Sessizlik mi kırar kalbimi?
Ölümün hiç bu kadar kanıksandığı, gidenlerin ardından tutulan yasın böylesine kısaldığı bir dönem hatırlamıyorum. Yanılıyor olmayı dilerim bunun için. Sorun belki de sürekli değişen gündemler; zihnin oradan oraya sıçraması. Bu hız içinde zaman ölçüsü de farklılaşıyor. Bazı değerler aşınırken yerlerini alanlar da ışık hızıyla aşınmaya başlıyorlar. Zihin acı veren hatırayı kovmak istiyor, haz obezitesi kederin devamına izin vermiyor zaten. Geçicilik duygusu gizli bir keder olarak içeride bir yerde kanayıp duruyor bir yandan da. Başkalarının ölümü bizim de hikayemiz olabilirdi çünkü.
Geçmiş kuşaklar bazı ihtişamlı hayatların kendi kaderlerine yazılı olmadığını bilirdi. Oysa yeni kuşaklar için bunlar hayal dahilinde. Zirveye tırmanan yoksulların hikayelerini izlemekle meşguller. Güzel doğmamışsan da estetikle bir mucize gerçekleştirmen mümkün. Her türlü engeli kaldırmanın formülünün olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Türlü türlü numara var zirveye ulaşmak için. Bugünün başarı hikayeleri adım adım yükselen kenar mahalle çocuklarına dair. Parayı, şöhreti bulmanın, güç ve mevki sahibi olmanın sayısız yolu var artık.
Bütün bu olanaklar mevcut olsa dahi tekerleğin ters dönmesi de ihtimal dahilinde. Yani zirveden düşmek de mümkünler içinde. Şöhretken unutulabilir, kazandığını bir anda yitirebilir, ne kadar uğraşsan da yaşlanmaya engel olamayabilirsin. Üstelik daha önceleri zirvede olman daha da belirgin kılar yeni pozisyonunun sefaletini. İnişli çıkışlı bir dünya içindeyiz. Birileri sana düşman olup seni mahvetmeye karar vermişse birkaç tuşa basmaları yeterli kimi zaman. Sonradan aklansan da üstüne bulaştırılan leke kolay kolay çıkmıyor.
Böylesi bir dünyada kafasının karışmaması zor insanın. Bir körebe oyununda tökezleyip durmakla, elimizin dokunduğuna tutunmakla meşgulüz. Geçmişimizden kaçıyoruz ama peşimizden koşmaya devam ediyor o. Gelecek ise alt etmemiz gereken canavarlarla dolu.
Bunca ışıltı arasında kaderine küsmüş, çaresizliğine yenilmiş kibritçi kızlar da var. Camlardan başka evlerin mutluluğunu izliyorlar. Yakacakları son kibritle ölüp gidecekler. Kimse fazla üzülmeyecek onların ölümüne. Kafayı çalıştırsa o evlerden birinin prensesi de olabilirdi diye düşünecekler. Günümüz masalları bunun pek mümkün olduğunu anlatıyor çünkü.
Hayat nehri akıp gidiyor çer çöpü önüne katarak, sağlam köklerle sımsıkı tutunanlar kurtuluyor yalnızca. Kökleri sevmiyoruz ama özgürlüğümüzü sınırladıkları için. Hem güven içinde hem de özgür olmayı diliyoruz.
Masumiyetini korumaya çalışanlar son kibritle sönüp gidecek olanlar biraz da. Oyunun kuralı can acıtmak çoğu zaman. Kirlendikçe kirlenen bir kamusal alanda temiz kalarak var olmak zor.
Bazen tatlı bir esinti de verir hayat. Gerçekten sevilesi insanlar çıkarır karşımıza. Dünyada küçük de olsa bizim gibi düşünüp hissedenlerden oluşan bir ailemiz vardır yine de. Onca bağırtı arasından seçeriz onların mırıltılarını.
Aslına bakılırsa insanlığın çıkarı bizim özenle korumaya çalıştığımız değerlerimizdedir. Bütün bu tantana dindiği zaman işitecekleri masumiyetin mırıltısıdır. Zorbalıkla elde edilen başka bir zorbalıkla çıkar elden. Haydan gelen huya gidiverir.
Sırasız, ani ölümler bu kadar fazla mıydı eskiden de yoksa her şeyi canlı yayında izlediğimiz için mi böyle geliyor bize? Tanıdıklarımız bu kadar çoğaldığı için mi daha çok kara haber alıyoruz? Çoğalan her şey bir duyarsızlık yaratıyor. Bir üzüntü ardından gelen bir başka üzücü haberle unutuluveriyor. İlk şokla verilen vaatler, göçenin hatırasını daim kılma arzusu hükümsüz hale geliyor.
Yasla sevinç el ele yürür hayatta. Yitirdiklerimizin boş kalan sandalyelerine başkaları oturur. Gidenin geride bıraktığı sessizlik, kırar kalbimizi. Ya da bir şiirimde sorduğum bu soru gibidir belki de evrenle baş başa kalan insanın deneyimi: “Sessizlik mi kırar kalbimi/ yoksa sessizlikte mi işitilir/ kırılan kalbin sesi”