Ödül Aşık ÜLKER
Ekonomi ve Turizm eski Bakanı, Ekonomist Derviş Kemal Deniz, hükümetin sorunların kökenine tam anlamıyla inmediğini söyledi.
“Hükümetin yaptıkları yeterli değil. Daha planlı ve programlı olunmalı, yüzümüzü AB’ye dönüp imkanlar yaratmalıyız” diyen Derviş Kemal Deniz, bütçede açık oldukça istenilen düzeyde refah sağlanamayacağını, bütçenin güçlendirilmesi için kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınmasının şart olduğunu vurguladı.
Deniz, planlamanın halkı koruma, işletmeleri ayakta tutma ve ekonomi düzeldikçe alınan kaynağı geri ödeme şeklinde olması gerektiğini belirterek, “Böyle bir plan yok. Böyle bir şey olmayınca, borçlanmalarla, Türkiye’den verilen paralarla ve konuşmalarla gün geçiriliyor. Bu da insanların umudunu ortadan kaldırmaya başlıyor” dedi.
Deniz şu ifadeleri kullandı: “Devlet olmanın gereği de, ayakların yere basmasıdır. Siz her ikide bir yardım alırsanız, ‘muhtacım’ havasına girerseniz il-ilçe durumunda kalırsınız. Dünyaya ‘bizi tanıyın’ diyorsanız, içeride de devlet olmanın gereklerini yerine getirmeniz gerekmektedir.”
Mevcut konjonktörde tanınmanın olamayacağını kaydeden Deniz, Kıbrıslı Türklerin haklarını 1960 anlaşmaları temelinde aramaları gerektiğini söyledi.
Soru: İnsanların alım gücü düşüyor, gelir dağılımındaki adaletsizlik büyüyor. Mevcut ortamı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Deniz: Son 2-2.5 yılda, dünyada önce COVİD-19 pandemisi, sonra Rusya’nın Ukrayna’yı işgali oldu. Dünyadaki ekonomik ve sosyal dengeler oynadı, kapanmalar, tedarik zincirinde aksamalar oldu. Bir de, dünyanın her yerinde enflasyonist bir durum yaşanıyor, bunu petrol fiyatlarına, yiyecek fiyatlarına ve tedarik zincirindeki sıkıntılara bağlayabilirsiniz. Ada olmamızdan dolayı bunlardan etkilenmeme durumumuz söz konusu değildir. Her ülke gibi biz de etkileri yaşamaktayız. Ada ekonomilerinde ekonomik aktivitelerin boyutları sınırlıdır. Yapılması gereken ülkeye devamlı bir para girişi olmasıdır. KKTC’de, hükümetin elinde ekonomiyi regüle edecek parasal ve finansal enstrümanlar yok. Ekonomiyi regüle etmesi ve ekonomiye kaynak pompalanması için TC’den alınan yardımların ve bankalardan alınan kredilerin dışında pek fazla bir şey yok. Ülkede birçok kişi fiyatların kontrol edilmesi gibi önlemlerden bahsediyor. Ancak devlet, fiyatların kontrol edilmesiyle ilgili bir şey yapamaz, çünkü ülkede uygulanmakta olan bir serbest piyasa ekonomisi vardır. Fiyatları kontrol eden piyasa koşulları ile arz ve talep dengesidir. Ayrıca yaşananlardan ötürü sıkıntıya giren sadece sabit gelirliler değildir, esnaf da büyük sıkıntı içindedir. Olması gereken hem işletmelere, hem de kişilere parasal destek vermektir.
