Templos (Temroz) veya diğer bir adıyla Zeytinlik’e doğru aracımızla direksiyon kırarken, aklımızda 900 yıllık ‘Ladolia’ anıt zeytin ağacı vardı. Bu ağaç 9 asrı aşkındır bu topraklara kök salarken, kim bilir nelere şahitlik etti?
Asırlardır bu topraklara kök salan bu zeytin ağacına saygı duruşunun ardından, bu dağ köyünün sokaklarını, dilimde Fikret Demirağ, Ali Nesim ve Altay Burağan’dan dizelerle adımladım;
“Zeytinler ne anlatır her çağda insana?”
***
Zeytin ağacı, kutsallığın, bolluğun, adaletin, zaferin, bilgeliğin, yeniden doğuşun en önemlisi de barışın sembolüdür.
Bazı kaynaklar, zeytin ağacının dünya üzerinde yetişmiş olan bütün ağaçların ilki olduğunu yazar.
Zeytin yetiştiriciliğinin, ilk kez M.Ö. 4000 yıllarında Anadolu’da başladığı biliniyor.
***
Turist rehberi, araştırmacı ve yazar Hasan Karlıtaş, zeytin ağacının yaratılış mitolojisini şu satırlarla anlatıyor:
“Zeytin ağacı yeryüzüne bir armağan olarak gönderilmiştir. Eski Yunan’da tanrıların başı Zeus, insanlığa en değerli ve en yararlı armağanı veren tanrı ya da tanrıçanın yeni kurulan şehrin hükümdarı olacağını ilan eder. Bunun üzerine deniz tanrısı Poseidon, barış ile bilgelik tanrıçası Athena, mücadeleye girişirler. Poseidon, üç dişli çatalını bir kayaya saplar ve insanları uzak yerlere götürecek, savaşlar kazanacak olan ‘atı’ yaratır. Athena ise mızrağını bir yere saplayarak bir zeytin ağacına dönüştürür. Şehir halkı bu zeytin ağacının büyük bir zenginlik, bolluk ve bereketin kaynağı olduğuna karar verir ve Athena’nın onuruna şehre ‘Atina’ adı verilir. Yunan ve Roma mitolojisine göre, tanrılar ve yarı tanrılar zeytin ağacının altında doğarlarmış. Atina Olimpiyatlarında başarılı olan sporcuların başına, zaferin simgesi olarak, zeytin yaprağından hazırlanmış taçlar takılırdı.”
***
Beşparmak Dağları’nın kuzey cephesinde yer alan Zeytinlik Köyü, tarihimize baktığımızda en eski köylerimizdendir.
Templos’ ismi Ortaçağ’a kadar uzanıyor. Köyün ismi o dönemlerde köyde yaşayan Templer Şövalyeleri’nden geliyor.Templerler’den önce de burası bir dini merkezdi.
Rivayete göre, ‘Templos’ ismi, o dönemki Templer Şövalyeleri’nin komutanının adı.
Venedik haritalarında da bu köyü adı; ‘Tepia’, ‘Tempi’, ‘Telmu’, ‘Temp’ gibi isimlerle anılmıştır.
1119 yılında Hristiyan hacıları korumak adına sadece dokuz Hristiyan savaşçı olarak Kudüs’te kurulan Templer (Tapınak) Şövalyeleri’nin tarihi ve bir zamanlar Kıbrıs’taki günleri hakkında belki bir başka yazımızda daha geniş bilgiler veririz.
***
Zeytinlik ya da eskiden günümüze ulaşan adıyla Templos (Temroz) sokaklarını adımlarken, birden karşımıza çıkıyor Haşmet M. Gürkan ve Ali Nesim’in heykelleri.
İki Templos sevdalısını saygı ile selamlayıp, devam ediyoruz gezimize.
***
Ve köyde bir adak noktası, Garip Dede Türbesi…
Köye, Venediklilerden sonra gelen Osmanlıların başında bir ‘Derviş’ varmış. Herkes ona ‘Dede’ dermiş.
