “Kıbrıslı Türklerin 1958 yılında Küçük Kaymaklı’yı ele geçirmelerinin yankıları küçümsenmemelidir. 1963 Aralığında bu bölgede meydana gelen toplumlararası çatışmalarda şiddete ve kan akıtılmasına yol açan fitili bu olay ateşledi.”[3]
Silioti, Gönyeli katliamına da vurgu yaparak, 1958 yılında Gönyeli köyünde sekiz Kıbrıslı Rum’un katledilmesinin “yarattığı duyguları unutmamak” gerektiğini ileri sürüyor.[4] Silioti, 1963-64 yıllarında Kıbrıslı Türklere karşı yapılan saldırılarla 1956-58 döneminde yaşanan şiddet olayları arasında “makul” neden-sonuç ilişkisi kuruyor; böylece, 1963-64 katliamlarını aklıyor.
1950’li yıllarda yaşanan şiddet olaylarının 1963-64 arasındaki etnik çatışmalarda etkili olduğu sır değil. Benzer bir değerlendirmeyi Richard Patrick de yapıyor. Patrick, bazı paramiliter grupların 1955-59 arasında yaşananlardan ötürü Kıbrıslı Türklerden intikam almaya yöneldiklerini yazıyor.[5] Fakat bu söylenenlerin hiçbiri “Türk İsyanına” kanıt oluşturmadığı gibi, 1963-64 olaylarının aslında bir “Kıbrıs Rum isyanının” olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Nitekim dönemin Yunanistan başbakanı Yorgos Papandreu 1963 sonunda başlayan çatışmaları bir Kıbrıs Rum “isyanı” olarak yorumlamıştı. AKRİTAS örgütü ise “isyancı Türklere uzun yıllar hatırlayacakları bir ders verilmiştir” diyerek övünüyordu.[6]
1963-1964 döneminde Kıbrıslı Türklere kötü şeylerin yapıldığını konuşma ihtiyacı hisseden kimi Kıbrıslı Rumlar ise, olaylardan Rumların sorumlu tutulamayacağını, çünkü şiddete başvuranların bazı “yasadışı aşırı gruplar” olduğunu ileri sürüyorlar. Oysa Hobsbawm ile Blok arasında yapılan şiddet tartışmasında da görüldüğü gibi, yasadışı grupların şiddete başvurmaları ancak güçlü siyasi liderler tarafından korunmalarıyla mümkündür.[7]1963-64 döneminde Kıbrıslı Türklere karşı saldırı düzenleyen grupların Cumhurbaşkanı Makarios’un komuta ve koruması altında hareket ettiklerine kuşku yoktur. Nitekim 1963 çatışmaları başladığında “Barış Gücü” rolünü üstlenen İngiliz askerlerinin komutanı General Young, “aşırı” grupların siyasal liderlik tarafından korunduğunu tespit etmişti.[8]Ayrıca, yasadışı grupların başında Yorgacis, Samson ve Lissaridis gibi Kıbrıs Rum toplumunun liderlik kadrosunda yer alan isimlerin olduğu biliniyor.
Toplu Katliamlar
Kıbrıs Rum toplumunun yüzleşmediği önemli konulardan biri de 1974 savaşında sivil Kıbrıslı Türklere karşı girişilen toplu katliamlardır. Bu çalışmada gördüğümüz gibi, Muratağa, Sandallar ve Atlılar köylerinde 126 Kıbrıslı Türk katledildi. Dohni’den ve civar köylerden toplanan 83 kişi de kurşuna dizilerek öldürüldü. Bu tür katliamlara katılan Rumların sayısı çok azdır. Yine de, Kıbrıs Rum toplumu bu konuda konuşmak istemiyor ve bu katliamlarla yüzleşmekten kaçınıyor. Konuyu gündeme getirmeye çalışan az sayıda duyarlı gazeteci ve aydın, şu klişe yanıtla kestirmeden susturulmak isteniyor: “Cinayetleri birkaç sorumsuz fanatik işledi, bunlar Kıbrıs Rum toplumuna mal edilemez! ”[9] Nitekim Dohni katliamını gündeme getiren gazeteci MariosDimitriu’ya tam da böyle bir yanıt verilmişti. MariosDimitriu 9 Kasım 2004 tarihli Alithia gazetesinde Dohni katliamına dair ilk yüzleşme yazısında şöyle diyordu: “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 12 Mayıs 2003 tarihli Resmi Gazetesinde 1963-64 ve 1974’te kaybolan 500 Kıbrıslı Türk’ün isimleri yayınlandı. Aralarında Dohni ve Terazi’de öldürülen 83 Kıbrıslı Türk’ün de isimleri yer alıyordu. Katillerin öldürdüğü 83 kişi arasında 55 yaşındaki Ahmet Kaşif ve oğulları Mehmet (28 yaşında), Enver (23 yaşında), Kamuran (20 yaşında) ve ilkokulu yeni bitirmiş olan Savaş da (14 yaşında) vardı. Dohni’nin birçok ailesi katillerin 2, 3, 4 kardeşi öldürmeleri sonucunda erkeksiz bırakıldı. Bunlar ne propagandadır, ne de Türk milliyetçilerinin Anti-Helen nefretle ürettiği yalanlardır. Bunlar nihayet kabul ettiğimiz, dokunduğumuz, derinlemesine incelediğimiz ve Kayıp Kişiler Komitesi’nin yardımıyla ortaya çıkardığımız tarihi gerçeklerdir. Kurbanlar et ve kemikten oluşan insanlardı. Etleri katillerin Muttayaka (Mutluyaka) yakınlarında attığı toplu mezarda eridi. Kemikleri ise bizim devlet görevlilerimiz tarafından bulundu ve adaleti bekliyor.”