Bu gibi konularda en güzel değerlendirmeyi güneyle karşılaştırma yaparak yapabiliriz çünkü onlar da bir ada ekonomisinin parçasıdır. Karşılaştırmayı Türkiye ya da başka bir kara ülkesiyle yapamazsınız çünkü boyutlar ve şartlar farklıdır. TC ile yaptığımız bütün anlaşmaların kökeninde ekonomik altyapının oluşturulmasıyla ilgili önlemler vardır. TC bize, “ben sizin altyapınıza yardım ederim ama kendi bütçenizi, kendi ekonominizi kendiniz düzenlemelisiniz” diyor, ki bu politikası doğrudur. Diğer taraftan Güney, AB üyesidir, COVİD-19 salgını sonrasında, Avrupa Komisyonu bütün üye ülkelere yönelik yardım paketi açıkladı, Güney de 1.5 milyar Euro aldı. Amaç, kapanan işletmelerin çalışanlarının maaşlarının tam ödenmesi, çalışan işletmelerin elektrik ve diğer masraflarını karşılanmasıydı. Oysa bizde krediler ertelendi ve özel sektör çalışanlarına 1500 TL’lik katkı yapıldı. Devlette çalışanlar maaşlarını tam alırken, özel sektördekiler 1500 TL ile geçinmek zorunda kaldı. Bu da sosyal adalet konusunda müthiş bir sarsıntıya neden oldu. Bunun neticesinde, özel sektör çalıştıracak insan bulmakta sıkıntı yaşamaya başladı, herkes devlete girmeyi bekliyor. O zaman da devlet kadroları ağırlaşıyor. Devlet de gerekli vergiyi toplayamıyor ve maaşlar için her ay borçlanma yapılmak durumunda kalınıyor çünkü özel sektör, personelini ödeyemiyor, sosyal sigorta yatırımlarını yapamıyor, vergi yatıramıyor.
“Plan yok”
İnsanların ekmek parası nedeniyle devlete yönelmeleri, siyasilerin de bunu kullanarak oy almaya yönelik eylemlerinden dolayı devletin yükü artıyor. Devletin mali yükünü büyütenlerin, açığı ne kadar zamanda, nasıl kapatacağına dair plan yapması gerekir. “İşletmelere ne kadar katkı yapılacak, vergiyi ne kadar düşürmek lazım ki işletmeleri rahatlatayım” gibi çalışmalar yapılmalı. Rakam belli olunca kaynak arayışına gidilmeli ve kaynağın 2-3 yıl hem devlet bütçesini, hem işletmeleri, hem de ihtiyacı olan kişileri desteklemesi lazım. Bu planlama ve girişim hem halkı koruma, hem de işletmeleri ayakta tutma ve sonra da ekonomi düzeldikçe alınan kaynağı geri ödemek şeklinde olmalıdır. Böyle bir plan yok. Böyle bir şey olmayınca, borçlanmalarla, Türkiye’den verilen paralarla ve konuşmalarla gün geçiriliyor. Bu da insanların umudunu ortadan kaldırmaya başlıyor.
“Uluslararası alanda Türkiye ve Kıbrıslı Rumlar var, biz yokuz”
Kökeni ne olursa olsun, herkesin dünya insanı olma emeli vardır. İnsanlar bir yere kadar vatan için uğraşır, bir yerden sonra artık “karnım doyacak” diye başka bir yere gider. Ama günün sonunda herkes için sığınılacak yer vatanıdır. Onu kaybederseniz, dünyada ne olacağınız ve çocuklarınızın ne olacağı belli değildir. Devlete, güçlü bir otoriteye sahip olmak önemlidir. İnsanların belli bir farkındalığa ulaşması ve dünya çapında pay alınması lazım. Bizim pay almamızı engelleyen iki faktör vardır, birincisi tanınmamışlık, ikincisi de bizim yapmak istediğimiz işlerin Türkiye tarafından yapılıyor olması. Çünkü bizim olmadığımız uluslararası alanda temsiliyet Türkiye’dedir. Bu durumda uluslararası alanda Türkiye ve Kıbrıslı Rumlar var, biz yokuz. Tanınma mevcut konjonktörde yapılamaz. Dünyada hakkımızı arayacaksak, 1960 anlaşmalarının kökenini araştırarak ilerleyeceğiz çünkü bizim de ada üzerinde Rumlarla eşit hakkımız var.
“Kıbrıslı Türklerin payını almak için kurumlarımızı kullanabiliriz”
Soru: AB yardımlarından yararlanılamamasını, AB ile ilişkileri nasıl görüyorsunuz?
Deniz: AB yardımlarının sadece güneye verilmesini ve kuzeye gelmemesini iki şeye bağlıyorum. Birincisi, AB’nin sadece onları devlet olarak kabul etmeleri ve Rumların Avrupa’da “kuzeydeki vatandaşlar benim vatandaşlarımdır, ben onlara bakarım” havasında konuşarak, bizim hakkımızı alıp kendilerine kullanmalarıdır. İkincisi de, bizdeki mevcut yönetimin, AB ile olan ilişkileri rolantiye almasıdır. AB ile ilişkiler konusunda çok geri kaldığımız inancındayım, daha girişimci olmamız lazım. İlle de devlet aracılığıyla bir şeyler yapmamız gerekmez. Örneğin, Annan Planı sonrasında, Yeşil Hat Tüzüğü’nde yetkili KTTO oldu. Yine, Kıbrıslı Türklerin payını almak için kurumlarımızı kullanabiliriz.
