Dilek Karaaziz Şener

Dilek Karaaziz Şener

ŞİDDET!

A+A-

Gördüğüm haritaya dikkatle bakıyorum. Dönüp dönüp durmadan bakıyorum. Ne göreceğimi veya görmeye çalıştığımı bilmeden bakıyorum. Bir şey aramanın anlamı da yok zaten… Çünkü karşımda baktığım harita şiddetin ta kendisi!

Bunca nefretin biriktiği her bölgenin ve şehrin neredeyse işaretlendiği bir haritaya bakarak derin bir iç geçiriyorum. Böylesi bir şiddetin yaşandığı ülkede olmaktan, yaşamaktan ve çalışmaktan dolayı içimde biriken acıyı, yüreğimdeki sızıyı tanımlayacak veya okuyucuya hissettirecek kelime bulup cümle kurmakta zorlanıyorum. Bastırılmış “saldırgan”lığın sanki sosyal bir dışavurumu yaşanıyor. Nereye baksanız, uzansanız veya dokunsanız şiddete dayalı bir sahne ile karşılanıyorsunuz. Bireyler arasında, toplumda serbestliğini ilan eden şiddete karşılık verebileceğimiz ne var? Geldiği yere yeniden geri göndermek mümkün mü? Bu aşamaya nasıl ve ne zaman gelindi? Tüm bu sorulara bir yanıt vermek oldukça güç! Hatta nasıl ve ne zaman, diye kendi kendinize sorduğunuzda, sanki bir bellek kaybı yaşıyorsunuz. Hatırlamak güçleşiyor, başlangıç noktasını kestirmek için giriştiğiniz düşünce eylemi kendi kendine bir cümle dahi kuramadan öylece duruyor.

Duraklıyor. Nereye doğru gidiyor bu ülke… Yeniye mi? Yoksa yeni sayfaların açılacağına dair söylemleriyle uykularına şırınga edilen “rehavet” in ağırlaştırdığı beyinlerle, derin ve ışıksız bir tünelin içine doğru mu?

Her gün şiddetin, nefretin ve öfkenin tırmandığı istatistik ivmeleri gösteren grafikleri medya sayfalarında ve ekranlarda görmek olası… Yansıtıldığı ve istenildiği dozda yavaş yavaş şırınga ediliyor halkın beyin damarlarına… Acıma ile birlikte irkilmenin yaşandığı anlık titreme nöbetlerinden çıktığımızda ise esas şiddet başlıyor. Sosyal medyanın her paylaşımında ve yazılan her cümlesinden bir pay çıkarıp yorumlama yapma ihtiyacıyla herkesin klavyeye saldırdığını görerek, daha da irkiliyorsunuz. Öfke öfkeyi tetikliyor. Eskiler derlerdi ki: Yangına körükle gitme! Yangın yerine dönen bir ülkenin halet-i ruhiyesini gördükten sonra, eline körüğü alanın (klavyeyi kuşananın) kurduğu cümlelerdeki itinadan çok “itinasız” bir saldırı kalkanının oluşmaya başladığını görüyoruz, okuyoruz. Kılıcını kuşananın sosyal medyaya çıktığı bir düzen yaratılınca da düşüncesi olanın değil de ağzı olanın konuştuğu kargaşa cümleleri tarafından saldırıya uğruyorsunuz.
Google’da “şiddet” kelimesi tarandığında, yaklaşık 0,24 saniyede, 5.970.000 sonuca ulaşılıyor. En başta dikkati çeken konu: Kadına yönelik şiddet/Aile içi şiddet… Sosyolog olmadığımdan dolayı akademik bir sonucu buraya büyük laflar ederek yazmak yerine, bireysel bir görüşün penceresinden bakmanın daha inandırıcı olacağına inanıyorum. Toplumsal cinnete dönüşen şiddet, öncelikle, cinsiyet ayırımcılığını (toplumdaki ikincil konumdaki kadını)  ve çekirdek nüfusunu (aileyi) hedefleyerek yayılmakta… Derin ruhsal izler, sarsıntılar, sessizlikle üstü örtülen gerçekler işte bu iki noktaya demirliyor. Peki, neden “şiddet” uygulanıyor?  Tanımı gayet açık ve anlaşılır: Şiddet, uygulayıcısı tarafından bilinçli olarak karşısındaki bireye/bireylere, kurum/kuruluşlara, bitki örtüsü, canlılara, yaşam kaynaklarına kısaca dünyaya çıkar elde etmek, üstünlük (iktidar) kurmak/sağlamak için her türlü eylemi (sözlü, fiziksel veya psikolojik) tanımlıyor. Amacı ise apaçık: yaşam, özgürlük, hak, istek, irade ve sağlığa zarar vermek… Yaşam hakkının özgürlüğünün, toplumdaki adalet ve haklarının, dünyadaki nefes alma ve yaşamını sürdürebilme özgürlüğünün zincirlenmesi… 

Ailede, toplumda, ülkede, ülkelerde, doğada her yerde “hüküm” süren şiddete dair televizyonlar, radyolar, basın organları uzman kişilerle örnekler üzerinden “şiddet”i tartışıyor, yorumluyor, nedenleri üzerine bilimsel incelemelere dayanarak, düşüncelerini paylaşıyor. İnsanı şiddete yönelten gerçekler ortaya konulmaya ve sonucunun toplumlardaki psikolojik buhranlara bağlanarak artmasının veya büyümesinin olasılığının nasıl bir tehdit unsuruna dönüşebileceği konusu konuşuluyor. Tüm bunları salonundaki televizyonundan, arabasının radyosundan, akıllı telefonuna açtığı sosyal medya penceresinden izlerken herkes, dışarıda bir yerlerde “şiddet” ekonomik, toplumsal, antropolojik ve daha nice durumda devam ediyor. Hatta seçim sürecinde patlayan bombaları, silahlı saldırıları, ölen ve yaralananları mutfağındaki televizyonundan izlerken “ne olacak bu memleketin hali?” klişe sorusunu kafasını sallayarak dudaklarından boşluğa savuran kişi, sokaktan geçmekte olan belediye çöp arabasının çıkardığı seslere karşılık öfkeyle şöyle sesleniyor: Ne gereği vardı, gece gece bu kadar ses çıkararak çöp toplamanın?!

Gerçek şu ki: şiddet her yerde!
“Ben ilkel bir hayvandım. Gelişerek, ilerleyerek ve değişerek, kısaca ‘sofistike’ olabilmek adına insan (!) oldum.”

ECCE HOMO!

Bu yazı toplam 2104 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar