“Sevgili Baf: Seni unutmadık...”
Mustafa Gürsel
(Değerli arkadaşımız Mustafa Gürsel, ‘Baflı olmak... Yani Bafidi’ başlıklı yazısında ‘Baf’ın havası, suyu, herşeyi farklıdır’ diye yazıyor... Bu yazıyı okurlarımızla paylaşıyoruz. S.U.)
Baflılar ve Baflılığı merak edenler bu yazıyı okuyabilir...
Sevgili Baf; seni unutmadık...
Anılar ve sevgiler, yaşıyor...
Belki zaman, için için yaksa da birçok acıyı dindirir... İnsanın aklına geldikçe yüreği cız etse de, birçok anıyı, zamanın karanlık tünellerine savurur... Eski sevgileri önüne katıp, bir kum tanesi gibi uzaklara uçurur... Zaman öylesine güçlüdür ki; bunların hepsini yapabilir... En büyük aşkları un-ufak edip “püf” diye yok etmek, onun için hiç de zor olmaz... Zaman tek bir şeyi, tek bir şeyi başaramaz ve buna çok kızar: unutturamaz....”
“ANILAR VE SEVGİLER YAŞIYOR...”
“Kıbrıs’ta bunca acı ve yıkımı yaşatıp da, bugün “başarılarıyla” gurur duyanlar bilsinler ki, Kıbrıs’ın iki yanında bırakılmış anıları ve sevgileri, öldüremediler... Anılar ve sevgiler, yaşıyor...
Kıbrıs ikiye bölünmüş, zaman anıları karanlık tünellere, sevgileri de uzak çöllere savurmuş olabilir... Ama herkesin anıları ve sevgileri, yüreklerinde yaşıyor...
Birilerinin “goflamasıyla” Kıbrıslılar birbirlerine akla-hayale gelmedik acılar yaşattılar ama; “Sarama-İstinco Gezi Grubu,” tüm olup bitenlere rağmen, Baf köylerinin hiçbirinde daha kahve parası ödemedi. Her durdukları köyde, kahveleri ısmarlanıyor...
Zamanın ve Kıbrıs’ı bölenlerin hakkını yemek istemem ama, bir başarıları var: insanları doğup büyüdükleri, anılarını ve sevgilerini bıraktıkları köylerinden, evlerinden “ucutmayı,” başardılar... Özellikle Kıbrıslı Türkleri...
Her yıl en az iki kez Baf’ı, köylerimizi ziyaret ediyoruz ama; hiç birimiz eski köylerimize dönüp yerleşmeyi düşünmüyoruz. Benim zaten Sarama’da evim de yok. Mehmet dedemin taş evi çoktan yıkılmış. Şimdi üzerinde bir mandıra var... Ayrıca hayatlarımızı buralarda kurmadık... Kıbrıs’ı bölenler, hep düşman ve iki parça kalmasını isteyenler, bu zaman geçirme işini “iyi düşünmüş...” Anıları ve sevgileri öldürememişler ama; onlar da Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi için birşey yapamıyorlar...”
SARAMA-İSTİNCO GRUBU
“Sarama-İstinco Grubu Orhan Dizliklioğlu, Mehmet Gökkuşak, Altay Burağan ve ben Mustafa Gürsel’den oluşuyor. Orhan dayımız grubun büyüğü ve lideri... Mehmet Bey grubun rehberi ve organizatörü. Altay Bey grubun her yeri bileni, herkesi tanıyanı ve herşeyi hatırlayanı. Ben de grubun en küçüğü olarak, değişmeyen şoförü...