Marios Dimitriu’nun bu duyarlı yazısına yanıt gecikmedi. Milliyetçi gazetecilerden Aristos Mihailidis, Dohni’de Kıbrıslı Türklerin katliama uğradığını kabul ediyordu ama bunun Kıbrıs Rum toplumuna mal edilemeyeceğini söylüyordu: “Bunları ne bütün Kıbrıslı Rumlar yaptı, ne de Dohni’nin bütün Kıbrıslı Rumları yaptı. Bunları yapan iki-üç cani idi.” Mihailidis devamla, “birilerinin abartılı ve eksik bilgilerle bütün Kıbrıslı Rumları suçluymuş gibi göstermesi, kendini kahraman yapmak için fırsat yakalayan o kişiden başka hiç kimseye bir şey kazandırmaz” diyordu ve Marios Dimitriu’ya öfke saçıyordu.[10] Bazıları da “Türk işgalini aklamak için başlatılmış bir “şer kampanyasından” söz ediyordu ve ardından “Türklerin yaptıklarını” sıralıyordu. İki toplumun bir arada yaşamasını “unutmaya” bağlayan “iyi niyetliler” ise “eski yaraları deşmeye” bir anlam vermiyordu. “En iyisi unutmak ve iki toplumun temiz sayfa açarak barışa gitmesini sağlamaktır” diyorlardı. Ayrılıkçı Türk milliyetçileri ise Marios Dimitriu’nun yaptığı yüzleşme çalışmasını kendi amaçları doğrultusunda kullanmak için çırpınıyordu. Rauf Denktaş, “Rumların konuşmaya başlamasını ileri bir adımdır” derken, müsteşarı Ergün Olgun, Kıbrıslı Rumları, Kıbrıslı Türklerden özür dilemeye davet ediyordu.[11]
Marios Dimitriu Dohni katliamına 2004 yılında el atmıştı. 15 Ağustos 1974 tarihinde katledilen ve sessizliğe gömülen 83 kişinin öyküsünü hatırlatmak istiyordu. Dimitriu, Dohni köyü muhtarı Hristodoulos Sozos’a telefon ederek bu konuyu görüşmek istediğini söylediğinde, muhtar öfkeli bir ses tonuyla “neden şimdi Dohni’yi hatırladınız” diyerek bağırıyordu. Köy halkı ise “biz Türkleri öldürüleceklerini hiç düşünmemiştik” diyerek olup-bitenlerden sorumlu olmadıklarını söylüyordu. MarioD imitriu sonunda konuşmak isteyen birini buldu, Andreas Dimitriu’yu. Andreas Dimitriu Kıbrıslı Türklerin önce köy kahvesinde, sonra da okulda toplanmaları için yardımcı olanlardan biri idi. Tecavüz olaylarına da tanıklık eden Andreas Dimitriu, Türklerin Ağridaki köyünde yaptığı tecavüzlerin intikamını almak için Ağridaki köyünden bazı Kıbrıslı Rum askerlerin Kıbrıslı Türk kadınlara tecavüz ettiğini söylüyordu.[12]
Diğer katliamların olduğu gibi, Dohni katliamının failleri de biliniyor. Katillerin isimleri kahvelerde konuşuluyor. Hatta katliamdan sonra Kıbrıslı Türkleri gömdükleri toplu mezarı başka yerlere taşıdıkları da biliniyor. Kayıp kişiler konusunda uzmanlaşan gazeteci AndreasParashos, katillerin toplu mezarı Gerasa ve Pareklisia bölgesine taşıdıklarını ve Gerasa bölgesindeki mezarın yakın geçmişte tespit edildiğini yazmıştı. Parashos yazısında, “katiller maalesef hiçbir pişmanlık duymuyor” diyordu...[13]
