Züccaciye dükkanındaki fil

Ve hukuk ayaklar altına alındı. Devlet kendi meşruiyet zeminini rafa kaldırdı. Tölere edilen linç, kendi yazılı olmayan hukukunu yarattı.

İbrahim Emre Sugel
ibrahim.emre.sugel@gmail.com

 

Dev çarklar döndüğünde gecenin içinden uzayan sakalıyla girdi kapıdan. Kolunun altında ki oyuncak bebek ona baktı. İskemleyi çekti. Çocuğu tavana astı. Tapındığı camın karşısında ikili koltuğu var. Uzandı. Çantasından bisturiyi çekti. Başının üzerinde bir doğru parçası çizdi. Kafatasını açtı. Akan kanları umursamadı. Beynini özenle çıkartıp televizyon dekoderine bağladı. Ve renkli camdan bir ses ona doğru fısıldadı: 

“Kuzey Kıbrıs'ta bir gazete ahlaksızca bir başlık atmış… ‘Türk ordusunun Kıbrıs'tan sonra yeni bir işgal yaptığını’ söylüyor. Ben KKTC'deki kardeşlerimi tavır almaya davet ediyorum. Bu ne ahlaksızlıktır, ne edepsizliktir. Ben Kuzey Kıbrıslı kardeşlerime sesleniyorum, bir cevap vermeleri lazım.”

Ve devam etti farklı bir zaman diliminde aynı ses;

“Bu üniversitenin içinde bu tür teröristler olduktan sonra onlar bu markaya leke sürüyor… Şu anda üzerine üzerine gidiyoruz, bu terörist öğrencileri bulup çıkarıp gereğini yapacağız. Üniversitelerimizdeki hocaların da çok daha dikkatli olması gerekir. Bu öğrencilerle hocaların iltisakı olduğunu belirlediğimiz anda onlarla ilgili de gereğini yaparız. Lokum dağıtanlara farklı bir şekilde davrananlara haddini bildirmek birinci dereceden benim görevimdir. Marjinal örgütler tarafından bazı üniversitelerin asli görevinden uzaklaşıp eylem alanına dönüşmesine izin vermeyeceğiz. Beyoğlu sokaklarında da zaman zaman arzı endam eden marjinaller edepleriyle durdukları sürece bu ülkenin renklerinden biri olabilirler. Ama işi şiddete, baskıya vardırırlarsa kulaklarından tutar ait oldukları yere fırlatırız...”

Zihnini emanet ettiği egemen söylemin karşısında cama baktı. Öylece durdu. Baktı. Cerberus akşam yemeğinden kalktı. Baktı. Bir gece kapılar işarete boyandı. Baktı. Alevler tekbirle kitapların sayfalarına dolandı. Baktı. Yelkovan geriye aktı. Baktı. Madımakta bir otel yandı. Oradaydı…

Mahkemeler kuruldu. İktidar, “milletin tepkisini kontrol edemeyiz” açıklamalarıyla linçi meşrulaştırdı. Zoraki yargılamalar yapıldı. Birçoğu zaman aşımına uğradı. Kimileri komik cezalar aldı. Karanlık bir güruh, anonim olmanın rahatlığıyla öfke saçtı. Bu güruhla birlikte hukuksuzluk zemin kazandı. Linç kültürü coğrafyamızda kabardı. Siyasi erk bunu silahı gibi kullandı. Devlet elindeki şiddet tekelini “gayri nizami asayiş tedbiri” adı altında başakalarıyla paylaştı. Adına milli refleks naraları da atıldı. Dönemim başbakanı Erdoğan, anayasal demokratik hakkını kullanan DTP’li bir guruba (görüşlerine katılın ya da katılmayın), İstanbul Okmeydanı’nda mahallelinin pompalı tüfekle ateş açtığı olay için şu sözleri sıraladı: “Eğer siz vatandaşın mağazasının camlarını indiririseniz, vatandaşın hayatına kastederseniz, hayatına kastettiğiniz vatandaş kalkıp da, eğer elinde böyle bir tedbiri, böyle bir imkânı varsa, o da kendini savunma yoluna gidecektir...”