Yılda en az iki kez, nisan ve ekim aylarında mutlaka Baf gezisi yaparız. Arada 1-2 kez daha gittiğimiz de olur. İki ay önceden, gideceğimiz gün Mehmet Bey tarafından belirlenir ve hepimizden görüş alınır. Birkaç gün kala da tarih ve buluşma saati yeniden teyit edilir. Hep, güneş doğmadan hareket ederiz. Önce Orhan Dayı bana gelir. Tam anlaştığımız saatte, dakikası dakikasına. İki dakika gecikse merak ederim. Birlikte Mehmet Bey’i alırız. Sonra da Altay Bey’i.. O gün hepimiz, birer lise öğrencisi kadar genç ve enerji dolu oluruz. Mutluyuz. Yol boyunca harika sohbetlerimiz olur. Sarama-İstinco’ya gidiş-geliş yolumuzu Mehmet Bey saptar. Ancak demokratik şekilde herkesin görüşünü de alır. Ne halse, en sonunda hep onun belirlediği yoldan gideriz...”
PİKNİK GEZİSİNE GİDER GİBİ...
“O gün, okulun piknik gezisine giden çocuklar gibiyiz... O gün aslında çocukluğumuza, gençliğimize yolculuk ederiz; anılarımıza ve sevgilerimize.... Dünmüş gibi herşeyi yeniden hatırlarız... Gruptan bir benim Baf anılarım yoktur. Çünkü Lefkoşa’da doğup büyüdüm. Kapılar açılmazdan önce de hiç köyüme, Sarama’ya gitmedim... Güzel köyümde geçen anılarım yok ama, köyüme karşı sevgim ve bağlılığım, var.. Sarama ile İstinco birbirlerine çok yakın. İkisi de, Trodos dağlarının kuzeybatı eteklerinde. Yıl 365 gün akan deremiz var. Sevgili babacığım anlatırdı; çocukken bu derede balık yakalarmış, “golimbolarda” yıkanırmış... Deremizin bir kenarında yerden sıcak su da çıkar. Babam, çok iyi bir baba ve dünya tatlısı bir dedeydi. Hayatı severdi. Yüreği sevgi doluydu. Hoşgörülüydü. Anlayışlı ve merhametliydi. Dürüst ve çalışkandı. Eli açıktı. Gezmeyi, motosikleti ve elektronik eşyaları severdi... Köyümüzü gördükten sonra, babamın niye bu kadar iyi bir insan olduğunu anladım. Baf’ın havası, toprağı, suyu bambaşka... Havası temiz, oksijeni bol; insanın ciğerleri rahat ediyor. Toprağı verimli, suyu bol ve tatlı... Her yer yemyeşil. Yaz-kış akan dereleri var, ki bu dereler yıl 365 gün mis gibi de tüter; insan koklamaya doyamaz... E buralarda yetişen insanlar tabi ki kurak yerlerde yetişenlerden farklı olacak.”
BAF’IN GABBARI BİLE FARKLIDIR...
“Baf’ın gabbarı bile farklıdır. 2006 baharında babam ve oğlumla köyümüze gitmiştik, o gün oğlum söylemişti: “Gız gabbarı be baba bunnar...” Hayatımın en güzel gezisi ve en güzel anısı, işte bu gezidir... Babam evimizin yıkıntıları arasında fırının yerini bulmuştu; yer hizasında, yuvarlak dizilmiş taşlar...
Benim köyümle ilgili anılarım yok ama; yol boyunca saatlerce Orhan dayı, Mehmet Bey ve Altay Bey’in anılarını dinlerim... Eski günlerinlerin bet-bereketini, yağmurlarını, pınarlarını, panayırlarını, saflığını, doğallığını... Ne güzelmiş o günler; şimdi herşey hazır ve hızlı...
Onlar anlattıkça ben kafamda görüntü yaratmaya çalışırım. Yıkılmış evleri, bozulmuş sokakları, yok olmuş ağaçları, devrilmiş talvarları, kurumuş pınarları eski hallerine getiririm... O minik okulların bahçelerini yeniden çocuklarla doldururum... Eğer anlatılan baharda geçiyorsa, ağaçların dallarına milyonlarca çiçek kondururum... Bayılırım bu eski anıları ve sevgileri dinlemeye... “Keşke ben de o günlerde yaşasaydım” derim içimden...