Gerçekten de pişmanlık duyduğunu açıklayan bir kişi bile bulunamıyor! Bu çalışma esnasında Muratağa, Sandallar ve Atlılar köylerindeki katliamlara katılmış bir fail ile üçüncü kişi üzerinden kurduğumuz temas sonucunda duyduklarımız ürkütücüydü. Fail, “Benim gözümde onlar insan değil taş idi. Ben taşlara kurşun sıktım, insanlara değil. Pişman değilim” diyordu.[14]
Toplu katliamlarla yüzleşme konusunda 2015 yılında bazı ileri adımlar atıldı. Tarihte ilk defa bir Kıbrıs Rum siyasi partisi (AKEL), Muratağa, Sandallar ve Atlılar’da katledilen Kıbrıslı Türklerin mezarlarını ziyaret edip çiçek bıraktı. 9 Eylül 2015 tarihinde toplu katliam bölgesine giden AKEL yetkilileri, yaptıkları açıklamalarda EOKA B tarafından katledilen Kıbrıslı Türklerin anısına saygı duyduklarını ve “hakikati dile getirmeden barışa ulaşmanın imkânsız olduğunu” söylediler. AKEL milletvekillerinden EleniMavru konu ile ilgili kaleme aldığı bir yazıda Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türklerin okullarda sadece kendi etnik gruplarının başına gelenleri öğrendiklerini, “öteki” toplumun başına gelen kötülükleri öğrenmedikleri yazıyordu. Son olarak, yüzleşme ve uzlaşma için kilit önemdeki bir noktanın altını çiziyordu: “hakikat kabul edilmeden barış inşa edilemez!”.[15] Ne var ki, AKEL’in bu anlamlı girişimi Kıbrıs Rum toplumunda tartışılmadı. Diğer siyasi partiler sessiz kalmayı tercih ettiler ve ne lehte ne de aleyhte tek kelime etmediler. Milliyetçi aydınlar ise her zaman yaptıkları gibi Kıbrıslı Türklere karşı toplu katliamları “birkaç fanatik Kıbrıslı Rum’un yaptığını” ileri sürerek Kıbrıslı Rumların bu katliamlardan sorumlu tutulamayacağını, ve bu suçların “işgalci Türk ordusunun Kıbrıslı Rumlara karşı giriştiği katliamlarla karşılaştırılamayacağını” iddia ediyorlardı.[16]
[1]Makarios Drusiotis’in“1963-64’te iki toplum arasında çatışmalarla ilgili gerçekler ve yalanlar,” Politis Gazetesi, 25 Ocak 2009.
[2]Stella Sulioti, Fettered Independence: Cyprus, 1878-1964, University of Minnesota Press, Minneapolis, 2006, s. 354.
[3]Y.a.g.e., s.354-355
[4]Sulioti, FetteredIndependence: Cyprus, 1878-1964, s. 354.
[5]Richard A. Patrick, PoliticalGeographyandtheCyprusConflict, 1963-1971, University of Waterloo, Ontario, 1976,s.36.
[6]SpirosPapagerogiu, Apo tin Zirihi is ton Atilla, s. 271.
[7]Paul SantaCassia, Bodies of Evidence, s.26.
[8] Martin Packart, GettingItWrong, s.20.
[9]Yannis H. Yuannu, Theoria tis Sinomosias ke Kulturatis Dihotomisis, Papazi Yayınları, Atina, 2009, s.180.
[10]Marios Dimitriu, Mikres Aftopsies, Lefkoşa, 2008, s.15.
[11] Ergün Olgun, Greek Cypriot State Terror Revealed, http: //www.mfa.gov.tr
[12]Marios Dimitriu, s.21.
[13]Kathimerini gazetesi, 10 Kasım 2013.
[14]P.H ile fail M. Arasında geçen konuşmadan. Konuşma M.’nin Larnaka’daki evinde 13 Temmuz 2014 tarihinde gerçekleşti.
[15]Haravgi, 13 Eylül 2015.
[16]Aristos Mihailidis, Filelefteros gazetesi, 11 Eylül 2015.