Küçük bir dokunuş yeter bazen, bazense her şeyi değiştirebilir o küçük dokunuş. Bazı kemikleşmiş yapılar, yaratıcılıktan yoksun ruhsuz ortamlar fena halde geriyor beni. Apaçık görüyorum eksik olanı, kaldırılması ya da yerleştirilmesi gerekeni. Bir dokunuş, bir sözdür bazen çirkini güzele, kısır olanı verimliliğe dönüştürecek. Neden görülmez bu? Neden yapılmaz peki? Oldukça karmaşıktır genelde bunun nedeni. Kimse tamamen üstlenmiyor, kimse sahip çıkmıyordur. Benim üstüme vazife değil denir ya kimi insanlar tüm dünya meselelerini üstlerine vazife görürler. Bir zevksizliğe doğru bakıp şuraya şu plastik sandalyeler yerine başka bir şey koysalar keşke dersin ya, yorucu bir şeydir bu. Daha ekonomik, daha sürdürülebilir olması mıdır peki bunun nedeni? Değildir aslında, genelde gayret ve yaratıcılık yoksunluğudur. Küçücük bir masraf, el becerisiyle üretilmiş bir aksesuar her şeyi değiştirebilir bir anda. Estetik duygusu çocuklukta verilen bir şey belki de.
Bazen hayret ediyorum bazı insanların beğenilerine. Zevkler ve renkler tartışılır bana kalırsa. Bazı renkler diğerlerini yok eder, görünmez kılar örneğin. Küçük bir hayat bilgisidir bu. Bazı seçimlerin psikolojik nedenleri vardır belki de. Kötü bir hatıra bir renkten kaçınmamıza neden olabilir. Farklı ülkelerin, farklı kültürlerin beğeni tonları var. Roma’daki tur otobüsündeki bant kaydında İtalyanların her zaman bakımlı ve şık olduğundan söz ediliyordu. Demek ki bu düşüncemi teslim edenler varmış. Ekonomik durumla ilgili bu diyebilirsiniz. Derin yoksulluk karşısında dilimiz bağlanıyor tabii ki.
Nesneler konusunda takıntılı bir dünya söz konusu. Bir yanda gösteriş, şıklık diğer yanda yoksunluk. Her şeye rağmen sadelik ve temizlik önemli de diyemezsin çünkü temizlik malzemesine hatta suya dahi ulaşamayan insanlar, toplumlar söz konusu. Bu arada Diyarbakır’da Yezidi kampında gördüğüm muazzam temizlik, bembeyaz giysiler içinde melekler gibi dolaşan yaşlılar, çadırlar arasında pırıl pırıl giyinmiş çocuklar aklımdan çıkmıyor.
Oradan buradan devşirilmiş, ödünç alınmış derme çatma eşyalarla dolmuştu göçmen evleri. Kıbrıs’ta 1963 sonrası gettolardaki yaşamadan söz ediyorum. 1974 sonrası daha da korkunç. Ganimet eşyaları hemen tanırdım. Öncelikle Kıbrıslı Rumlar daha iri desenleri tercih ediyorlar. İslami gelenekten gelen estetikte, şekilden çok küçük desen, daha emek yoğun süslemeler hâkim. Osmanlı aristokrasisinin şıklık anlayışını gözünüzün önüne getirin. Bazı nesnelere bakar bakmaz ülkesini, milliyetini belirleyiveririz. Bazen malzemedir farkı yaratan. Asırlar ötesine dayanan kültürel yönelimler, doğadan gelen esinlenmeler de söz konusudur tabii.
Giyimde kuşamda iklim koşulları kadar özgürlük duygusu da önemli bence. Bedenlerle barışık olabilmek de kültürel bir mesele sanki.
Başka ülkelerin kitsch nesneleri bize hoş gelir. Hatta alıp evimize bile koyarız. Kendi ülkemizde kitsch olana burun kıvırırız oysa.
Estetik algısı eğitimle gelişiyor bana kalırsa. Ne kadar müze gezmiş bir ülkenin çocukları, dünya sanatını ne ölçüde tanımışlar, güzel olana dair nasıl bir algı geliştirmişler. Çok önemli bu.
Yaygın beğeniye mazhar olan, yere göre sığdırılmayan pek çok yaratım birer taklit aslında. Ya da dünya sanat tarihi açısından çoktan aşılmış. Milan Kundera bugün birisi Beethoven kadar iyi bir beste yapsa bunun artık ne hükmü var demişti. Geride kalmış, başka bir çağa ait bir yaratımı bugün üretmenin müzik tarihi açısından değeri ne olabilir? Hem her sanatsal yaratım bulunduğu çağı özümseyip ileriye taşımak değil mi biraz da.
Zanaatla sanatı ayıran önemli bir eşik var. Sanatsal olan yapay zekayla filan yapılamayacak yerde aslına bakılırsa. Sanatsal sezgiye sahip olmak için disiplinler arası bir donanım gerek çoğu zaman.
Mesele şu ki çoğu zaman bir yaratımı beğenmediğini söylemek kolay değil. Ortada bir emek ve yaygın beğeniyle oluşan bir yanılsama bulutu mevcut. Her an ukalalık ve kibre de tercüme edilebilir bu. Dünyada türlü türlü dert var bir yandan da. Her türlü üretime saygı duymak lazım, çabayı alkışlamak lazım sonuçta.
Bazen bir sergi gezerken kafamdan geçenle yüzüm kızarır. Sanatçı bedava verse duvarıma asmam diyebileceğimiz işler vardır.
Üzücü olan bazı mucizevi yaratımların, gerçekten sarsıcı sanat eserlerinin kendine yeterince yer bulamaması ve bunlardan duyulabilecek keyiften mahrum kalabilmesi insanlığın.
Gerçekten güzel olan herkesi büyüler diğer yandan da. Karşılarında çakılıp kaldığımız yaratımlar vardır. Nasıl da keyiflidir güzel bir sergi dolaşmak, bir tiyatro oyunu, performans izlemek. Bu keyfi yaygınlaştırmak iyi gelecektir belki de bu hakikat sonrası sahtelikler çağına. Bu yaralı dünyayı iyileştirecek olan sanattır aslına bakılırsa.