Baharda “çalapadem” ve “gabbar” toplarız... İstinco’da, içinde kırmızı güzel balıklar olan havuzun yanında, Mehmet Bey ve Altay Bey’le ayrılırız. Ben arabayla iki köyün arasına, görkemli “harnıp” ağacının yanına gidip park ederim. Bu ağacın, nisanda bile üzerinde meyve vardır. Herkes kendi bildiği gabbarlara yürür. Sarama’ya yaklaştıklarını gördüğümde Mehmet Bey’e ve Altay Bey’e seslenirim: “Sarama toprağına gireyim demeyin ha! Bu taraftaki gabbarlar benimdir...” Onlar da bana hep aynı yanıtı verir: “O gabbar topladığın yer dedemizindir... Asıl sen toplama gabbarlarımızı...”
KURU BADEM VE İNCİR...
“Ekim’de gittiğimizde ise kuru badem ve incir toplarız. Çok yaşlı bir kara incir ağacı var. Orhan Dayı, Mehmet Bey ve Altay Bey, bu ağacın 1974 öncesinde de var olduğunu ve üzerinden çok incir yediklerini anlatırlar. Ağaç oldukça yaşlandı ve yıprandı ama; meyveleri bol ve çok güzel... Badem ağaçların altına bir yıl önce dökülmüş bademlerin renkleri bozulur ama, içleri bozulmaz; kırar kırar yeriz. Toplar getiririz de...
Benim oralarla ilgili anılarım yok ama; onların anlatmakla bitmeyen anıları var. Tek tek tüm ağaçları tanıyorlar, nasıl ektiklerini ve kimin olduklarını... Kuruyup yok olmuşları bile... Hem de tek tek... “Senin tarla, benim tarla, filanın tarlası, bahçesi, evi” diye konuşurlar... Doğruyu söylerler, onların evleri, bahçeleri ve ağaçlarıdır. Onların tarlalarıdır... Bunu hangi hukuk değiştirebilir ki? Tabi bu söylediklerim; köylerinden, evlerinden, anılarından ayrılmak zorunda kalan tüm Kıbrıslılar için geçerlidir... Bir gün öyle bir yağmur yağacak ki; kuruyup yok olmuş dereler bile akacak, sular yollarını bulacak. Dere yataklarına yapılan tüm evler de sular altında kalacak...”
“İSTEYEN TAKAS EDECEK, İSTEYEN DE SATACAK”
“Mülkiyet konusu da aynen böyle halledilecek bir gün. İsteyen geri dönecek, isteyen takas edecek, isteyen de satacak... Son söz hakkı, malın esas sahibinde olacak, Türk veya Rum... Veya Ermeni, Maronit, Latin, Yahudi... Hukuka, bunun aksini kimse kabul ettiremez... Tabi, “zamanın” yarattığı karmaşıklık nasıl çözülecek ve adalet nasıl yerini bulacak? Elimizde “Floş Ruayel” olduğunu sanıyoruz ama; sadece bu yarattığımız bu karmaşıklık, yani “iki 7’li”miz var...
Bir gün o yağmur, mutlaka yağacak... Herkes bilsin ki, o gün Tanrı Kıbrıs’tadır... O gün, anılara ve sevgilere sadakat, zamana ve bu küçük adanın insanlarına bunca acı ve yıkımı yaşatanlara karşı, galip gelecek... Barış Perisi o gün kozasından çıkacak... Uzun saçlarının arasından görkemli şeffaf kanatlarını açacak... Ve elinde ışıktan kılıcıyla, “Karanlıklar Ordusu”nun üzerine yürüyecek... Kimse boşuna uğraşmasın; sonunda biz kazanacağız... Barış kazanacak, insanlık kazanacak, sevgi kazanacak...”
