Zaman Düşer Ellerimden

Hasan Yıkıcı

Birbirinize iyi dileklerde bulunuyorsunuz. İyi, hoş.

Kendinizin bile inanmadığı sözcüklerde, içinizdeki fesatı örtmeye çalışıyorsunuz.

Siz sözcüklere aldırış etmiyorsunuz, onları sadece tüketiyorsunuz.

Dizginlenemez huzursuzluğunuzda, soluk bir çığlığa dönüşüyorsunuz.

 

***

 

Zamanın efendisi olduğunuzu iddia ediyorsunuz…

Başka nelerin efendisi?

Sahip olduklarınızın… (Gerçekten arada sırada sahip olduğunuzu sandığınız şeylerin, aslında size sahip olan şeyler oluğunu düşünmüyor musunuz? Aslında bunu umursamıyorsunuz, çünkü içinizdeki boşluğu, zamanın boşluğunu böyle nesnelerle dolduruyorsunuz, anlam krizlerinden nesne fetişizmlerinizle kaçınıyorsunuz. Halbuki bir kriz her zaman kendisini belli etmesinin yolunu bulur.)

 

***

 

Ne diyorduk, efendisi olduklarınızdan bahsediyorduk…

Tüm bu betonların, az sonra kesilip yok edilecek olan ağaçların, teneke yığını araçların, havuzlu villaların, parsel parsel arsaların, toprağın ve vatanın efendisi.

Devletlerin ve sınırların, bayrakların ve silahların efendisi…

Kendi kendinizin efendisi… -Bu ne kadar kibirli bir arzu-

Kocaman bir yokluğun efendisi…

Tüm efendilerden tiksiniyorum.

Efendim?

Evet, sen de kendinden tiksiniyorsun, biliyorum, kendine söyleyemiyorsun.

 

***

 

Hep kendi kendinizi kandırarak, kendi kendinizin efendiliğine soyunuyorsunuz.

Kendiniz buna yetmezmiş gibi, başkalarını da katıyorsunuz.

Başkalarıyla katılıyorsunuz.

Başkalarına katılıyorsunuz. 

Kat kat maskelerin altında yüzsüzleşiyorsunuz.

Zaman yüzsüzler zamanı.

Tüm maskeleri parçalamak istiyorum.

Parçalıyorum:

Tekinsiz boşluk.

Tüm bedenler bir kara deliğe çekiliyor.

İşte varoluşun hakikati!

 

***

 

Uzaktan bir ses sana ulaşmaya çalışıyor, duymuyorsun.

Duymak istemiyorsun.

Duymayı unutmuşun belki de.

Bir bakış senin gözlerine odaklanmış, görmüyorsun.

Görmek istemiyorsun.

Görmeyi unutmuşsun belki de.

Etrafındaki her şeyi sisler arasında sanıyorsun.

Halbuki sise karışan sensin.

Bir sis bulutu oluyorsun, zaman kağıdının üzerinde,

ne sözcüklere ne de cümlelere dönüşebiliyorsun.

Anlamsızca arşınlıyorsun kendi hiçliğini.

 

***

Yeni takvimin gelişini kutlamaya hazırlanıyorsun. Aynen 365 gün önce olduğu gibi.

Ne çabuk tüketip emekliye çıkartıyorsun zamanı. Yeniliğe neden hiç doymuyorsun?

Yoksa yenilmekten korktuğun için mi?

Her yeni olanda kendi iktidarını da yenileyeceğine inandığın için mi bu kadar hızlı tüketiyorsun zamanı?

Ah, öyle değil mi? Kendini kandırmakta üzerine yok senin. Yalanlar istiyorsan yalanlar söyle o halde… Sen incinmeyi bile unutmuşsun. İncinsen, hayat belirtisi verirdin. Ölü bir zamanın kayıp öznesisin, efendisi olduğunu sandığın zamanın içinde! Ama sen yine de kendini kandırmak istiyorsun değil mi? Böylesi çok hoş çünkü… Ne güzel.

Buyur o halde. Mutlu yıllar sana, yeni yılda her şey gönlünce olsun. Hedeflerine daha da yaklaşacağın bir yıl olsun…
 

***

Zaman düşüyor ellerinden, zamanın ellerinden düşüyoruz…

Tüm bu huzursuzluk, tüm bu yalan dolan, tüm bu maskeler

varlığın uğultusundan başka bir şey değil. Varlığın kendisine tutunamaması, yaşantının sorumluluğunu sırtlanamamanın…

Zaman, tüm sessizlikleri gürültüsüyle boğarak deviniyor.

Düştüğüm yer sessizlik.