Dr. İsmail Kılınç
Her ülkenin tarihinde karanlık sayfalar vardır; kimilerinde daha fazla, kimilerinde daha az. Diktatörlükten demokrasiye doğru gidildikçe bu sayfaların sayıları azalıyor, azalmalı. Peki karanlık sayfalarda neler var ya da neleri karanlık sayfalara yazabiliriz? Pek çok şey, ama öncelikle insana ve insan haklarına ihlali ilk satıra yazabiliriz. Özellikle askeri darbe dönemleri ve sonrasında (cunta yönetimi) insan hakları ihlali önemli boyutlara ulaşmaktadır. İşte bu yazıda sözünü edeceğimiz de zoraki ya da istem dışı kaybolan insanlardır. Zoraki yok oluş öncesi rejime karşı olan insanların-yazar, gazeteci, sendikacı, sivil toplum örgütü üyeleri, muhalefet partisi yöneticileri gibi- kaçırılması,bilinmeyen bir yerde hapsedilmesi, işkence görmesidir. Sonunda da insanın kaybolmasıdır. Burada faili meçhul cinayetler ya da istemli kayboluşlar söz konusu değildir. İnsanlar kaybolmakta, nerede oldukları, yaşayıp yaşamadıkları uzun yıllar bilinmemektedir. Öldükleri bilinse de nereye gömüldükleri bilinmemektedir. Çoğu zaman da öldükleri ya da daha doğrusu öldürüldükleri hakkında bilgi olmadığından kayıp insan olarak kalmaktadırlar ve ailesi ve yakınları çaresizlik ve acı içinde beklemektedirler.
Tarih sayfalarında zoraki ya da istem dışı kaybolmalar her zaman var olmuştur. Ancak bu tür kaybolmaların yoğun olduğu ve dikkati çektiği yer Güney Amerika’daki askeri rejimler olmuştur; özellikle Arjantin ve Şili’deki cunta dönemleridir. Latin Amerika’daki 1 Mayıs Anneleri ve Türkiye’de Cumartesi Annelerinin toplanmalarını anımsayın. Kaybolan eş, çocuk, akrabalar için insanlar meydanlara çıkıp nerede olduklarını öğrenmek için haykırmaktadırlar. Bugün ise toplumsal ve iktisadi sorunlar içinde boğulan, demokrasisini henüz rayına oturtmamış, kimi bölgelerinde iç savaş yaşayan her ülkede görülmektedir. Peki nedir zoraki ya da istem dışı kaybolma?
Tanım ve Özellikler:
Kısa bir tanıma göre ‘zoraki ya da istem dışı kaybolma’ bir örgütün bir ya da birkaç kişiyi keyfi hapsederek ya da öldürerek ortadan kaybetmesidir (fr.wikipedia.org/wiki/disparitionforcée) ya da bir başka tanıma göre zoraki kaybolmalar siyasi nedenlerle kaçırılan insanlar olup kaçırılma olayı herhangi bir örgüt ya da kurum,kuruluş tarafından üstlenilmemekte ve genelde Devlet’ in oluru ya da Devlet hesabına çalışan kişi ya da örgütlerin işlediği suçlardır (diplomatie.gouv.fr/fr/rubrique-imprim.php3?id). Bu tanımlar kısa olup, bu konuda Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Aralık 2006’da kabul edilen ‘zoraki kaybolmalara karşı kişilerin korunmasıyla ilgili uluslararası sözleşme’de yapılan tanımı ele almakta yarar vardır. Bu sözleşmenin 2. maddesine göre ‘Devlet ajanları ya da Devlet’in izni, desteği ve onayıyla kişiler ya da gruplar tarafından insanların tutuklanması, hapsedilmesi, kaçırılması ya da özgürlükten yoksun bırakılması ve sonrasında da özgürlükten yoksun bırakıldığının inkâr edilmesi, kaybolan kişiye ne olduğunun ve nerede bulunduğunun saklanması ve dolayısıyla yasanın korumasından kaçırılmasıdır(trial-ch.org/fr/droit-international/disparitions-forcées,wikipedia.org/wiki/disparitions forcées). Sözleşme tutukluluk halinde muhakeme usullerinin sağlanması, gizli ve resmi tutuklama yerlerinin yasaklanması, yakınlarının bilgilendirilmesi