“‘Muhtacım’ havasına girerseniz il-ilçe durumunda kalırsınız”
Eğer AB ile ilişkilerde çabalarımız sonucu bir netice alamıyorsak, TC’den bu kaynak arayışımızı destekleyecek mali destek talep etmeliyiz. Ben TC ile yapılan toplantılara geçmişte, bakanlık dönemimde katıldım. TC’nin bir politikası var, her ne kadar son dönemlerde bu politikasından kaydığı söylense de ben bu politikanın değişmediği inancındayım, bu da “kendi kendinizi, ayakları üzerinde duran bir şekilde yöneteceksiniz, biz size devletten devlete nasıl yapılıyorsa katkı yapacağız ve siz de zamanı geldiğinde bize borcunuzu ödeyeceksiniz.” Hatta eskiden elçiler, şimdi söylüyorlar mı bilmem, “halka hatırlatın, her yapılan popülist politika kredi olarak halka yazılıyor ve bunları siz ödeyeceksiniz. Halk bunun farkında olsun, ona göre taleplerde bulunsun” derlerdi. Devlet olmanın gereği de, ayakların yere basmasıdır. Siz her ikide bir yardım alırsanız, “muhtacım” havasına girerseniz il-ilçe durumunda kalırsınız. Dünyaya “bizi tanıyın” diyorsanız, içeride de devlet olmanın gereklerini yerine getirmeniz gerekmektedir.
“Hükümetin hala sorunların kökenine tam anlamıyla inmediği inancındayım”
Soru: Başbakan Üstel bir basın toplantısı düzenledi ve UBP-DP-YDP Koalisyon Hükümeti’nin kısa dönemde halkın ekonomik olarak rahatlaması için icraatlar yaptıklarını söyledi. Hükümet toz pembe bir tablo çiziyor ama halk çok farklı şeyler yaşıyor. Hükümetin icraatları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Deniz: Hükümetin hala sorunların kökenine tam anlamıyla inmediği inancındayım. Burası ada ekonomisidir, sadece inşaat sektöründen dolayı yabancı kaynak getirmekle olmaz. İnşaat sektörünün katma değeri, parasal yönden önemlidir ama ülkeye bıraktığı değer de çok önemlidir. Yabancıları buraya sadece bir ev almaları için getirmememiz lazım, uluslararası ilişkilerini de buraya taşımalarını, burayı iş merkezi olarak kullanmalarını sağlamamız lazım ki, uluslararası ticaretin içerisine girelim. Bu konuda fazla bir çaba göremiyorum. Gelen paranın ekonomik bir aktivitede kullanılması için ülkemizde çok iyi bir finansman altyapımız olması lazım. Çok iyi hazırlanmış bir Bankalar Yasa’mız var. Zaten ülkede en çok güven veren iki kurumumuz merkez bankamız ve hukuk sistemimizdir. Biri finansal denetim, biri de hayatın denetlenmesi açısından önemlidir. Bunun tanıtımını çok iyi yapıp, bu ülkenin bir finans merkezi olarak çalışabileceğini anlatmak, yatırımcılara buranın finansal anlamda güvenli olduğu kadar, hukukun üstünlüğü açısından da güvenli olduğunu ortaya koymak lazım.
“Yüzümüzü AB’ye dönüp imkanlar yaratmalıyız”
Kısacası hükümetin yaptıkları yeterli değil. Daha planlı ve programlı olunmalı, yüzümüzü AB’ye dönüp imkanlar yaratmalıyız. Rumların yaptıklarını, uluslararası çapta bizim de yapabilmemiz için plan ve programlar geliştirmemiz lazım ki, hem gençliğe imkan verelim hem de dünyaya açılalım. Ayakları yere basan politikalarla bunu yapabiliriz. Elimizde iki önemli enstürman var, biri hukuk diğeri merkez bankası...
“Kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması çok önemli”
Soru: Kayıt dışı ekonomi hep gündemde. Bu konuda ne gibi adımlar atılmalı?
