Simge Çerkezoğlu
“En küçük detaya en büyük özeni gösterirsin.
Denersin kusursuza ulaşana kadar,
tekrar ve tekrar sabırla.
Tutkundur senin mükemmellik;
aşkla, şevkle, sadakatle yürürsün o yolu.
Süzersin bilgilerini damıtırsın
yıllar yıllar boyunca.
Zaman da seni damıtır.
Çırak başlarsın, usta olursun.
Ve bir an gelir.
İşte o an vakıf olursun o sırra.
İşte o an;
Ala olursun.”
Mehmet Turgut son zamanlarda Türkiye’nin en ilgi çeken fotoğraf sanatçılarından birisi, henüz 36 yaşında. İsmini taşıdığı dedesi bir anlamda kaderini de belirlemiş. Dedesi ile başlayan fotoğraf tutkusu onu bugünlere taşımış. Hayat hikâyesi filmlere konu, cesareti olanlara ilham olmuş. Böylece yakaladığı başarılar da birer tesadüf olmaktan çıkmış, onu bu yaşında ‘ala’ yapmış.
Mehmet Turgut geçtiğimiz hafta en ünlü sergilerinden biriyle Yakın Doğu Üniversitesi’nin konuğuydu ve ala olmanın sırlarını bizimle paylaştı.
Fotoğrafçılık serüveni nasıl başladı?
Benim her zaman çocukken büyüyünce ne olacaksın sorusuna cevabım fotoğrafçı olurdu. Çünkü hiç ders çalışmayı sevmiyordum, acayip hiperaktif ve haylaz bir çocuktum. O yüzden de oğlum sen niye ders çalışmıyorsun dediklerinde hep fotoğrafçı olacağım zaten diyordum.
Filme konu olan bir hayat hikâyeniz var, biraz da Ankara’dan İstanbul’a gelişiniz nasıl oldu ondan bahsedebilir miyiz?
BOHEM DEĞİL, PARASIZLIK
Hayatımın zor bir dönemiydi, Ankara’da yaşamayı hiç istemiyordum. O sıra İstanbul’dan ardı ardına işler gelmeye başlamıştı ve haftanın yarısını İstanbul’da, yarısını Ankara’da geçirir olmuştum. Bu tempo beni çok yoruyordu. Böylece Ankara’daki her şeyi geride bıraktım ve İstanbul’a gelerek hayata sıfırdan başladım. İstanbul’a geldiğimde çok param yoktu. Çok cüzzi bir kiraya Fransız sokağında kırık dökük bir yeri kiraladım. Herkes bizi bohem zannediyordu ama parasızlıktan orayı tutmuştuk. Fotoğraf için gelen adamlardan da para isteyemiyordum. Onlar da hayatlarını şiire, resme, fotoğrafa, edebiyata adamış bireylerdi. Sonra dedim ki bu böyle olmayacak, biraz popüler kültüre hizmet vermem gerekecek ve böylece yavaş yavaş projeler gelmeye başladı.
FİLM OLAN HİKÂYE
Aşk Tesadüfleri Sever filmi gerçekten sizin hikâyeniz mi?
Ankara’dan İstanbul’a geldiğimde çok farklı işlere imza attım. Yazı yazdım, kendi dergimi çıkardım ve evet bu filme konu oldum. Tek benzerlik Ankara’dan İstanbul’a göç eden fotoğrafçı figürü değil. Filmin çekilme sebebi benim yönetmen Ömer Faruk Sorak ile yaptığımız sohbetlerdi. Hayatım çok ilgisini çekti ve bunun üzerine yaklaşık dört saatlik ses kaydı alarak senaryoyu oluşturdu.
Kendinizin fotoğraflarını çekmeyi seven birisisiniz. Bunun özel bir sebebi var mı?
Kendi ile vizörle baş başa kaldığında nasıl hareket edeceğini bilmeyen ve kendini sevmeyen birisi nasıl başkalarını fotoğraf çekebilir. Örneğin ben size sağ gözünüzü kapatın desem ve sol gözümü kapatsam, size anlatmak istediğim ifadeyi anlatamazsam bunu fotoğraflara nasıl yansıtabilirim ki! O sebeple bu konuda kendi üzerime çok gittim. Kendimle barışığım ve kendimi seviyorum. Kendimi fotoğraflamakta sıkıntı görmüyorum.
PHOTOSHOP
Bunun yanında fotoğraflarınızda çok fazla fotoshop tekniği kullandığınıza yönelik eleştiriler var.
Bunun için ne diyebilirim ki! Her yıl dünyanın en iyi yüz fotoğrafı bir kitapta yayınlanıyor. Kitabı alsanız ve dünyanın en iyi ilk üç fotoğrafına baksanız benim kullandığımdan çok daha fazla fotoshop tekniği kullandıklarını görecekler. En iyi fotoğrafa ulaşmak için bazı araçlar var, ben de bunları kullanıyorum. Zaten geçmişte karanlık odada yaptığım değişiklikleri şimdi de fotoshopla yapıyorum. O yüzden de bunlar yersiz konuşmalar olarak değerlendiriyorum.
Biraz da “Ala Portreler” projenizden ve serginizden bahsedelim. Dokuz usta sanatçıyı fotoğraflarınıza konu ediyorsunuz… Bu proje fikri nasıl oluştu?
Sevgili Mustafa Alabora ile sıklıkla bir araya geliriz. O hep Oyuncular Sendikası için ne yapabiliriz düşünürdü. Bir gün benim de aklıma fotoğraflarımla bir proje yaratmak geldi. Bunu zaman, ustalık, sadakat ve sabır teması ile yaratmaya karar verdim. Sergiye ilişkin kısa bir film de yaptım. Benim için de farklı bir deneyim oldu. Her sanatçıya farklı kelimeler verdim. Mesela bazılarına ustalık nedir diye sordum, zamanla ilişkilerini sadakati anlatmalarını istedim. Bunun sonucunda da dört kamera ile tek tekrar ve metinsiz olarak, tamamen spontan bir proje ortaya çıktı. Hepsine ayrı ayrı dekor yapıldı. O dekorda fotoğraflarını ve her sanatçının portresini de çektim. Uzun bir süreç sonucunda proje tamamlandı. Serginin tüm geliri sendika aracılığı ile Yeşilçam emekçilerine bağışlandı. Bu anlamda güzel bir şeyler ortaya koyduğumu düşünmekteyim.
SERGİ ÇOK SES GETİRDİ
Sergi çok konuşuldu ve çok beğenildi, en çok ses getiren çalışmanız bu oldu diyebilir miyiz?
Aslında sosyal medyada en çok görüntülenen sergim bu oldu. Yirmi beş bini aşkın kişi bu sergiyi gördü. Görmeye de devam ediyor. Ankara ve İstanbul dışında İzmir’e ve Kıbrıs’a da ulaştı. Bu çok sevindirici bir durum, çalışma ile insanlara usta olmanın zor ve çalışmak gerektiren bir süreç olduğunu anlatmaya çalıştık. O sebeple de fazla insana ulaşmış olmamız da bu açıdan da önem teşkil ediyor.
Yeni projelerinizi var mı?
Benim 46 diye bir dergim var, yine onun yeni sayısı üzerine çalışıyorum. Onun dışında yine bir sergi hazırlığım var. O serginin bitmesi de birkaç yıl sürecek gibi. Onun dışında da belki yeniden televizyon programı yapmaya başlarım diye düşünmekteyim.