Zor iş ayrılmak

Derya Beyatlı

Romanları severim. Hikayeyi kurguluyan, karakterleri geliştiren hayal gücüne ve zekâya derin hayranlık duyarım. Bazen kurgunun içinde kaybolup günlerce o mekanlarda yaşadığımı hayal etmeyi bırakın, kendimi ciddi ciddi şehrin sokaklarında roman kahramanlarını ararken bulurum.

Agatha Christie okuyarak büyüdüğümdendir belki, detaylarına takılırım sıklıkla öykünün. Romanın akışında, tarihlerde, mantığında bir hata ararım, bulduğum çok olmuştur. Bazen kahramanların yaşlarında bir aksaklık olur, bazen olayların sırası karışır, mantıksal hatalar olur kimi öykülerde, mekan tasvirleri gerçekle çelişir kimisinde.

Hata bulamadığım karmaşık olaylar zincirlerini kurgulayan beyine hayranlığım bir o kadar daha artar. Orhan Pamuk çok sevmesem de ‘Kar’ romanının üzerimde biraktığı kusursuzluk etkisini yıllar sonra hâlâ hatırlıyorum. Hikayeyi sorsanız hiç bilmem.  

Farklı şehirlerde yaşanmış öyküleri okurken, o şehri mutlaka gidip görme, olay kahramanının duygularını paylaşma arzusuna kapılıyorsam, hikayeyi başarılı klasmanına sokarım hemen. Bu şekilde gezi planları yaptığım, hikayenin geçtiği mekanı bulduğum zamansa çocuksu bir sevince kapıldığım çok olmuştur.

Yaşama, dünyaya dair yeni birşeyler de öğreniyorsam hele hikaye anlatıcısından, keyfime diyecek olmaz hiç. Bu anlamda Sunay Akın öykülerini özellikle severim, anlattığı hikayenin sonunu o söylemeden tahmin ettim mi bir de, o bambaşka bir hazdır, tarifsiz. 

Kendimi bulduğum öyküleri ayrı severim. Bazen ‘Ben niye böyle tepkiler veriyorum ki?’ diye sorgular kendini insan. Başka bir karakterin de aynı yaklaşımları olduğunu gördüğünde, yalnızlık duygusundan kurtulur. ‘Normal’ olanı redderken, kendini ittiği yalnızlık içerisine bir soluk daha katar. Kurgu bile olsa, ısıtır ikinci bir soluk uzun süreli kimsesizlikleri.

Bilge Karasu ‘Ne kitapsız, ne kedisiz’ eserinde tasfir eder kitap satın alma hastalığını. Kiminin kapağına bakılır, kiminin arkası okunur, en sevdiğim yazarındır bir diğeri mutlaka alınmalı, bir başkasının ismi dikkatimi çekmiştir. Her kitapçıya gidişte dört, beş kitap kesin sepete atılır. Kitapçı ziyaretleri hobi sınıfına dahil edileli olmuştur zaten uzun zaman.

Bir köşede bekler kitaplar sıralarını sabır ile. Ruh durumuna göre kitaplıktan seçilmeleri yıllar alanlar da çıkar, uykusuz kalma pahasına hemen aynı gece okunanlar da. Kütüphaneler dolar taşar haliyle, okuduğun bir kitabı ikinci kez eline alışların çok nadirdir nadir olmasına da, kolay değildir ki kitaptan ayrılmak.

Herşeyini paylaşırsın, artık kullanmadığın eşyalarından, tüketen ilişkilerinden vazgeçmeyi de öğrenmişsindir ama kitabınsa söz konusu olan, orada durulur. Biriktikçe, birikir yığınlar, mümkün değil dostum, ayrılamazsın.

Köksüz bir Nilüfer misali gezinmeye karar verdiysen hele dünya üzerinde ve e-kitap fikrine ısındıramıyorsa kimseler seni, bu hastalık hayatında ciddi sıkıntı yaratmaya başlar. Her şehirden alınan kitaplar bavulun yarısını kaplamaktadır ve bu soruna kökten bir çözüm getirilmelisi artık zaruri ihtiyaçtır.

Yine bir roman ve öğrettiği sistem yetişir imdada; ‘Kitap Geçişi’. Guillaume Musso ‘Kağıt Kız’ romanında kısaca anlatır bu sistemi. Bir websitesine üye oluyorsunuz (www.bookcrossing.com), okuduğunuz kitabı kayıt edip içerisine bir not düşüyorsunuz ve bir başkasının bulması için kamusal bir alana bırakıyorsunuz. Kitabı bulan kişi de okuyup, kitabı aynı şekilde bir sonraki okuyucusuna aktarıyor, bu arada websitesine de kitabın kayıt numarasını giriyor. Fransa’da bir parkta bıraktığınız bir kitap bir bakıyorsunuz yolculuğuna Tanzanya’da devam ediyor.

Kitap Geçişleri böylelikle eğlenceli bir oyuna dönüşürken, size başlattığınız kitap yolculuğunun takibini yapmak kalıyor, bir de kesilmekten kurtardığınız bir kaç ağaç olması ihtimalinin verdiği tatmin. 

Henüz bu şekilde tek bir kitabımdan ayrılmayı başardım, özlüyorum, ama, bu konuda çalışmaya niyetliyim, sistemi çok sevdim, tavsiye ederim.

19 Ekim 2014
İstanbul