“Sessizin Payı” *
“Sessizin Payı” *
Nurdan Gürbilek Türkçenin yaşayan en değerli edebiyat eleştirmenlerinden birisi; “Sessizin Payı” (Metis Yayınları) ise yazarın “kavramlara edebiyatın içinden bakan denemelerinden” oluşan sekizinci kitabı. Gürbilek bu çalışmasında da belirli yazarları (Dostoyevski, Tolstoy, Orhan Kemal, Peyami Safa) ve eserlerinden kimi örnekleri merkeze alıyor ve oradan, ‘yazar-eser-dışarısı’ ilişkisini özgün saptamalarla irdeliyor. Bakış açısı yine çok geniş, çözümlemeleri ise sadece edebiyatla sınırlı değil, edebiyatın dışına taşan bir yoğunluğu ve derinliği içeriyor. Nitekim “Sessizin Payı”nda yer alan denemeleri tarif ederken kurduğu cümle de bunu işaret ediyor: “İmgelerle kavramlar, duygularla düşünceler, edebiyatla politika arasında gidip gelen denemeler.” Kanımca Gürbilek’i farklı ve ayrıcalıklı deneme yazarı kılan tam da bu; bir başka ifadeyle zihinsel/düşünsel ve duygusal arka planını teşkil eden kapsam yoğunluğu ve bu yoğunluğun hem içerik hem de üslûp olarak yazılarına yansıması. Bunun üzerinde biraz durmakta yarar var.
Gürbilek’in deneme kitapları dışında bir başka önemli çalışması, yine Metis Yayınları arasında çıkan, Walter Benjamin’in yazılarından derlediği “Son Bakışta Aşk” kitabıdır. Şu rahatlıkla söylenebilir: Gürbilek, Benjamin’in Türkçe yazın ve düşünce dünyasında tanınması ve tanıtılmasında öncü rol alanlardan olduğu kadar, onun yazdıklarıyla yakından hemhal olmuş birisidir. Benjamin malûm, ‘Frankfurt Okulu’ içinde de yer alan önemli bir edebiyat eleştirmeni, düşünür, kültür tarihçisi ve estetik kuramcısı. Ancak bir başka dikkat çekici yanı, Gürbilek’in de altını çizdiği gibi, okuma biçimlerindeki zenginlik (yatay ve dikey okumalar) ve denemelerinde sınırları zorlayan (yazılarında “felsefenin yoğunlaşarak deneyime doğru uzaması” ya da kavramlarla düşünme -kavramsal düşünme- yanında “kavramsız ayrıntı”ya olan bağlılığı veya “kavramlar ağından usulca kayıp giden içeriklere olan düşkünlüğü”) arayışlardır.
Buradan bakınca ‘Sessizin Payı’ kitabının giriş yazısında (‘Manzara ve Patikalar’) Gürbilek’in bir kez daha Benjamin’den söz etmesi tesadüf değil. Onun (Benjamin’in), ‘Tek Yön’ başlıklı fragmanına referansta bulunarak “yürünerek katedilen yolun, uçaktan seyredileninkinden farklı bir gücü olduğu” tespitine özellikle vurgu yapması, genel bir ifadeyle ‘okuma biçimleri’ bağlamında günümüze dair bir problematiği açığa çıkarması bakımından son derece önemli. Söylediği şudur Benjamin’in: “Sadece yolu yürüyerek kateden kişi, yolun neye hükmettiğini öğrenebilir.” Yolun “uçaktan yayılmış bir düzlük gibi görünen manzaradan nasıl yeni mesafeler, görüş alanları, açıklıklar, menziller” çıkardığını görebilir. Daha net konuşacak olursak, şunu demeye getirmektedir Benjamin. Konu aldığı şeyi (olay, olgu her neyse bu), ona mesafe alarak ya da kavramsal düzeyde bir bütün olarak değerlendirebildiği gibi kişi (buna ‘dikey okuma’ diyelim); aynı zamanda doğrudan onun içine girerek, onun serüvenine doğrudan katılarak, deneyimleyerek, duyumsayarak (buna da ‘yatay okuma’ diyelim) da değerlendirebilir. Bu ayrımı yaptıktan sonra şu soruyu da hep sormuştur Benjamin kendine: “Uçarak mı geçmeliyim malzemenin üzerinden -ki bu ‘kavramın yolu’dur, ya da ‘kavramsal düşünme’dir; yoksa içinde mi dolaşmalıyım -bu da ‘duyunun, deneyimin yoludur’, ya da ‘imgesel düşünme’dir-? Yolun akışına mı teslim edeceğim kendimi, yoksa manzaraya hâkim bir yüksekliğe mi yerleşmeli?” Gürbilek, Benjamin’in tercihini genelde ikincisinden yana yaptığını söylüyor olsa da (tam da burada Benjamin’in ‘Moskova Günlüğü’ kitabında yer alan, Gürbilek’in de altını çizdiği şu satırlar bu konuda bir ipucu vermektedir: “Bir meydanın farkına varmak için, insanın oraya dört yönden yaklaşması, hatta orayı dört ayrı yönde terk etmesi gerekir” ), aslında bunun mutlak bir tercih olmadığı, Benjamin gibi düşüncede ve yazı(n)da sınırları zorlayan bir yazarın, son kertede her iki yolu/yöntemi de kullandığını söylemek mümkündür. Kaldı ki aslolan da bu olmak gerekir, bir başka ifadeyle ‘kavramsal düşünme’ (dikey okuma) ile ‘imgesel düşünme’ (yatay okuma) biri diğerini önceleyen değil, biri diğerini tamamlayan bir birliktelik içinde olmak gerekir.
Benjamin’in yaptığı bu ayrımlamayı Gürbilek’in “metni okuyan”la “metni kopyalayan” ayrımlaması ile çoğaltması ise, ‘okuma biçimleri’ konusunda –bugüne de ışık tutan- bir başka hususa vurgu yapması bakımından dikkat çekici. O husus da, ‘metni okuyan’ın, “hayallere dalmış zihninin özgür uçuşu”nu izlerken, ‘metni kopyalayan’ın “metnin buyruğuna” girmekten kendini alamamasıdır. Biraz daha somutlaştıracak olursak, bir yanda yaratıcı bir zihinsel etkinlik söz konusu olurken, diğerinde taklit ve tekrardan öteye gidemeyen bir zihinsel kabızlık hâlinin varolmasıdır.
Gürbilek’in son kitabı ‘Sessizin Payı’nda yer alan denemeler, edebiyattan hareketle, ‘kavramsal düşünme’ ile ‘imgesel düşünme’nin buluştuğu, okura hem edebî bir tad hem de düşünsel yoğunluk ve genişlik katan, yaratıcı, usta işi yazılar. Üstelik sadece bu son kitabı değil, şimdiye kadar çıkan bütün kitaplarında Gürbilek bunu bihakkın yerine getiriyor ve işte bu nedenledir ki kendini ayrıcalıklı kılıyor.
Son söz: Gürbilek okumak okur için de bir ayrıcalık.
(*) ‘Sessizin Payı’. Nurdan Gürbilek. İstanbul. Metis. 2015. 145s.