Sevgileri, yarınlara bıraktık
Aslında, her kim olursa olsun… Dost ya da düşman, ana ya da akraba… Öteki ile ilişkide, ‘iktidarlı ve seçeneksiz’ dayatmalar yerine, ‘eşit ilişkiler’ kurmak olmalıdır… Var olabilmemizin esası…
“Son dönemde, son ümit kırıntılarını da yitirerek, toplumun çoğunluğu arasındaki – birbirimize karşı – sürüp giden husumet, panterleşme, inanılası gibi değil…” diye yazacaktım ama…
Öylesine inanılası, tanıdık ve alışılmış geliyor ki!
Ne kendi kendimizi ne de dostumuzu düşmanımızı tanıma zahmetine giriyoruz!
Bırakın somutlarını, beynimizde / yüreğimizde yarattığımız dikenli, kalın, aşılmaz barikatlar soluksuz bırakıyor… Hem kendimizden hem de yaşamdan koparıyor bizi…
Gerek kendi, gerekse Güney Kıbrıs’la aramızdaki ilişkilerde, ‘çalışılmış tavırları’ sergiliyoruz dalga dalga kin ve nefret yayarak…
Yahu, birbirimizin ötekisiyiz yıllardır… Kabul… Ve, ötekini sevmek zorunda da değiliz… Ama en azından, “anlamaya” çalışsak ya ötekini!..
***
Yok efendim olmaz… olamaz…
Anlamak için “tanımak” gerek çünkü… Ama hayır, bu da olamaz… Hiç olmaz… Çünkü tanımak, ötekini kabul etmek yolunda atılan ilk adımdır…
O yüzden değil midir ki, yıllardır, Rum tarafı için KKTC… Bizim için de Kıbrıs Cumhuriyeti “sözde” kalıyor!
EVET TANIMAK…
Tanımak, öğrenmeyi de getirecek…
Kimi mi öğrenmeyi?
Ötekini… Ama, başta kendimizi… Çünkü biz yıllardır yaşatıldığımız, çatışma kültürü sonucunda, sadece, “güney komşumuz” değil, “birbirimizin, hatta ‘kendimizin bile’ ötekisi olmadık mı?”
***
Bir yakıcı, kendimize özgüvenimiz ve saygımızı tüketici gerçek de şu: Yaşadığımız – daha doğrusu yaşatıldığımız – “kimliksizleştirici baskılar” çok ağır…”
Şöyle ki: Biz ne kendimizi ne de “öteki” ile hiçbir ilişkiyi tayin edecek… edebilecek durumda değiliz…
İşin özeti: Kendi ülkemizde egemen değiliz. Resmen, her anlamda, çok yönlü boyunduruk altındayız…
Bu durumu, iyice tanımak, adını koyarak tartışmak ve değiştirmek yerine – başta “korkup sinmek” olgusu olmak üzere, bir sürü nedenden dolayı susuyoruz, korkup boyun eğiyoruz…
Hiçbir konuya ve sorunumuza kendimiz hakim olup karar vermiyor… Veremiyoruz!
***
Aslında, her kim olursa olsun… Dost ya da düşman, ana ya da akraba… Öteki ile ilişkide, ‘iktidarlı ve seçeneksiz’ dayatmalar yerine, ‘eşit ilişkiler’ kurmak olmalıdır… Var olabilmemizin esası…
***
Ve ölçü, öncelikle: “İnsan gibi insan olma’ şartlarını yaratmak… Ve…
***
Kalıplaşmış, çağının gerisinde kalmış, bu yüzden… Yenilikten, değişiklikten korkan toplulukların ve çevrenin doğurabileceği tek olay, “tepki”dir. Tepki göstererek haklılıklarını kanıtlayabileceklerini sananlar büyük bir yanılgı içindedirler…
Gelin, Behçet Necatigil’e bir yol kulak verelim…
(Biraz kendimize uyguladım…)
Sevgileri yarınlara bıraktık
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarımız
Bizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Biz böyle istemezdik)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbimizi dolduran duygular
Kalbimizde kaldı…
Biz, geniş zamanlar umuyorduk
Çirkindi, dar vakitlerde
Bir sevgiyi söylemek…
Yılların, telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklımıza gelmezdi
Gizli bahçemizde
Açan çiçekler vardı
Gecelerde ve yalnız
Vermeye az bulduk
Yahut, vakit olmadı…
B.N
***
Galiba insan,
Düşman edinmekten korktuğu
Duygularını atınca
Gerçek bir insan olur…