Adanın yeni sakinleri köyde içecek temiz su olmadığı gerekçesi ile köye yerleşmek istememişler. Fakat yaşlı adam, köy meydanına yakın yerdeki hayat ağacını göstererek,“Bu ağacın kökleri ta suya kadar iner. Buraya bir kuyu kazın” emrini vermiş.
Kazmışlar ve çok güzel bir su bulunmuş.
Derviş ölünce de buraya gömülmüş.
Gel zaman, git zaman köylülerin ‘hayat ağacı, mezar ve kuyu’ olarak andığı üçlü zamanla unutulmuş ve önemini yitirmiş.
Kuraklık yüzünden bitişikteki yağ değirmenide kapanmış.
Değirmenci Nalbant Mustafa Efendi de kahvecilik yaparak hayatını geçindirmeye başlamış.
Bir gün, gün doğmadan kahvesine giden Mustafa Efendi bir sandalyede oturan aksakallı bir yaşlı adam görür.
Yaşlı adam, hem dervişe hem de Hızır’a benziyordu. Kahvenin hemen önünde bir sandalyede oturan yaşlı adam, kahveciyi görünce, ondan bir sade kahve istedi.
Mustafa Efendi bu talep karşısında, kahvesinin kalmadığını görünce paniğe kapılır. Bu paniği gören yaşlı adam, kahveciye dönerek, “İyice bak, dibeğin dibinde mutlaka bir kaşık kahve kalmıştır” der.
Dibeğin dibine bakan Kahveci Mustafa Efendi, gerçekten de bir kaşıklık kahvenin kaldığını görür. Hemen o kahveyi kaynatıp, yaşlı adama servis eder.
Yaşlı adam keyifle kahvesini yudumlayıp, oradan ayrılırken, cebinden çıkardığı bir kuruşu, kahve tepsisine bırakır. Yaşlı adamın bıraktığı kuruşu gören Kahveci Mustafa Efendi, “Kahve benden olsun amca, zaten üstünü veremem” diyerek, bıraktığı parayı geri almasını ister.
Yaşlı adam da, “Bu parayı al, çekmecene koy ve hiç çıkartma. Dediğimi de unutma” diyerek tembihte bulunur ve oradan ayrılır.
Bu olaydan sonra işleri artan Mustafa Efendi, rahat bir yaşam sürmeye başlar.
Bir gün geçmiş yıllardan alacağı olan bir kişi Kahveci Mustafa Efendi’nin kapısına gelir. Alacaklıyı ödeyeceği zaman, üzerindeki parasını denkleştiremeyen Mustafa Efendi, çekmecede bulunan kuruşla denkleştirip, borcunu ödemiş.
O kuruş, o çekmeceden çıktığı andan itibaren de işler yine kötü gitmeye başlamış. Mustafa Efendi günün sonunda kahvehaneyi satarak, kuyu dibindeki mezarı yaptırmış ve o mezar da bugüne kadar gelmiş.
Günümüzde inançlı insanların bir dilek yeri olan Garip Dede Türbesi, kendisine eş arayanların, çocuk isteyenlerin ve adak adayanların uğradığı bir yer konumunda.
Zeytinlik ile ilgili “Beledi Yokuş Cinayeti”, “Kilisenin Son Kurbanı” ve “Yılan Adası” efsaneleri de Garip Dede Türbesi Olayı gibi anlatılmakta.
Ve şiir…
Nâzım Hikmet, 1947 yılında kaleme aldığı “Yaşamaya Dair” şiirinde şöyle diyordu, zeytini yücelterek:
“Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.”
***
Zeytin ağacı ve Templos’a ayırdığımız bu yazımızı İyonyalı büyük ozan Homeros’un kulağına fısıldayan zeytin ağacının sözleri ile noktalayalım:
“Herkese aitim ve kimseye ait değilim. Siz gelmeden önce de buradaydım, siz gittikten sonra da burada olacağım.”