ORHAN DAYI
“Orhan Dayı 70’li yaşlarında ama (maaşallah) bir delikanlı gibi dinç duruyor... Tam bir doğa aşığı ve hayvansever. Üstelik oldukça bilgili ve kendini sürekli geliştiriyor... Çocukluğu, bu fotoğrafın çekildiği, İstinco’nun bir mahallesi olan “Appiaça”da geçmiş. Önünde durduğu zerdali ağacı, çocukluğundan kalma... İki keredir bu ağaçtan aşı alır. “Meyvesi küçüktür ama çok tatlıdır ve hiç kurtlanmaz” der. Baf’ta işte böyle; zerdali ağaçları 60 yıldan fazla yaşayabiliyor... Oldukça sağlam ve daha görecek çok yılları var...”
BAFLILAR 1930
“1930’dan kalma bu sayfada yayımlanan fotoğraftakiler, Mehmet dedem (sol baştaki) ve amcalarım. Dedem 27 yaşında. Köyde çobanlık ve işçilik yapardı. Sonra Lefke’ye taşındılar ve maden işçisi oldu. 1948 grevine katıldı. Birkaç aylık İrfan amcamla birlikte kaçırdığı Hatice ninemi bir ömür boyu büyük bir aşkla sevdi...”
CAMİ VE KİLİSE...
Kıbrıs’ın insanları asırlarca birlikte yaşadıktan, birlikte grevler yaptıktan, Franco ve Hitler faşizmine karşı birlikte savaştıktan sonra, döndüler, birbirlerini yediler... Doğup büyüdükleri ve öldüklerinde kucağına yattıkları Kıbrıs’ı değil de, başka toprakları anavatan gördüler... Baf’ın Zaharga köyünde bir cami ve kilise gördük. İkisi de boyalı ve kapıları kapalı. Caminin içine kimse samanlarını veya hayvanlarını koymamış... Kimse onu kilise olarak kullanmıyor... Köylerimizin mezarlıkları harap olmuş, üzerlerinde keçiler yürümüş ama, hiçbiri mandıra olarak kullanılmıyor...
Baf’ın güzellikleri anlatmakla bitmez... Baf başka bir dünyadır; denizinin mavisi bile değişiktir... Dağı-taşı, havası, ormanları, çiçekleri, kuşları...
GÜRÜL GÜRÜL AKAN BİR DERE...
Bir gidişimizde köyümüzün deresinin gürül gürül aktığını gördük... Eskiden öyle yağmurlar olurmuş ki; dere geldiğinde gece gürültüden İstincolular uyanırmış... Sarama deresi Evretu Barajı’nı dolduruyor. Burdan da Poli’ye doğru bahçeler sulanıyor... Deremizin bir kenarında yerden sıcak su da çıkar. İstinco’da “Ay Haralambi” mağarasının bulunduğu tepede ise, toprağın bir metre altı, lav taşlarıyla dolu... Bu da demektir ki; köylerimizin altında, etkinliğini yitirmiş yanardağ var... Baf’ta insanlar ve ağaçlar daha çok yaşıyor... Her Baf köyünde çok sayıda eli-ayağı tutan 90’lık, her Baf köyünde yüzlerce yıllık ağaçlar var... Sarama’nın hemen yanındaki “Simu” köyündeki çitlemit ağacı ise tam iki bin yaşında... EOKA’cılar İngiliz askerlerini yaksınlar diye, TMT’ciler “emir öyle geldi” diye, elektrik telleri rüzgar şiddetli diye, insan ve doğa düşmanları ruh sağlıkları bozuk diye, piknikçi keyif yapacak diye, çoban ise ormancı ceza yazdı diye yaktı... Daha bitmedi ama; Trodos’larda görebildiğiniz yere kadar, halı gibi ormanlar var... Bu ormanlarda iki kez Muflon gördüm. Sanki de ayakları yere basmıyor da uçuyorlarmış gibiydiler...
1930'da Sarama'da Mustafa Gürsel'in Mehmet dedesi (uzun boylu olan) ve babasının amcaları; Abdurrahim ve Cemal
Mustafa Gürsel, 2013'te Baf'ta çekilen bu resimde Mehmet, Orhan ve Altay beyle...