Ve hukuk ayaklar altına alındı. Devlet kendi meşruiyet zeminini rafa kaldırdı. Tölere edilen linç, kendi yazılı olmayan hukukunu yarattı. Kalabalık azlığı çiğnedi. Nesneleştirdi. Linç güruhu etnosentrik değerleriyle yargıçlığa soyunup, ötekisine tahakküm etti. Kimi ülkeler recim cezalarıyla linçe yazılı hukkukta da yer verdi. Düşünce ve ifade özgürlüğü, a simetrik devlet terörü tarafından yaratılan sözde örgüt üyelikleriyle yaftalanıp, işaretlendi. Gazeteler aynı manşetleri dile getirdi. Özne olmaya çalışan iktidarın nesnesi, temsili giyotine kurban edildi… 

İktidarların işine geldiği gibi kullandığı bu linç kültürünün bir diğer kol arkadaşı ise her daim medya ola gelmiştir. Hedef göstermekten geri durmayan yayın organları, bilincini fanatizme teslim etmiş kitleler üzerinde epistemik yönlendirici görevini, neoliberal çıkarları doğrultusunda uygulamaktan geri durmamaktadır. Bu kapsamda şunu söylemek yerinde olacaktır ki; siz bir büfeye gittiğinizde gazete değil, aslında ideoloji satın alansınızdır. Ve bu alanda kitle psikolojisi ise; çok uluslu şirketler, yerel ortakları ve onların siyasi uzantıları arasında kalan GDO’suyla oynanmış birer tohumdur.

Amerikan iç savaşında Klux Klan gruplarının sırf ten rengi siyah diye afrika kökenlilere uyguladığı şiddetle literatürde ortaya çıkan linç kavramı, ismini Amerikan bağımsızlık savaşında 16. yy’da Kuzey Carolina’da, İngiltere yanlısı olan düşmanları ve her adi suç zanlısını mahkemeye çıkmadan evvel çoğunlukla kırbaçlatarak cezalandıran yargıç John Lynch’ten almıştır. Bir diğer isim babası ise, 19.yy başlarında yine ABD’de Pittsylvania kentinde bir haydut çetesini cezalandırmak üzere milis örgütleyen William Lynch’tir. Tarihe konu olan her iki örnekte de linç otorite tarafından olağanlaştırılmaktadır. Pek tabii bu medeniyet kaybı, olağanüstü hallerde de statükonun iki dudağı arasındadır. Linçin olağanlaşması, toplumlarda linç kültürünün yaratıcılığına soyunmaktadır. Bu hal yalnızca linçin içerisinde barındırdığı fiziksel şiddetle var olmamakta, kimi zamanlarda ise epistemik şiddetle gün yüzüne çıkmaktadır. Epistemik linç, ötekileşmenin yok oluş öncesi son durağı gibidir. Bu duruma maruz kalan nesneleşmiş kimse ya da gruplar, toplumsal yaşamdan aforoz edilerek bilinçli olarak ayrıştırılır. Mevcut düzene katılımcı olmayanlar ve egemen olanın ötekileri (kimi zaman iktidarı destekleseler dahi) panoptikon anlayışı ile belirli meskenlerde bir araya toplanır. Bu ikamet ediş şekli, yönetsel erkin panoptik gözüyle rahatlıkla dikizleyebildiği hedef tahtalarıdır. Kuzey Kıbrıs’ta Lefkoşa Suriçi’nin arka sokakları, İstanbul’da Gazi Mahallesi, Ankara’da Yenidoğan (Çinçin) ve Tuzlu Çayır buna örnek olarak gösterilebilir. Hemen her siyasal muhalefetin, adi suçların, kimi zamansa dışsal boyunsamaların ötekileşen imgesel failleri, bu meskenlerde iktidarın hukuksal (hukukun içerisinde ki gizil şiddet ve kolluk kuvvetleri) ya da hukuk dışı linçinin hedefi altındadır. Kimi zaman Quer olan ötekileşme hallerine ise; LGBTİ bireylere yapılan ve yakın tarihte Barbaros Şansal’a uygulanan linç girişimlerini de eklemek pek tabii mümkündür. Bu noktada linçi nedenselleştirmek ya da ithal edilerek devşirildiğini söylemektense, şiddetin her türlüsüne karşıt insan hakları odaklı mücadele ederek hümanist duruş sergilemek önem arz eden ilkesel bir elzemdir.

Sosyal devlet anlayışının yıkıldığı, neoliberalizmin hüküm sürdüğü coğrafyalarımızda; bireyin hiçsizleştiği noktalarda toplumda birlik olgusunu illüzyonla yaratmaya çalışan otoritenin sarıldığı milliyetçi-dinci-faşist söylemlerle yaratılmak ve kontrol edilmek istenen, “biz - öteki” ikililiğidir. İkili zıtlıktan doğan köşeli düşüncenin kalemşörleri gazetelerin sağ ve sol sütunlarında kocaman bir fili züccaciye dükkanına sokarken, yıkıntılar içerisinde yas tutabilme güdüsünün dahi suskunluk sarmalına bürünerek manipüle edildiği gerçeğiyle yüzleşilmelidir.

Televizyon dekoderi ya da akıllı telefonlara bağlanan beyinlerin epifiz bezinde biriken kireçleri törpülemek ise, züccaciye dükkanına girmeden önce file ormanın yolunu göstermektir...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dergiler Haberleri