Zorla Kayıp Edilmelere Karşı Avrupa-Akdeniz Federasyonu FEMED, Zorla Kayıp Edilmiş Olan Kurbanlar İçin Uluslararası Anma Günü olan 30 Ağustos’ta, onlar anısına on dakikalık sessizlik eylemi düzenliyor.
FEMED’in bize gönderdiği açıklamada, özetle şöyle deniliyor:
*** Değerli meslektaşlar, değerli arkadaşlar, Gerçek ve Adalet’i sağlamak için birlikte mücadele edelim! 30 Ağustos Zorla Kayıp Edilmiş Olan Kurbanlar İçin Uluslararası Anma Günü’nde FEMED sizleri, kollektif bir insiyatif olan DOKUNULMAZLIĞA KARŞI BİRLİKTE ON DAKİKA eylemine katılmaya davet ediyor.
*** Bu insiyatif zorla kayıp edilenlerin kurbanları için uluslararası anma günü olan 30 Ağustos 2023 tarihinde Fransız saatiyle 19.30’da Zoom’da yapılacaktır... Bu sanal insiyatif, 10 dakikalık bir zoom bağlantısıyla kurumsal siyasi iktidar, yargı ve yargıya dair kurumların zorla kayıp edilmelerle ilgili suçlarla ilgili empoze ettikleri sessizliği sembolize edecektir çünkü bu suçlar çoğunlukla hala cezasız kalmaktadır.
*** Bunu tarihsel bir insiyatife dönüştürmek maksadıyla sizin uzmanlığınıza güveniyoruz, maksimum sayıda dernek, aktivist ve insanı bu proje çerçevesinde mobilize etmenize güveniyoruz...
*** Zorla kayıp edilmelerin uluslararası karakterini yansıtmak ve gerçek bir etkiye sahip olmak için dünyanın her tarafından maksimum sayıda bağlantı kurulması elzemdir.
*** Bu insiyatifin detayları şöyledir:
19.15 – Zoom bağlantısı
19.30 – Ağzı bağlanmış bir resim gösterin ve mikrofonunuzu kapatın
19.35 – Resmi kaldırın ve kamera önünde kayıp şahsın resmini sallayarak sloganlarınızı ortaya koyun: “Çocuklarımızı geri verin, onları canlı olarak aldınız, bize canlı olarak verin” veya “Hakikat ve Adalet...”
Zoom link’i:
https://us06web.zoom.us/j/81553582658?pwd=MWJjUkkzdkdPaWFURmxqWVpTT2pndz09
*** Amaç, sessizlikten kayıp yakınlarının sessiz kalmama yönündeki kararlılıklarına doğru geçişi yanıstmaktır...
2014 yılında FEMED'den bir delegasyon Kıbrıs'a geldiğinde, iki toplumlu kayıp yakınlarının ortak örgütü BİRLİKTE BAŞARABİLİRİZ'den üyelerle görüşme yapmıştı...
*** BASINDAN GÜNCEL...
“Doğduğu gün ölen adamın hikayesi: Sami Hazinses...”
Mehmet Karabel – Ege’de Son Söz
İnsanlar doğdukları gün ölür mü?
Milyonda bir de olsa rastlamak mümkün…
Aynen…
Bu hikayenin kahramanı gibi…
***
Tam 98 yıl önce bugün…
Kendi sesleniş biçimi ile “Diyarıbekir”de dünyaya geldi…
Ermeni’ydi…
Ailesi O’na “Samuel Agop Uluçyan” adını koydu…
Herkes O’nu “Samo” diye çağırıyordu…
Yöredeki…
Süryani ve Keldani gibi gayrimüslim ailelerin…
Yaptığı gibi “puşicilik / ipek dokumacılığı” ile geçiniyorlardı…
Ancak ilkokulu bitirebildi…
Hep baba mesleği ile hayatını kazanmaya çalıştı…
Hazin sesliydi…
Diyarbakır Musiki Cemiyeti’nde türkü söylerken…
Acıklı, içe dokunan sesi ile herkesi büyülüyordu…
Ufak tefek bir delikanlıydı…
Gözlerinin feri hep parlaklılığını korurdu…
***
Serde delikanlılık var ya…
“Şimdi aşk zamanıdır, aşk ömrün baharıdır…” derler ya…
Bizim ufak tefek “Samo” da vurulur mahalleden bir kıza…
Güzeller güzelinin adı Gül’dür…
Bir rivayete göre hükümet tabibinin kızıdır…
Parmak kadar gençler o mahallede…
Büyük bir aşkın çaresiz kumruları olurlar…
Bakın, burası önemli…
Samo, her akşam el ayak çekildikten sonra…
Gül’ün ailesinin evine gider…
Ahşap kapının kocaman anahtar deliğinden…
Kısık sesle seslenirmiş:
“Güüül, Güül, Gül…” diye…
Avlunun tarafından sese yanıt gelir; “Efendim” diye…
Samo bi’daha seslenir:
“Nefesini, sesini, soluğunu üfle Gül… Ciğerlerim bayram etsin… Bak, ağzımı dayamışım kilidin deliğine, hadi…”
Gül’ünün nefesini ciğerine çeken Samo…
O gecelik “gıdasını” alır; evine döner…
Tahmin etmişsinizdir; hikayenin sonunu…
Sevdalı kalpler asla birleşemez…
Samo da…
Dudağında Gül için bestelediği…
“Bir Gül için terk ettim
Ben Diyarıbekir’i
Yeter bu cilve, naz
