“Zeki Erkut’un bitmek bilmeyen roman üretimi ve ‘Kral’ romanı üzerine…”

Sevgül Uludağ

Ulus IRKAD

Aslında, belki de Zeki Erkut’un romanları hakkında çoktan yazmam gerekiyordu, ama şunu da belirteyim; yığınlar halinde kitaplara başlar da, bunların bir anda biteceğini sanırsanız, yanılırsınız. Bu yüzden en az 20-30 yıldır satın aldığım ve kütüphenemde artık biriken bu kitap dağlarını, hep birlikte, yirmi veya kırk kitaba çıkan okumalarımla, bir an önce bitirmeye çalışıyorum. Yaşım 67 ve artık ne kadar ömrümüz kaldığını da bilmiyorum ama, gene de bitmek bilmez bir inat ve bilgi tecessüsüyle, hiç olmazsa bu dünyadan ayrılırken, bir bilgenin dediği gibi ; “Hiç kitap okumayanlara göre büyük bir kültür ve bilgi birikimi, hatta birçok insanın yaşadıklarından elde edilen bilgi ile terketmek” bence de en iyisi. Bunun yanında elbette, hala daha birçok etkinliğe katılmakta ve bu etkinliklerde sorularla veya katkılarda bulunarak, kitlelere muhakkak bir aydınlık saçma isteği de, bende bulunmaktadır.

Sayın Zeki Erkut (Zeki abi demeye de sakınca görmem), son 20 yıl içinde kendini roman yazarlığında etkin göstererek edebiyatımıza Özker Yaşın, İsmail Bozkurt, Mehmet Yaşın, Neşe Yaşın ve de Ahmet Gazioğlu gibi roman üretmeye başlamış, bu oranda da, bayağı etkili  olmuştur. Bunun yanında, Zeki abiyle bir çok defalar, aynı gazete veya Akrep Dergisi gibi mizah dergilerinde, birlikte, aynen rahmetli Kutlu Adalı gibi mizah öyküleri yazmışımdır. Bu benim için gurur verici bir anıdır.

ZEKİ ERKUT SERİ ÜRETİME GEÇTİ...

Hep söylenir, savaşlar ve göçmenlik roman üretimine maalesef olumsuz yönde etki ederler. Gerçekten de, Özker Yaşın, İsmail Bozkurt ve de Ahmet Cemal Gazioğlu, savaşların içinde üretmelerine rağmen, onların dışında, pek üretim de olmuyordu. Bu yazarlardan sonra yanılmıyorsam, Neşe Yaşın’la Mehmet Yaşın’ın roman üretimleri oldu ama sıklıkla bu konuda üretimler olduğunu anımsamıyorum (yanılıyorsam birileri beni uyarsın). Son on yılda Zeki abi seri üretime geçti ve ilk romanı “Jans Mans Sokağı Çocukları”nı yazdı. Maalesef ben, ilk zamanlarda, bu romana sahip olamadım. İlk önce Kral’ı alıp okudum ve hep bir makale yazı yazma aklımdayken, bu yoğunluk içinde, bunu yazmayı ihmal ettim. Şu anda Kral’dan sonra, “Jans Mans Sokağı Çocukları”nı ve “Serçe”yi okumaktayım. “Jans Mans Sokağı Çocukları”nda bulunan Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırumlar’ın yaşantıları ve diyalogları, gerçekten beni kitaba bağladı. Serçe’yi de okumaya başladım. Yunanlı komutanla karşılaşan, Rum asker Serçe’nin diyalogları, 1974 yılını yaşayan bendeniz için, bayağı etkileyici. Dediğim gibi bu kitapları hala okuyorum ve bitirdiğim zaman, Zeki abi’ye iki veya bir borcum olsun (Ya ikisi hakkında bir makale veya her ikisinin ayrı ayrı kritiğini ve görüşlerimi yazacağım.)

KRAL’IN ROMAN KAHRAMANI...

Şimdi gelelim Kral’a;

Kral, aslında beni çok etkiledi. Çünkü roman kahramanı Güney’den geldi, aynen benim gibi. Güney’deki Limasol hakkında anılarını da Kuzey’de yaşatmakta. Aşkı da onunla birlikte yaşamakta Kral’ın…

“Lanet olsun”dedi kendi kendine, “İçine düştüğüm lanet olası durumdur bana Ayla’yı anımsatan. Ayla artık yok! Ayla yok, Asuman yok, hiç kimse yok! Leymosun yok, müzik yok ama KRAL hala hayatta!”

Erkut, sadece anılar ve aşkları yazmakla kalmadı kitabında, 1974 sonrasında yaşantıyı da usta bir kalemle, toplumsal sorunları da dile getirdi. Okurken sadece yasak aşk ilişkilerini değil, bozuk sistemin çarklarının da nasıl çalıştığını fark ediyorsunuz.

