Geçtiğimiz hafta yayınladığım “Yol belli..” başlıklı makalemde, BM Genel Sekreteri Gueterres’in raporundan iki alıntı yapmış, Guetteres çerçevesinin ne olduğunu belirtmiştim.
Yine geçtiğimiz hafta Niyazi Kızılyürek'in “Yeni Paradigma …” başlığıyla yayınlanan makalesi de, içinde bulunduğumuz kritik ortamda, Kıbrıs sorununun çözümü için gerekli ve geçerli denklemin ortaya koyulması bakımından önemliydi.
Kıbrıs sorununu çok yönlü değerlendirip, farklı kaynaklar üzerinden okuyanlar, 2017 yılının, Kıbrıslı Rum lider Anastasiades tarafından kendi seçimine dönük olarak çok iyi kullanıldığını fark etmiştir.
Kendisinin (her ne kadar kabul edilemez olsa dahi) bu tercihi/tavrı bilinmesine karşın Türk tarafının, süreci inatla ileri götürerek ve “ya hat ya da bat” keskinliği ile, çok yüksek ve iddialı hamleler yaptığı, bu bağlamda sürecin başarısızlıkla sonuçlandığı, en genel anlamda ise iyi yönetilemediği biliniyor.
Bu noktada tarihe bir not düşmekte yarar var: Türk tarafının gerek Cenevre Konferansında gerekse Crans Montana görüşmelerinde “son” üzerine oyun kurması, Kıbrıslı Türk çözüm güçleri açısından “hala” bilinmez bir “değerlendirme”nin ürünüdür.
Tarihsel olarak kendi içinde çelişkiler, deneyimler barındırarak bugünlere gelen, uzun süre çift kişilik tango diye tanımlanan bu sorunun çözümünde bugün, suni bir algı ile, güçlü taraf rolünün oynatılmaya çalışılması da kanımca geçerliliği olmayan abartılı ve anlamsız bir iddiadır.
“Dişlerimizi gösterelim ki dize gelsinler” gibi şark aklı ile hareket ederek ve hatta Türkiye’nin askeri ve ekonomik gücünün ardına saklanıp “güç oyununa” girmeyi tercih eden Dışişleri eski Bakanı Sn.Ertuğruloğlu’na yönelik tüm eleştirilerimizin ana kaynağı, bu yöntemin “ayrılıkçı” sonuçlara gebe olduğuydu.
Dize getirelim çözüm gelsinler gibi bir akıl yürütme olamayacağına göre…
Uzun süredir bu topraklarda fiili durumun üzerini örterek, neredeyse asalak gibi yaşamayı algı oyunları ile normalleştiren, yapay akıl yürütmelerle toplumsal erozyonu daha da artıran, AB başta olmak üzere dünyadan kopmamızın hazzını yaşayan sözde demokratların ve onlara güvenenlerin rolü bu durumda çok büyüktür.
Bu bağlamda; şu anda yaşanmakta olan petrol krizine dahil olmamız ve çeşitli görüşmeler yapmamız elbette önemlidir. Proaktif olmak ve sorunların, Kıbrıslı Türklerin hak ve çıkarlarını de gündeme taşıyıp, sorunların çatışmaya dönüşmesini önleyerek yol almak çok önemlidir.
Ancak tüm bunları hangi strateji üzerinden yapıyoruz ?
BM parametreleri çerçevesinde ve 11 Şubat 2014 ortak açıklamasında da olduğu gibi tek egemenliğe dayalı, iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayalı adil bir çözüm perspektifi ile masaya dönmeye hazır olduğumuz konusundaki görüşümüz, yapılan girişimlerin ardındaki stratejik ana unsur mudur?
yoksa…
İki ayrı devletin varlığı ve bu varlıkların ayrı egemenlik hakları üzerinden Doğu Akdenizdeki petrol arama çalışmalarında yeni bir paylaşım düzeni mi kurmaya çalışıyoruz?
Bu soruların yanıtı, Kıbrıslı Türklerin toplumsal varlığı ve dünya ile her düzeyde ilişkisini tanımlayacak derecede oldukça önemlidir…
Yeni izolasyonlar doğuracak ve Kıbrıslı Türkleri çözüm ve Avrupa Birliği değerlerinden koparacak her türlü adım, geri dönüşü olmayacak yeni ve büyük sorunlar yaratacaktır.
Tarihsel deneyimler nasıl adım atmamız gerektiği konusunda aydınlatıcıdır. Dün olmadan bugünü inşa edemezsiniz.
Bu çerçevede;
Cumhurbaşkanı Sn.Akıncı bir an önce müzakere masasının kurulmasını, sürecin planlanmasını ve en azından müzakereler başlayana kadar BM Genel Sekreterinin, toplumları çözüme hazırlama çağrısı bağlamında proje üretilmesini değerlendirmelidir.
Ve petrol krizine yönelik tüm girişimlerimiz, BM kararları üzerinden şekillendirilmelidir.
Kaybedecek zamanımız yoktur !