Yeter ağlatma beni” türküsü ile…
Doğduğu, büyüdüğü kenti terk ederek…
Taşı-toprağı altın İstanbul’a gelir…
***
İstanbul’a göçen herkes gibi…
Hemşehrilerini bulup onlarla aynı evde kalmaya başlar…
Tıpkı kendisi gibi “esas isimlerini” kullanmayan bu hemşehrileri…
Yeşilçam’ın emektarları…
Danyal Topatan ile Vahi Öz’den başkası değildir…
Nedendir, bilinmez ama…
“Samo” da, Ermeni olarak bilinmesini istemez…
Bir dokuma fabrikasında çalışmaya başlar…
Bir türlü Gül’ü unutamaz…
Kahreden aşkını şarkılara döker:
“Bir Gül gibi kıvraktır,
Bülbül gibi şakraktır…
Aşk bana ızdıraptır,
Yeter ağlatma beni…”
Fabrika işçisi “Samo” Allah vergisi üretken bir bestecidir…
Tam o yıllarda…
Yeni yeni ünlenmeye başlayan Zeki Müren…
Samo’nun…
“Bir Dilbere Müptelâdır Gönlüm” şarkısını ister…
Radyoda seslendirir…
O gencecik dokuma işçisinin besteleri…
Yavaş yavaş dillerde dolaşmaya başlar…
Bir gün…
Yine hemşehrisi olan film yapımcı Mümtaz Alpaslan’la tanışır…
Samo’dan, yeni filminin müziğini yapmasını istedi…
Sonra, gözlerini Samo’ya diker…
“Filmde küçük bir rol var, oynar mısın?” diye sorar…
İşte o gün…
Samo’nun hayatı değişir…
***
İlk filmi “Kara Davut”u, bundan 66 yıl önce…
Cüneyt Gökçer, Atıf Kaptan ve Muhterem Nur’la oynar…
Sanatçı ruhu…
Samo’yu coşturmuştur…
Afişlerdeki adı; bir anda “Sami” oluverir…
Türk Sineması’nın unutulmaz komedi karakterleri arasına girer…
44 yıl aralıksız film çevirir…
Son filmi…
1997’de çevirdiği “Bitmeyen Bekleyiş” olur…
Rol aldığı filmlerin sayısı 1000’i geçmiştir…
Bi’daha O’nu setlere çağırmazlar…
72 yaşında, zar zor, üstüne para vererek emekli olur…
***
Ermeni asıllı olduğunu hiç unutmadı ama…
Hep sakladı…
Vefatından yedi yıl önce kendisiyle yapılan röportajda…
Önce Ermeni olmadığını söyledi…
Ardından…
Ermeni olduğunu kabul etti; “Sadece bilinsin istemiyorum” dedi…
Ve gazeteciden şunu rica etti:
“Öleyim ondan sonra yaz Ermeni olduğumu…”
***
Çok yönlü bir sinema emekçisiydi…
Ancaaak…
Ne güfte yapmayı ne de beste üretmeyi bırakmadı…
“Derdimi Kimlere Desem” eserini…
Müslüm Gürses ve İbrahim Tatlıses…
Albümlerine koydular…
Sayısız filmin müziklerini yaparken…
O filmlerin komedi karakterlerinde başarıyla oynadı…
Siz, biz, hepimiz…
Hep filmlerden hatırladığımız “komik adam”ın…
Yazıp, bestelediğini bilmeden dinledik o şarkıları…
***
Son filminden sonra…
Birçok Yeşilçam emekçisi gibi…
Unutuldu…
Sete çağıran olmadı, şarkılarını kapıda bekleyenler kayboldu…
Delikanlı iken aşık olduğu Diyarbakırlı Gül’e…
Bi’türlü kavuşamadığı için olsa gerek…
Hiç evlenmedi; hep yalnız yaşadı…
Birkaç dostunun gayretiyle…
Huzurevine taşınmak zorunda kaldı…
Kendisiyle ilgili gazete kupürlerini hep ceplerinde taşıdı…
Bi’de…
MESAM (Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği) üyelerinin…
Yazılı olduğu broşürü hiç ayırmadı yanından…
Listede adının olduğu satırı kalemle işaretlemişti…
Şeker ve tansiyon hastasıydı…
Takvimler, 22 Ağustos 2002’yi gösterirken…
Akşam fenalaştı…
Hastaneye kaldırdılar ama kurtaramadılar…
Mezar taşının üstündeki…
“Duyan ağlar, gören ağlar, böyle bahtı karalıya” satırları ise…
Yıllar önce yazdığı bir şarkının sözleriydi…
***
Size…
30 Ağustos 1925’te doğan…
23 Ağustos 2002’de…
Hayata gözlerini yuman…
Yeşilçam’ın usta oyuncusu…
Sami Hazinses’in acıklı öyküsünü anlatmaya çalıştım…
Filmlerde hep iyi insanı oynadı…
Hep ağlamaklı bir yüzü vardı…
Dikkat ettiniz mi?
Komikken bile hüzünlüydü…
Her gece TV’lerin naftalinli kuşaklarında izlediğiniz…
Neredeyse 10 Yeşilçam filminin…
Garanti yedi tanesine terini akıtmış…
Sami Hazinses’nin…
Soyadına yakıştırdığı “hazin” yaşamı…
Sorarım size, bugün yaşayan bi’tane dizi oyuncusu var mı?
Nokta…
Sonsöz: “Sakın acında kaybolma… Bil ki, çektiğin acı bir gün dermanın olacak… / Hz. Mevlana…”
(YÜZLEŞME ATÖLYESİ - Mehmet Karabel - 22 Ağustos 2019)