hakkı, kurbanların ve ailelerine tazminat ödenmesi ve özellikle de kaçırılan çocuklara ayrı bir önem verilmesi gibi konularda kararlar içerir. İşte bu sözleşme, 1983 yılında Latin Amerika’da kaybolan insanların aileleri tarafından ilk defa ele alındıktan 23 yıl sonra kabul edilir ve birinci maddesi de hiç kimsenin zoraki kaybolmaya maruz kalmayacağını belirtir. Bu sözleşme ile ilgili yapılan çalışmaların –çalışma grubu, komisyon oluşturulması, uzman kişilerin seçilmesi gibi- bir özetini Federico Andreu-Guzman’ın bir yazısında (Le groupe de travail sur les disparitions forcées des Nations Unies,RICR Décembre, 2002, vol:84, no:848) ve kısa bir özeti de www2. ohchr.org/french/issues/disappear/ sitesinde bulabiliriz. F.A.Guzman’ın yazısında da belirttiği gibi zoraki kaybolmalar Birleşmiş Milletler’de kaygıya neden olur ve Latin Amerika’da görülen ve yaşanan diktatörlüklere özgü bir olay olarak daha çok ortaya çıksa da tüm dünya ülkelerini ilgilendiren bir konudur. Sözleşme sadece kaybolan insanlarla ilgili olmayıp kaybolan insanların yakınları, tanıklar ya da aile üyeleriyle ilgili korkutma, zulüm,vmisilleme ya da intikam olaylarını da ele alır. İnsan Hakları, Uluslararası İnsani Hukuk ve Uluslararası Ceza Hukuku’nun birleşme noktasında yer alan bu sözleşme Birleşmiş Milletler temel yasası ve Uluslararası İnsan Hakları Beyannamesi’ne dayanır ve Birleşmiş Milletler tarafından 1992 yılında zoraki kaybolan insanlar için hazırlanan bildiriden esinlenir (franceonu.org /spip .php? article3984).
Bu sözleşmeden önce zoraki kaybolmaların konu olduğu iki sözleşme daha vardır: Bunlardan birincisi 17 Temmuz 1998 tarihli Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Roma statüsü olup, 7. maddesi zoraki kaybolmalarla ilgilidir. İkincisi ise 9 Haziran 1994 tarihinde Brezilya’nın Belem da Para kentinde imzalanan kişilerin zoraki kaybolmalarıyla ilgili Amerika Devletlerarası Sözleşme’dir. İlk sözleşmenin de Amerika kıtasında yapılması kaybolmaların daha öncede değindiğimiz gibi yoğun olarak bu kıtadaki diktatörlüklerde görülmesi nedeniyledir.
O halde, zoraki ya da istem dışı kaybolan insanlar öncelikle varolan rejime muhalif olan insanlardır, daha çok siyasi düşünce suçlularıdır ya da öyle yargılanmaktadırlar. İlk önce Devlet’in kendisi ya da ajanları ya da bilgisi ve oluru dahilinde kaçırılmaktadırlar. Sonra bilinmeyen bir yerde hapsedilmekteler ve işkence görmekteler. Sorun nerede olduklarının bilinmemesi ve ailesi ve yakınlarının bu kişiye ulaşma olanağının olmaması ve de en önemlisi yaşayıp yaşamadıkları hakkında hiçbir bilgiye sahip olamamalarıdır. Eğer kişi sağ ise nerede olduğu bilinmemekte, öldürülmüş ise vücudunun nerede olduğu bilinmemektedir. Bu bilginin elde edilmesi kimi kez uzun yıllar almaktadır ya da hiçbir bilgi elde edilememektedir. Bilgi elde edilebilmesi için ya yoğun iç ve dış baskı gerekmekte ya da diktatörlüğün sona ermesinden sonra yapılan araştırmalar sonucu kişilere ne olduğu öğrenebilmektedir. Bugün halen ölüp ölmediği bilinmeyen kişiler vardır ve ‘kayıp’ olarak anılmaktadırlar. Aileleri ve yakınları hala umut peşindedirler. Yıllar sonra canlı olarak geri dönseler bile maruz kaldıkları işkence ve kötü muamele sonrası geri kalan yaşamlarını fiziki ve psikolojik acılar içinde geçirmektedirler.
Devam edecek