Deniz: Kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması çok önemli. Kumarhanelere Kıbrıslı Türklerin girişiyle ilgili düzenleme bir türlü yapılamadı. Birileri “herkesi kumarbaz yapacaklar” diyor. Zaten şimdi kumarhane kapılarının önünde KKTC plakalı arabalar var, bu insanlar içerdedir. Eğer yasalara göre, Kıbrıslı Türklerin kumarhanelere girmesi yasaksa, içerdekilerin kaydı yok demektir. Halbuki üyelik sistem getirilirse, onlar da kayıt altına alınır. Ama nedense bu istenmiyor? Bet işletmelerinden de devlet gereken meblağları almıyor. Bankacılık sistemi içindeki bankaların çoğu kumarhane ve bet paralarını almak istemiyor. Para dışarıda kalınca da kayıt dışı oluyor. Kayıt dışı olan para bankalara gidemediğinden, bankaların alması gereken kaynak da yeterince gelişemiyor. Sistem dışında kalan para vergilendirilemediğinden, bundan faydalanan kesimler gelişirken, vergi sistemi içinde olup kayıtları ortada olan kişi veya işletmeler de haksız bir kaynak çıkışına tabi oluyor. Bu da gelir dengesizliğini artırabiliyor.
“Güneyden gelenlerde azalma olması tehlikesi bizi bekliyor”
Soru: Ekonomiyi şu anda ayakta tutan nedir?
Deniz: Ekonomiyi canlı tutan güneyden gelenlerin harcadıkları ve yurtdışından gelen kayıt dışılıktır. Güneyden gelenlerde azalma olması tehlikesi de bizi bekliyor. Bizdeki enflasyon oranları bu şekilde devam ederse ve döviz kurlarındaki artış enflasyonun altında kalırsa, yakında fiyatlar eşitlenecek ve onlar için bizde bir kaç ürün dışında fazla cazip bir şey kalmayacak. Kayıtdışılığı da kontrol altına alamazsak, finansal sektörün üstündeki baskı artacak. Gerek Türkiye’deki bankaların buradaki şubeleri, gerekse yerel bankalar bu finansal baskıyı hissettikçe yapacakları işlemleri azaltacaklar, krediye ulaşım zorlaşacak, kredi kartı harcamaları da daha sıkı limitlere tabi olacak. Bu da daha az miktarda paranın dönmesi anlamına gelir.
“Bütçede açık oldukça istenilen düzeyde refah sağlanamayacak”
Soru: 2023 bütçesi açıklandı, 3 milyar 50 milyon TL açık öngörülüyor. Kamu borç stoğu yıldan yıla artıyor. Bunun etkileri ne olacak?
Deniz: Bütçe yıllardır açık veriyor. Siyasilerin hükümet etmeyi istihdam kapısı olarak kullanması ve insanları işe almaları kamuyu şişiriyor. Siyaset popülizm yapmaya devam ederse, açıklar devam edecek. Türkiye bu parayı verecek ama onun vermesiyle devlet olunmaz. Devlet dediğiniz, güçlü, parasını kazanan, vergisini toplayan, kendi ayakları üzerinde duran ve bütün toplumun refahını sağlayandır. Bütçede açık oldukça istenilen düzeyde refah sağlanamayacak. Bütçenin güçlendirilmesi için kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması lazım. Ekonomi Bakanı, Maliye Bakanı ve Merkez Bankası sürekli bir araya gelmeli ve koordinasyon içinde olmalıdır. Ancak bu şekilde yol alınabilir.
“Halk, yaşadığıyla duyduklarının birbirini tutmadığını görünce, hükümete inanmıyor”
Soru: Gelir adaletsizliği de insanları bireysel olmaya itiyor. Toplumun içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Mevcut ekonomik yapı bizi nereye götürüyor?
Deniz: Halkın farkındalığı çok güçlü değil. Halkın bilmesi gerekir ki, “bugün ben kurtulabilirim ama ileride çocuğum kurtulmayacak.” Önemli olan, memlekette, gençlerin dönüp gelecekleri bir ortam olmasıdır. Farkındalık konusunda da yönetimleri suçlarım. Hükümetin, iyisini kötüsünü halka anlatması gerekir. Halk, yaşadığıyla duyduklarının birbirini tutmadığını görünce, hükümete inanmıyor ve güvenmiyor. Güvenmeyince de, kendi gemisini kurtarma derdine düşüyor. Oysa hükümet, aile içinde olduğu gibi, topluma durumu net bir şekilde anlatmalıdır. O zaman toplum da hükümetine güvenir, otoritesine sahip çıkar ve sorumluluk üstlenir.