Zamanla Yarışmak…

Hiç durmadan ileriye giden bir şey varsa o da zamandır… Zamanla yarışmak, Ona meydan okumak, İnsanı fevkalade yoran, İmkânsızı istemek gibi bir arzudur… Sürekli bir şeylere yetişme telaşı, “Zaman gidiyor” diye panik yapma

 

 

Hiç durmadan ileriye giden bir şey varsa o da zamandır…

Zamanla yarışmak,

Ona meydan okumak,

İnsanı fevkalade yoran,

İmkânsızı istemek gibi bir arzudur…

 

Sürekli bir şeylere yetişme telaşı,

“Zaman gidiyor” diye panik yapma hali,

Kısa vadede farkına varamadığımız,

Uzun vadede bizi yıpratan bir telaştır.

 

Her ne kadar bunu anlamaya çalışsak, yine de başaramayız.

 

Eskiden zamanla yarışmak diye bir kavram yoktu.

İnsanlar hayatlarının tadını farkında olmadan çıkarıyorlardı.

Doğadaki olaylarla daha çok iç içeydiler.

Toprakla,

Rüzgarla,

Suyla daha barışık

Daha sükunet dolu bir yaşama şekli vardı.

Yağmurun yağmasının,

Rüzgarın esmesinin ve daha bunun gibi bir çok doğa olayının büyük bir değeri,

Hayatı önemi vardı.

 

Bugün yağmur yağdığı zaman korkar olduk,

Bugün rüzgar esmeye başladığı zaman çekinir olduk.

 

Sahi bize ne oldu?

 

Zamanla yarışmanın saatlerin gölgesinde bir yaşam olduğunu düşünüyorum.

 

Şuan Kıbrıs’ın Lefkoşa şehrinin en gözde caddelerinin birinde, bir kahve mekânın terasından gelip geçen araçlara, insanlara bakıyorum.

Bir biri ardına geçen arabalar, yürüyen insanlar ve zaman…

Muhtemelen işten çıkma vakti ve sanırım trafik ışıklarının olduğu yerde trafiği polis idare ediyor.

Genelde arabalar uzun kuyrukları, polisin olduğu yerde oluşturuyor.

Hayatımız; kırmızı yanınca dur, yeşil yanınca geç ile yönlendiriliyor.

 

Sevmişimdir…

Seyretmeyi…

Doğayı, insanları ve galiba etrafımda olan biten her ne varsa…

 

İçerisinde bulunduğumuz Ocak ayının son günlerinde, soğuğa aldırmadan, en sevdiklerimden olan karamelli kahveyi yudumlarken, telaş içerisindeki insanları da izliyorum.

Birçoğu yorgun ve ifadesiz,

Hayatımız pahasına yol kurallarını ihlal ederek kurtarıyoruz birkaç saniyeleri…

Bir tanesini durdurup sormak isterim, sormak isterdim,

Zamanın gölgesinde yarışmanın ona kazandırdıkları nelerdir diye…

 

Eve vardığı zaman saatlerini karşısında geçireceği televizyon belki de bilgisayardır değil midir?

Ya da arkadaşı ile geçireceği zaman?

 

Bu hızlı ama dengesiz yaşam serüveni, bize kendimizi unutturduğu kadar, karşımızdakinin insan olduğunu da unutturuyor. 

Oysa bu şehrin sokaklarından kaç telaş geçti bugüne dek…

Kaç kişi bir yerlere yetişmeye çalıştı.

Zamanla yarıştı ama hep zaman kazandı…

 

Yarışanların bir kısmı bugün yok, ne kendileri ne telaşları.

Saniyelerin önemini yitirdi, mezarlıkta ne trafik ışıkları var ne de saniyeler…

Belki de kulak versek bize sessizce şöyle bir cümle diyecekler;

Elinizde kalacak olan şey zaman değil, zamanın getirdikleri ve bu esnada yakalayabildiklerinizdir…

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri