SEVİNÇLE GELEN ENERJİ
Çevrimiçi derslerle, zoom toplantıları, House Party sohbetleri, Netflix filmleri, YouTube’da izlenen politik yorumlar ve belgesellerle, parkta yürüyüşlerle, arka balkon güneşinde Salman Rüşdi okuyarak geçen bir haftaydı benimkisi. Dehşetle düşündüm geçen gün bu olağanüstü zamanlarda bir yıla yaklaşmakta olduğumuzu. Geçmişte ne çok şey sığarmış bir haftaya, bir yıl çok daha katmanlı çok daha uzunmuş sanki. Günün içinde gizli sürprizler, bir hareket çeşitliliği varmış. Bu boşluğu oradan oraya savrulan düşünceler, kapısı açılmadık bazı anıları ziyaret ve karman çorman rüyalar dolduruyor sanki.
Tarihte böylesi dönmelerin sonunda önemli değişimler yaşanmış hep. Özellikle sanat ve edebiyatta. Kamusal alandaki etkileşimin azalması özel alanda bir yoğunlaşma getiriyor galiba. İnsan kendi içinde yürüyor dışarıda yürüyemediği yolları. Dışarıda ürkütücü şeyler oluyor bu arada. Ölüm bir sayı, sıradan bir gelişme, tevekkül gösterilmesi gereken bir kader olarak sızıyor içeriye. Hayatta kalmak en önemli öncelik haline geliyor. Geçmişte değer verilen hükmünü yitiriyor, maddi, manevi kaybedilenin yası dahi tutulamıyor.
Politik alanda parodi devam ediyor. Yeni koşullar otoriterleşme arzusu içinde olanlara olanak sağlıyor. Gücü elinde tutanlar manipülasyon için olanakları kullanmaya devam ediyorlar. Bunun karşısında da mücadele yükseliyor elbet.
Geçmişte de yazmıştım; çok konuşan insan içindeki sesi dinlemekten kaçmak için yapıyor bunu, yalnız kalmaktan korkmak ve kaçınmak biraz da kendiyle yüzleşmekten sakınmak sanki. Anlaşılır bir şey bu. Pek çok insanın hayatında, hiç bilmediğimiz, tahmin dahi edemediğimiz cehennemler var çünkü. Dışarıdan görülen yanıltıcı, insanların kendilerine dair anlatıları oldukça yüzeysel çoğu zaman. Herkeste “çocukluğun soğuk geceleri”ni anlatma cesareti yok. Zaten ne anlatsan eksik çoğu zaman. Bu yüzden insanın derinlerine inmeyen, hayatın sırrını çözmüş gibi sakin sakin durumları anlatan romanlar keyifli okunsalar da sabun köpüğü gibi sönerler içimde. Kategoriler ve klişeler bir rahatlama verseler de sahici gelmezler. Bu oyalantıya da ihtiyaç vardır elbet. Ama ta derinden sarsacak, bir iç devrimi yaratacak olan metni arayıp durur insan.
Geçmiş hayata geri dönülmeyecek hiçbir zaman. Yeni bir hayat olacak yaşanan. Ona ne kadar hazırlanacağımız önemli olan.
Yüzeysel olanın, vasat olanın iktidarı hep sürecek ama. Derinlere dalmak, zora açılmak ürkütücü ve yorucu çünkü. Ne kadar hazırsa o kadar cezbedici tüketici için.
Bu dünyada her şeyin bir yeri, vasat olanın da bir işlevi var bana kalırsa. Bazı renkler olmasaydı diğerleri fark edilmezdi. Kötü olmasaydı iyiyi tanımlayamazdık.
Vasatın karşısında kibirli bir snopluk oluyor çoğu zaman. Vasat iktidarda olsa da kendisinden kat kat iyi olanın kibrinden rahatsızlık duyuyor ve saldırganlaşıp onun değerini küçültmeye çalışıyor. Kibirli olmayan ise kendiliğinden bir tehdit oluştursa da saldırı olanağını elinden alıyor vasatın. Tatlı tatlı süzülüyor kalplere doğru. Kendine yer bulduğu anda ise saldırıdan kurtulamıyor. Değersizleştirme kampanyaları şu veya bu biçimde sürüyor.
Öyle çok adaletsizlik var ki dünyada adaletin bir miktar dengede oluşu büyük bir mutluluk sebebi. Adaletin yerine geldiği kurgu hikayeler, romanlar, filmler, dizi filmler rahatlatıyor ve gülümsetiyor bizi. Gerçek hayata çok benzemeseler de iyi geliyorlar. Mutlu sonla biten masallar insanlığı avutmuş asırlar boyunca. Zorluklarla karşılaşan kahramanlar azim ve sebatla muratlarına ermişler sonunda. Sevgililer kavuşmuş, kötüler layığını bulmuş.
Dünyanın da böyle masallara ihtiyacı var ara sıra. Zeki ve başarılı göçmenler dünyayı kurtaracak aşıyı bulur, kötü Trump kıçına tekmeyi yiyip gider. Gencecik siyah kız yeni başkanın töreninde şiir okur. (Kimileri bu şiir değil klişelerle dolu, politik vaaz tonunda dese de)
Bu günler de geçecek, gülümseten gelişmeler daha fazla yaşanacak elbet. Gerçeğin acıtan tonuna karşılık masallara da ihtiyacımız var. Onları didiklersek bizi acıtacak ayrıntılar bulabiliriz ama insan tatlı bir huzur, sevinçle gelecek yeni bir enerji arıyor bazen.