‘ŞİDDET MEVSİMİ’ VE TAKSİM’İN AYAK SESLERİ
Niyazi Kızılyürek harika bir ‘belgesel’ yazdı. Adını ‘Şiddet Mevsiminin Saklı Tarihi’ koydu.
Kıbrıs’ta bilinen tarih, ‘öğretilen tarih’tir. İki toplumun bizzat yaşadığı, kulaktan kulağa fısıldanan, korkudan alenen anlatılmayan ve elbette bir kısmı da belgelerde yazılan, ama saklı kalmış ‘gerçek tarih’i gün ışığına çıkarmak ise işte böylesi çalışmalar sayesinde mümkün olabiliyor.
Bundan önce yığınla esere imza atan Kızılyürek’in bu çalışmasını okuyanlar, Kıbrıs’ta 1974’te şekillenen ve halen devam eden ‘iki bölgeli fiili Taksim’e giden yolun nerelerden geçtiğini çok daha iyi anlıyor.
1950’li yılların ortalarından itibaren Kıbrıs Türk liderliğinin ve Türkiye’nin buradaki görevlilerinin ‘Taksim’e varmak için kullandıkları strateji ve taktikler, özellikle Gönyeli ovasında Kıbrıslı Rumların öldürülmesi vak’ası üzerinden inceleniyor.
Konu bir değil, iki değil, çok sayıda kaynağa dayandırıldığı için, anlatılanlar konusunda en ufak bir şüphe, bir ‘acaba’ kalmıyor insanın kafasında…
Hem İngiliz Yönetimi belgeleri…
Hem basın arşivi…
Hem sözlü tarih…
Hem literatür taraması…
Aynı olayı defalarca tekrar etme uğruna, bulunan bütün kaynaklar tek tek sıralanıyor.
Gönyeli Ovası’nda öldürülen Kıbrıslı Rumların öyküsünü, o günleri yaşayan hem Kıbrıslı Türklerin hem de Kıbrıslı Rumların hafızasından okuyorsunuz mesela…
Üstelik birkaç Rum, birkaç Türk anlatıyor aynı olayı… Hatta yaşlı bir çiftin Gönyeli’deki olay hakkında birbiriyle ters düştüğüne bile tanık oluyor okuyucu…
Adam ‘sessiz’ kalmayı tercih ediyor mesela, eşi ise biraz daha konuşkan, o ovada dökülen kanla ilgili…
‘Zor konular’ çünkü bunlar ve ‘teşkilat korkusu’nun, ‘kendi insanımızı ele verme endişesi’nin bugün hala sürdüğünü anlıyorsunuz bir kez daha…
---
Niyazi Hoca’mın kitabın adını seçerken kullandığı ‘şiddet mevsimi’ kavramı, eseri okurken yerli yerine oturuyor.
Hakikaten de adanın TAKSİM’i için dönemin Türkiye hükümetinin ne denli ısrarcı olduğu, Kıbrıs Türk liderliğinin de bu doğrultudaki ‘legal’ çabalarının yanı sıra, tertiplenen provokasyonların adayı tam da bir ‘şiddet mevsimi’ne soktuğunu tüyleriniz ürpererek içselleştiriyorsunuz.
Mesela şu tespitin altını çiziyorsunuz kitabın ilerleyen sayfalarında:
“1955’te kurulan EOKA, Gönyeli’deki olaylara kadar Kıbrıslı Türk sivilleri hedef almıyordu!”
O döneme kadar ENOSİS hedefiyle hareket eden EOKA’nın hedefinde İngiliz Sömürge Yönetimi vardı. Zaman zaman İngiliz polisi durumundaki Kıbrıslı Türkler de saldırılardan nasibini alıyordu, ancak siviller değil…
İşte ne olduysa Gönyeli ovasındaki olaylardan sonra oldu.
Bir Rum öldürülünce, hemen ‘rövanş’ alınıyor, bir Türk öldürülüyordu.
Ertesi gün üç Türk öldürülmüşse, cevaben üç Rum öldürülüyordu.
Böylece 1958 yılı kelimenin tam anlamıyla ‘şiddet mevsimi’ne dönüşmüştü.
Kitapta bunlar detaylarıyla ve belgeleriyle anlatılıyor.
Ve Kıbrıslı Türklerin ‘ayrı belediye’ talebinin tam da bu döneme denk düştüğüne vurgu yapılıyor.
---
Kıbrıslılar birbirini öldürdü, evet.
Bunu inkâr etmenin, “Biz yapmadık, onlar yaptı” demenin herhangi bir değeri yok artık bugün…
Yüzleşme, kendi yaşanmışlıklarımızı unutmadan ama bize ‘düşman’ belletilenlerin de acıları, kayıpları, şehitleri olduğunu görmemiz, bilincimize çıkarabilmemiz ve empati yeteneğimizi geliştirebilmemiz için bir anahtarıdır adeta…
Bunun için belgelere dayalı ‘gerçek tarih’ okumalarının ‘kalıcı barış’a koyduğu katkının önemi çok büyük…
Niyazi Kızılyürek, çok meşakkatli bir inceleme ve araştırma sürecinin ardından, çeşitli kesimlerin gazabına uğrama pahasına imzasını attı ‘Şiddet Mevsiminin Saklı Tarihi’ne…
Ve şimdi o ‘tarih’in bir kısmı daha ‘aydınlık’ta…