“Şimdi sakin olma zamanıydı ama İrfan, bakanlığın bekleme odasında oturduğu koltukta, eli ayağına tutuşmuş vaziyette, sakin olmak bir yana, öfkesi daha da artıyordu. Sadece öfke değil elbette, çaresizce utanç da duyuyordu. Bir önceki gelişinde, Müsteşar Cemal’le görüşememiş, kapısını aşındırdığı diğer bürokratlardan da, sorununa çözüm bulamamıştı.”

Zeki Erkut, romanlarını çok anlaşılabilir, sade bir Türkçeyle yazdı. Bu kitapları okuyan her insan anlaşılır bulacak ve bir an içinde merakla kitaplara bağlanacak.

Zeki Erkut, bir roman ustası ve yazarıdır. Bu büyük başarıları üzerine onu takdir eder, ona gelecekte de yeni üretimlerinin devamını dilerim.

Tekrar tebrik ve en iyi dileklerimle…


GEÇMİŞLE YÜZLEŞME KONUSUNDA DÜNYADA NE TÜR SORUNLAR YAŞANIYOR?...

“Anaokulunun ‘Anne Frank’ ismini değiştirme teklifi Almanya’da eleştiriliyor...”

Almanya’da bulunan bir anaokulunun, adını “Anne Frank”tan “Dünya Kaşifleri”ne değiştirme konusundaki uzun süreli tartışması, Yahudi toplumu üyeleri ve yerel siyasetçiler tarafından son günlerde İsrail-Hamas savaşının arka planda olması sebebiyle eleştirildi.

Tartışma, Tangerhütte’de bulunan anaokulunun basın açıklamasında pazartesi günü açıklandığı gibi, “mevcut tartışma ve olaylardan çok önce uzun süre devam ediyordu.” Açıklama, “2023 başlarında kurumun bu temel değişikliğini dış dünyaya görünür kılmak amacıyla kuruma farklı bir isim verilerek bu temel yeni başlangıcı görünür kılmak” için ortaya çıktığını belirtti.

Aylar süren tartışmalar, İsrail –Hamas savaşının sonucunda tüm Avrupa’da yankılanan ve Almanya’da da yeniden yükselen antisemitizmle ve anti-Müslüman duygularla başa çıkmaya çalışırken aniden patladı.

Anne Frank, Adolf Hitler’ın güçlerinden Amsterdam’da saklanırken günlük tutan genç bir kızdı ve Naziler tarafından II. Dünya Savaşı sırasında gerçekleştirilen Holokost’un en çok tanınan kurbanlarından biriydi. Holokost sırasında yaklaşık altı milyon Yahudi öldürülmüştü.

Televizyon kanalı n-tv’ye göre, şehir konseyi, isim değişikliğinin ardında yatan sebebin bazı ebeveynlerin ve çalışanların ismin değişikliği talebi olduğunu söyledi. Gündüz bakım merkezi müdürü Linda Schichor, çocukların ismi anlamakta zorlandığını, göçmen kökenli ebeveynlerin genellikle Anne Frank’la ilişki kurmadığını söyledi. Schichor “Politik bir geçmişi olmayan bir isim istedik,” dedi.

Saksonya-Anhalt eyaletinin Tangerhütte belediye başkanı Andreas Brohm, isim değişikliğinin tartışıldığını ancak henüz somut bir karar alınmadığını belirtti.

Brohm durumu, “amaç daha olumlu bir çağrışıma sahip bir şey bulmaktı, Anne Frank’ın negatif bir çağrışımı olması sebebiyle değil, ancak insanlar Anne Frank denince akla gelen şey ile gündüz bakım merkezi konseptini ilişkilendiriyor” diyerek açıkladı.

Saksonya-Anhalt’ın Yahudi toplulukları ve üst düzey siyasetçileri teklife öfkelerini belirttiler.

Saxony-Anhalt Yahudi Cemaatleri Birliği Başkanı Max Privorozki “Kurumun kavramsal değişikliklerine ve Yahudi kızın hikayesinin küçük çocuklar için anlaşılması zor olmasına (bir peri masalı değil, ama gerçek bir hikaye) saygı göstermekle birlikte (bir yıl önce ve 50 yıl önce olduğu gibi), bu isim değişikliği şu anda hoş olmayan bir tat bırakıyor,” açıklamasında bulundu.

Saxony-Anhalt Ekonomi Bakanı Sven Schulze, merkez sağ CDU partisinin “elbette Anne Frank Gündüz Bakım Merkezi’nin adının değiştirilmesine onay vermeyeceğini” söyledi. “Umarım diğer konsey üyeleri de vermeyecektir. Bu tür bir teklif, sadece günümüzde değil, genel olarak tamamen saçma, içgüdüsel ve dar görüşlüdür,” dedi.

