Sevgili Serhat abi,
Seninle rastgele bir karşılaşmamızda topu topu 10 dakikalık bir sohbet dışında kişisel tanışıklığımız hiç olmadı...
O kısacık sohbetten seninle ilgili varabileceğim izlenim şu; sana “bey” yerine “abi” diye hitap edilmesini tercih ediyor olmalısın. Bende uyandırdığın o samimiyet hissine dayanarak seninle bu satırlarda “senli benli” oluyorum..
Bunun dışında kişiliğini çözemem, özel yaşamında nasıl biri olduğunu bilemem. Seninle ilgili asla ahkam kesemem..
Ama nihayetinde sen KKTC’de kamuya mal olmuş birisisin. Benim sana karşı esas ilgi ve alakam da bundan kaynaklanıyor. Yazacaklarım kamusal bir figür olarak Serhat İncirli’nin benim bilincimdeki imajından ibaret.
Şimdi abi, sen Kıbrıslı Türk medyasının en popüler isimlerinden biri misin? Tartışmasız evet...
Bir gazeteyi okutur, bir kanalı çatır çatır izletir misin? Eğer performansını hakkıyla gösterirsen rahatlıkla...
İyi reklam alır, bağlı bulunduğun kurumu finansal bakımdan yukarıya çekebilir misin? Potansiyelini gerçekleştirirsen pek tabi...
Ama seni yalnızca bu niteliklerle tanımlarsak çok eksik bir tasvir olur. Senin esas kıymetin toplumsal rıza üretim çarkının önemli bir dişlisi olmandan ileri geliyor.
İnsan senin programını açar, o gerçekten samimi, sapına kadar sahici sohbetini dinlemekten büyük bir keyif alır.
Seni izleyen ve dinleyenleri mest eden bir belagatle onların evlerine konuk olursun.. Onlara konuk olmakla kalmaz, onlardan biri gibi olursun...
Kıbrıslı mizah anlayışını, keskin bir zekayı ve son derece doğal bir üslubu birleştirdiğin programların esasen birer monolog olmalarına rağmen, en keyifli diyaloglardan bile daha fazla haz verebilir.
Seni dinleyenler için bir nevi deşarj vesilesi olurken, bir yandan da onlara olanları kanıksamanın, boyun eğmenin anlatısını oluşturursun...
Sen tatlı tatlı anlatırken karşındakiler acizliklerinin farkına varırlar.. ”Böyle gelmiş, böyle gider” olur. “Zaten tüm partiler Türkiye’nin piyonu” dur...
“Bu memlekette toplumsal bir kazanım asla beklemeyin” olur. “Herkes kendini kurtarmaya baksın, bu düzende yapılabilecek tek şey bu” dur...
“Federal çözüm olması lazım evet ama gerçekçi olalım, asla olmayacak” olur. “ Zaten solun ve sağın birbirinden hiç farkı yok”tur
Senin anlatını KKTC’deki iktidar ilişkileri için vazgeçilmez kılan işlevi işte bu hiçbir şeyin değiştirilemeyeceği algısının dizaynıdır.
Bir de daha önce çok sık yaptığın gibi en kritik süreçlerde “sol ideolojiye sahip bir kanaat önderi” olarak sahneye çıkıp tercihini açıkça sağdan yana kullandığını açıklayınca, müesses nizamın bileşenleri tek kelimeyle mest olur.
Sol gösterip sağ vurmak diye işte ben buna derim...
Serhat abi, bugün profesyonel yaşamında yepyeni bir döneme giriyorsun. Sen daha iyi bilirsin; İngiliz buna “end of an era” der...
Yaşamında bir dönem kapandı, yeni bir dönem açıldı. Yıllardır dahil olduğun, bir ideolojik kamptan diğerine geçiyorsun. Tam da Messi’nin Barcelona’dan ayrıldığı günlerde sen de bir anlamda takım değiştiriyorsun..
İyi bir profesyonel olarak bu kararında “özgür” müsün? Tabi ki özgürsün..
Evet Serhat abi, sen “özgür”sün..
Özgürgün’ün şaibeli bireysel gelirlerinin sorgulanmaması için geliştirdiğin, “özel hayattır, karışamayız” izahatındaki gibi “özgür”..
Daha A Haber ortalarda yokken 2009-2010’larda dezenformasyon haberciliğinde referans olabilecek röportajları yaptığın dönemdeki gibi özgür...
Hani Türkiye kökenli vatandaşların yoğun olarak yaşadığı köylere çekim için gidip de, onlara “çözüm olursa sizi gemilere bindirip gönderecekler” diyordun ya! İşte böyle bir haberciliği seçebilecek kadar “özgür”...
Daha 8 ay önce televizyondaki patronunun Cumhurbaşkanı seçilmesiyle onunla olan profesyonel ilişkini “iletişim koordinatörü” olarak sürdürme tercihin gibi “özgür”...
“Çözüm yanlısı” biri olarak, seçimlerde UBP’yi veya adaylarını destekleyecek kadar özgür...
Doğruyu söylemek gerekirse, seninle özgürlük anlayışlarımızın birbirlerine taban tabana zıt olduğu görünüyor...
Sen özgürlüğün bireysellikle olan bağını öne çıkarıyorsun, biz ise özgürlüğün kolektif boyutunu...
Sen insanın bir kişi olarak kendi faydasını gözetebilmesini özgürleşmeden sayıyorsun, biz ise başka insanların özgürlüğü için mücadele etmeyi...
Hangi noktada ayrıştık bilmem...Kıbrıs’a dönmeden öncesinden CTP ile olan nefret yüklü aşkının, (ya da aşk dolu nefretinin) döndükten sonra diğer cepheye yerleşmende bir etkisi oldu mu, doğrusu söyleyemem..
Ancak bir yerde bir mağlubiyet yaşadığın çok belli sevgili Serhat abi...Bu mağlubiyet hissiyatının seni kolektif sorumluluktan, dayanışma ve birlik duygusundan yoksun bıraktığına inanıyorum...
Şimdi geldiğin taraf ise mağlup olmayanların cephesi. Her şeye rağmen hala özgürlüğünün başka insanların özgürleşmesinden geçtiğini düşünenlerle birlikte olacaksın..
Artık resmen barışın, dayanışmanın, yeniden birleşme hedefinin yüzdüğü sulardasın..
Ve buradaysan sevgili abi, ajansınla çektiğin reklamda söylediğin gibi; “eleştirilmeye alışkın olacaksın..”
Senin de sık sık dediğin gibi;
Arz ederim...