İnsanlık yeni bir medeniyet dediğimiz bilgi/teknoloji çağına girerken, her şeyin daha güzel olacağını tahmin edilmişti. Ülkeler ve toplumlar arası anlaşmazlıklar, kavgalar, yoksulluk, hastalıklar, fakirlik, savaşlar, göçler v.s sona erecek ve dünya huzura kavuşacak diye düşünülmüştü.
Yeni çağın eski medeniyetlerin hastalıklarını taşımasına dair şüpheler, Kıbrıs sorununun 21.yüzyılda, 20.yüzyıldaki gibi devam eder olmasını analiz edilmesiyle ortaya çıktı. 1968’de İki toplum arasındaki uyuşmazlıkları çözme girişimlerindeki Rum ve Türk görüşmecilerin ve onları destekleyen toplulukların tavır ve düşünceleri nasıl oluyor da 49 yıl sonra 2017’de değişmeyip aynı karakter ve çizgide devam edebiliyor?
Bu işlerden sorumlu olanlar ve destekçilerinin hayatları, bilgileri, teknolojiyi kullanmaları, aile ilişkileri, yaşam tarzları ve sosyolojik veriler, kimlik tanımlamaları, barış-savaş algılamaları 50 yıl önceki gibi midir?
21.yüzyılda yaşanabilir bir yurt mu, kavgalı ve sorunlu devlet mi önemlidir? Şimdiki ve gelecek zaman için mi uğraş veriliyor, yoksa eski çağa dönmek mi isteniyor?
Amaç bu ise, 50 yılınız, yılımız boş yere mi harcandı? Kendi kendinize sorar mısınız; yeni çağlı görünüp eski çağda kalan anlayışı savunmak nasıl bir samimiyetsizliktir? Barış görüşmelerine modern ve anlayışlı görüntüsü vererek başlamak ve sahneye mezarlardan “ölüler”i çıkarıp oyuna katmak nasıl bir psikolojidir?
Yine soruyoruz: Yurt mu, sürdürülebilir yaşam mı önemlidir yoksa devlet olsun diyerek kavga-savaş mı önemlidir? Sizleri eski çağ düşüncesinde tutmaya zorlayan hangi eski değerlerdir? Bunların kaçını bugünkü yaşamınızda uyguluyorsunuz? İnandırıcı olmak için bu çağın hiçbir nimetinden yararlanmamanız gerekiyor.
***************
Bu yeni çağın eski çağda kalmakta ısrar eden yöneticileri, dünyanın her yerinde insanları birbirine kırdırıp, savaş tehlikesi içine atmak için modern populist anlayışlarını sürdürüyorlar. Eski Yugoslavya’yı 7 bağımsız devlete böldüler ve bir “devlet” hediyesi ile ekonomik, sosyal felakete sürüklediler. Toplumlara, “Düşmanlar”ından kurtarma sözü verdiler ama kurdukları o bağımsız devletlerinde bugün güvensizlik, şiddet, işsizlik, parasızlık ve göç felaketiyle baş başa bırakıldılar. Eski “düşmanlar” farklı kimlikler gitse de kendi toplumlarındaki düşmanlarla baş başa kaldılar..İnsanlar kendi “bağımsız” devletlerinde hayatlarını ve güvenliklerini korumak için silahlanmaya zorlanıyor ve iç şiddete dönüşüyor. 7 yeni devletten Slovenya ve Hırvatistan AB üyesidir ve diğerlerine göre iyi durumdadır.
İnsan güvenliğini “askerler ve polis sağlar” anlayışı çok geride kalmıştır. Güvenlik kavramı günümüzde insancıl öğeler katılarak zenginleştirilmiştir. İnsanlar yurtlarında haysiyetleriyle; iyi, sağlıklı ve keyifli yaşam sürebilmeli bunun için hayatlarını idame ettirebilmek için iş imkanlarına sahip olmalı, adil ve iyi yönetimlere kavuşup; savaşlardan, iç ve dış çatışmalardan korunmalıdır.
Kıbrıs sorunu ve çözümüne bu çerçeveden bakmak gerekiyor. Dış güçlerle savaşmak derken iç savaş ile, yüzyüze gelinebilir. O zaman dış düşmanın yerini iç düşmanlar alır.