Yerel siyasetçiler de duruma tepki gösterdi ve olası bir isim değişikliğini durdurma sözü verdiler. Kasaba konseyi başkanı Werner Jacob “Çarşamba günü, kasaba konseyi gündüz bakım merkezinin adının değiştirilme önerisine karşı oybirliğiyle pozisyon alacak,” dedi.

Privorozki isim değişikliği teklifinin en kuvvetli argümanının göçmen ebeveynlerin Anne Frank ile ilişki kuramaması olduğunu bildirirken, kreşin adını değiştirmek yerine, ebeveynleri Anne Frank’ın günlüklerini okumaya davet etti.

(AVLAREMOZ – 7.11.2023)


GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR KİTAPLAR...

“Anne Frank’in Günlüğü nasıl kurtulmuştu?”

12 Haziran 1942’de, Anne Frank 13. doğum günü hediyesi olarak bir günlük aldı. Birkaç yıl içinde, bir toplama kampında ölecekti, fakat günlüğü yaşadı. Aşağıdaki parça TIME Shop, Amazon ve bütün yayıncılarda bulunan LIFE dergisinin yeni özel basımı Anne Frank: The Diary at 70’den bir alıntıdır:

“Holocaust yılları boyunca, Naziler altı milyon Yahudi’yi -tıpkı beş milyon Roman, Sinti, rahipler, rahibeler, engelli bireyler, eşcinseller ve siyasi mahkumlar gibi- sistematik şekilde katlettiler. Öldürme eylemi bütün Avrupa boyunca 40.000’den fazla toplama, çalışma, savaş esiri ve enterne kamplarında ve bununla birlikte bütün toplulukları makineli tüfeklerle tarayan ve yerleşimcileri gaz kamyonlarına sokan Einsatzgruppen (Nazi infaz birlikleri, seyyar ölüm mangaları) tarafından gerçekleştirildi.

Yüzde seksen civarında Hollanda Yahudi’si, Batı Avrupa’daki en yüksek ölüm oranına sahip ülkeyi Hollanda yapacak şekilde Holocaust’ta öldü. Kamplara gönderilen 107.000 Hollandalı Yahudi’den sadece 5.000’i yaşıyordu. Bir milyondan fazla insanın öldüğü Auschwitz’teki ölüm oranı özellikle yüksekti. Auschwitz’e gönderilen 60.000 Hollanda Yahudi’sinden, Eylül 1944’te Frank ailesinin taşıtında bulunan 127 erkek ve kadın da dahil olmak üzere, sadece 673’ü hayatta kaldı.

Rus ordusu, 27 Ocak 1945’te, kampı özgürleştirmeden önce hasta kışlalarına yerleştirildiği için kurtulan Otto Frank de onlardan biriydi.

Polonya’dan ayrıldığında, yaklaşık 1,80 cm boyundaki Otto’nun kilosu, 52’den azdı. Edith’in öldüğünü biliyordu; ancak Amsterdam’a geri dönmeye kararlıydı. “Bütün umudum çocuklar,” yazmıştı İsviçre’deki annesine. “Hayatta oldukları ve tekrar bir araya gelebileceğimiz inancına sıkı sıkı tutundum.”

Miep Gies ve Bep Voskuijl savaş boyunca firmayı açık tuttular. Yakalanışından kısa süre sonra sağlık sorunları nedeniyle Amerfoot toplama kampından tahliye edilen Jo Kleiman da şirkete geri döndü. Gerçi savaş sona yaklaştıkça ve müttefikler ilerledikçe, tüm Hollanda boyunca koşullar kötüleşmeye devam etti. Yemek ve tedarik dağıtımı kesildi, vatandaşlar yakıt için ağaçları kestiler ve evleri parçaladılar. Bazıları lale soğanı yemeye kalkıştılar ve Açlık Kışı diye bilinen kış boyunca 20.000’den fazla Hollandalı açlıktan öldü. “Bütün konuşmalar yemek üzerineydi,” diye yazıyor Miep. “Yemek takıntısı hepimizin zihinlerini etkiliyordu.” Kanada birlikleri Mayıs 1945’te Amsterdam’ı özgürleştirdikten sonra, yerinden edilmiş yerleşimciler güçlükle eve döndüler. Nazilerden, zorunlu yürüyüş sırasında kaçmış Victor Kugler, işine geri dönmüştü.

Sonra Otto Frank, 3 Haziran’da Miep ve Jan Gies’in zilini çaldı.

Miep, bir süre sessiz kalmasının ardından Otto’nun, Edith’in geri dönmeyeceğini fakat kızları için umudunun hala sürdüğü bilgisini “yıldırım haber” olarak vereceğini biliyordu.

Otto, Gies’lerle birlikte yaşamaya başladı, Opekta’ya geri döndü ve Anne ile Margot hakkında bilgi almayı amaçlayarak gazetelere ilanlar verdi. Nihayet Haziran’da, Jannia Brandes-Brilleslijper’in onların akıbetini biliyor olabileceğini duydu. Ayın 18’inde, kadının evine gitti.

“Güçlükle konuşabiliyordum; çünkü birine çocuklarının artık hayatta olmadığını söylemek çok zordu,” diye anımsıyor Jannie. “ ‘Onlar artık…’ dedim”. Kireç gibi bir yüzle döndü ve bir sandalyeye yığılıverdi.”

Kızıl Haç, ölümlerini doğruladıktan ve Miep, Anne’in günlük için geri gelmeyeceğini anladıktan sonra Otto’ya, günlüğü sakladığını ve 327 sayfanın sağlam olduğunu söyledi. Başta kızının kısa hayatından bıraktıklarını okuyamayacak kadar kendini kaybetmiş olsa da sonunda Anne’in yazdıklarını öğrenebilmek için kendini hazırladı. Bulduğu şey, daha sonra hatırlayacağı üzere, öyle heyecan vericiydi ki günlüğü elinden zorlukla bırakabildi.

Sadece günlük değil, aynı zamanda Anne’nin bir roman yaratmayı ve kariyerini başlatmayı hayal ederken yaptığı düzeltmeler de mucizevi bir şekilde hayatta kaldı. Romanları Hayalet Yazar (The Ghost Writer), Ve Hayalet Sahneden Çekilir (Exit Ghost) ve Bir İnsan Olarak Hayatım (My Life as a Man) ile Anne’e hayat veren yazar Philip Roth, “bu parlak genç kız günlüğünde düzeltmeler yaptı çünkü çok daha iyi bir yazar olabileceğini keşfetmişti” gözleminde bulunur. “Düzeltmeler yapmış olması, hayatta kalsaydı önemli bir edebi kariyere sahip olacağının bir işaretidir.”

Otto eski arkadaşları ile tekrar bir araya geldi. Eva Schloss ve annesi Elfriede Auschwitz’ten sağ kurtulmuşlardı. Bir gün Otto kolunun altında küçük bir paketle geldi ve içinden dikkatlice Anne’in günlüğünü çıkardı. Schloss, “Çok duygusal bir andı,” diye anlatıyor LIFE’a. “Birkaç cümle okuyor, fakat her seferinde gözyaşlarına boğuluyordu.”

Otto, Anne’in fikirlerini dünyayla paylaşmanın onun görevi olduğuna karar verdi. Anne’nın annesini ve Fritz Pfeffer’ı eleştirdiği veya gelişmekte olan cinselliği üzerine düşüncelerinin yer aldığı kısımlarda birkaç ekleme ve çıkarmayla değişiklikler yaparak günlüğü daktilo etti. Yayımcı bulmak zordu, ta ki Otto’nun arkadaşlarından biri onu, 3 Nisan 1946 tarihli Het Parool gazatesi için “Kinderstem” (“Bir Çocuğun Sesi”) başlıklı bir ilk sayfa makalesi yazan tarihçi Jan Romein’e gösterene kadar. “Fakat benim için, bir çocuk tarafından yazılmış görünüşte önemsiz bu günlük” diye yazdı Romein, “bir çocuğun sesinden duyulduğunda, faşizmin tüm iğrençliğini, Nuremberg’in topladığı bütün kanıtlardan çok daha fazla somutlaştırıyor.” Kısa süre sonra, Amsterdamlı yayıncı Contact kitabı yayımlamayı kabul etti ve 25 Haziran 1947’de kitap, Het Achterhuis (The Secret Annex) adıyla yayımlandı. Otto kitabın kopyalarını ailesine, arkadaşlarına, Hollanda başbakanına ve kraliyet ailesine verdi. (Miep Gies ikinci basım yayımlanana kadar kitabı okuyacak cesareti kendinde bulamadı.)

Savaş biteli sadece iki yıl olmuştu, fakat çoğu insan için, “insanlar özünde iyidir” inancına hala sahip olan 15 yaşında birinin yazdığı bu kitap, şimdiden Holocaust’u kişiselleştirmek için kullanışlı bir yol sunmuştu. Denying the Holocaust’un yazarı Professor Deborah Lipstadt, “Anne Frank söz konusu olduğunda sahip olduğunuz sadece bir ad, bir yüz ve bir kişi değil fakat aynı zamanda oldukça iyi yazılmış bir günlük. Bu büyüleyici,” diye anlatıyor LIFE’a. “O iyi bir yazar ve kendini nasıl ifade edeceğini biliyor. O kendini, gün ışığına çıkıp çıkmayacağını bile bilmediği bir şeyin içinde ifade ediyor.”

(TIME’da Daniel S. Levy’nin yazısını Ayça Özkadif çevirdi, Düşünbil Portal yayımladı...)